12 Eylül darbesiyle Türkiye’de başta sendikalar olmak üzere bütün demokratik kurumlar kapatılmıştı. Bine yakın vatandaş işkencede, 52 vatandaş da idam edilerek yaşamını yitirmişti. İnsanlar okudukları gazeteden tutuklanmış, örgüt üyesidir savıyla önce işkenceden geçirilmiş sonra zindanlara atılmıştı. O dönemde gazeteciliğe başlamıştım. Ajansın panosu 12 Eylül darbecilerinin sansür teleksleriyle doluydu.
Karanlık günlerin gerekçesi, hernekadar “terörü engellemek” denilse de kapitalist emperyalist dünyayı Türkiye’yi entegre etmekti. 1960’larda emek ucuz bölgelere kayan emperyalist yatırımcılara Türkiye’yi hazırlamaktı. İlk iş olarak sendikaların kolu kanadı kırıldı. Ücretler, o dönemde dünyanın en ucuz ülkesi Singapur’un altına düşürüldü. Gümrük korumacı (ithal ikamesi) ekonomi ihracata yönelik olarak yapılandı. Devalüasyon ile Türkiye’nin borçları üçe katlandı. Yabancı sermayenin aynı para ile satın alabileceği aynı mal miktarı iki buçuk katına çıktı. Ekonomideki anlatımıyla ‘ticaret hadlerindeki değişimle’ sömürü oranı artırıldı. Yabancı Sermaye Yasası yenilenerek yabancı sermayeye en çok teşvik veren ülke konumuna getirildi. Dış politikada tamamen ABD uydusu olundu. Faşizmin panzehiri olan komünizm ve komünistler düşman görüldü.
Bütün bu yasal değişimler anti demokratik yöntemle Cunta ve şürakası ile birlikte yapıldı. Faşist Cunta yeni Anayasayı yaptıkları anti demokratik uygulamalardan dolayı yargılanamayacakları maddesiyle birlikte onaylattı. Kargaların bile güleceği maddeydi bu.
12 Eylül darbesi, Türkiye ile ekonomik ve politik ilişkideki ABD ve AB ile onların işbirlikçisi sermayenin işine geldi. Hep birlikte Türkiye’yi ve geleceğini ipoteklediler. Şimdi bu ülkeler ve Türkiye’deki 12 Eylül zenginleri neden generalleri yargılanmasını istesinler ki? Onların demokrasileri kendi tekerlerini döndürmek için gereken makina yağıdır.
Biz gerçek demokrasi istiyoruz. AB’ye girmek için AB demokrasisi değil gerçek demokrasi… Bunun yolu da geçmişi sorgulamaktan geçer. 12 Eylülcüler ve onun zenginleri eninde sonunda yargılanacaklar… Bu bir öngörü değil, demokrasinin geçmesi gereken zorunlu yol…