2006 için kriz söylemleri

2006 yılı ekonomi ve siyaset açılarından oldukça hararetli geçeceğe benziyor. Yılın ilk ayında ekonomideki olası dalgalanmalar ve kriz olasılıkları yanında, siyaset alanında da  Cumhurbaşkanı seçimi yanında muhtemel bir erken seçim konuşmaları da gündemin ilk sıralarını işgal etmektedir.  

Önce ekonomi alanına bakalım. Ekonominin, carî açık ve borç sorunu olmak üzere başlıca iki önemli risk unsuru taşıdığı ifade edilmektedir. Bunların yanında aşırı değerli YTL ve bir türlü tam denetim altına alınamayan ve dünya piyasalarına göre yüksek reel faiz haddi ise, kimilerine göre sorun, kimilerine göre de sorunların çözümü olarak görülmektedir. 

Dikkatli yaklaşım yapıldığında, sorun olarak görülen tüm olguların aslında kendi başına birer sorun olmayıp, verimsiz ekonomik alt-yapının parasal sektöre yansıttığı çeşitli görüntüler olduğu kadar, bir yandan ekonomiye kısa dönemli nefes olanağı sağlayıp siyaset alanında geçici parıltılar oluşturan, diğer yandan da uzun dönemde ekonomiyi kronik krize sürükleme eğilimi taşıyan ara süreçler olduğunu görürüz.

Sorunları çözümlemeyi derinlemesine sürdürdüğümüzde, carî açık ve borç stoku sorunlarının arkasında kamu kesimi borçlanma gereksiniminin, bunun   arkasında da ekonominin üretim kapasitesinin verimsizliğinin ve yetersizliğinin yattığını görürüz. Reel üretici kesim verimsiz ve yetersiz olduğu için, marjinal işletmeler giderek yükselen oranda kayıt-dışı alana kayarak rekabete dayanmaya ve yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktalar.

Diğer yandan, kayıt içindeki kesimler ise,  zayıf vergi gücü ile hem kamu kesimini besleyemediğinden dolayı bütçe açığına yol açmakta, hem de sosyal güvenlik kurumlarını destekleyemediğinden dolayı da sosyal güvenlik sisteminde açık oluşumuna neden olmaktadır. Böylece tüm kamu ünitelerinin açıkları toplamından oluşan kamu kesimi borçlanma gereksinimi yükselmekte, buna bağlı olarak da borç stokunun etkili denetimi sağlanamamaktadır. Bu süreç sonunda borç stoku eritilemediği gibi, kısa vadeli borçların Merkez Bankası kaynaklarına oranı da yükselerek, finansal riski artırmaktadır.

Kamu kesimi borçlanma gereksiniminin önlenemediği durumda Merkez Bankası’nın özerklik söylemleri ile, “Para Kurulu” yaftası ile devre dışına alınması faiz haddini yüksek düzeyde tutarak ekonomiye sıcak para akışını desteklemektedir.

Ekonomiye sıcak para girişi enflâsyonun denetiminde önemli bir araç oluşturmakla birlikte, reel faiz haddinin aşağı çekilmesi önünde önemli bir engeldir. Yüksek faiz haddi üretime yüksek maliyet unsuru olarak girerken, ekonomiye sıcak para girişini harekete geçirip, YTL/Döviz paritesini gerileterek verimsiz ekonomiyi dış rekabete karşı daha da yetersiz hâle getirmekte ve dış ticaret haddini marjinal işletmeler ve KOBİ’ler aleyhine çevirerek marjinal işletmelerin çökmesine ve işsizliğin artmasına neden olurken, aynı zamanda ödemeler dengesini olumsuz etkilemekte ve ekonominin dışa bağımlılık derecesini yükseltmektedir.

Yukarıda kısaca özetlenen bu karmaşık sürecin ekonomi üzerindeki kısa ve uzun dönemli etkisi farklı olduğu gibi, maalesef, siyaset alanındaki etkisi de çok farklıdır. Siyasetçilerin bakış açısıyla siyasal süreler kısa dönemli algılandığından, ekonomik işleyişin kısa dönemli etkisi siyasal süreçteki etkilerle örtüşür.

Yukarıda verilen işleyiş modelinde süreçlerin kısa dönemli ekonomik ve siyasal etkileri olumlu yönde örtüştüğü halde, gerek ekonomide gerekse siyasetteki  uzun dönemli etkileri olumsuzluk alanında örtüşür. Diğer bir ifade ile, uygulanan politikaların hem ekonomi hem de siyaset alanlarındaki kısa ve uzun dönem etkileri kesinlikle birbirinden farklıdır. 

Kamu kesimi borçlanma gereksiniminin, Merkez Bankası’nın pasifize edilmiş olmasıyla sermaye piyasasına yansıtılması enflâsyonun denetim altına alınmasında avantaj oluştururken, reel faiz haddinin aşağı çekilmesini önleyerek sıcak para girişini desteklemesi ekonomide ve siyasette kısa dönemli parlak görüntüler oluşturmaktadır.

Zira, baskılı döviz kuru ithalâtı ucuz hâle getirerek, hem ürün piyasasında hem de girdi piyasasında fiyatların baskılanmasına hizmet etmektedir. Ürün piyasasında fiyatların baskılanması büyük üretici firmaların ara girdi temininde ithalâta yönelmesine yol açmaktadır.

Böylece, enflâsyonun denetlenmesinde oldukça güçlü bir çıpa oluşturan aşırı değerlenmiş YTL, hem ekonomi üzerinde çökertici etki yaratmakta, hem de kur riski yaratarak faiz denetimini güçleştirmektedir. Başka bir deyişle, ekonomide ve siyasette sabun-köpüğü parıltılar oluşturan bu süreç, maalesef, marjinal işletmeleri çökertmekte, işsizliği yükseltmekte ve dış ticaret hadlerini ülke aleyhine çevirerek dış ticaret açığını büyütmektedir.

Büyüyen dış ticaret açığının küçültülmesine yönelik olarak sıcak paranın devreye sokulmasında görece yüksek reel faiz haddi önemli olmaktadır. Yüksek reel faiz ile ödemeler dengesizliğinin finanse edilmesi de, sürecin diğer etkileri gibi, ekonomide geçici bir rahatlık yaratırken, bu rahatlığın ekonomi üzerindeki uzun dönemli etkisi sadece marjinal firmaların çökmesi değil, tüm üretim ünitelerinin sıkıntıya düşmesi ve ekonomide borçlanma gereksiniminin artarak, dışa bağımlılığın yükselmesi sonucunu doğurur.

Görülüyor ki, ekonomide ve siyasette kısa dönemli avantajlar oluşturan politika ve süreçlerin ekonomi üzerindeki uzun dönemli etkileri fevkalâde farklı ve olumsuz olarak gerçekleşebilmektedir. Diğer bir deyişle, günümüzde enflâsyon denetlenmiş, dış ticaretimizde büyük bir tıkanma görülmüyorsa, siyaset alanından da başarı olarak yansıtılan ve piyasada da olumlu olarak algılanan olgular, eritilemeyen borç stoku, baskılanan döviz kuru  ve tehlikeli boyutta yükselen carî açık pahasına yaşanmaktadır.

Ancak, borç stoku da, baskılanan döviz kuru da ve borç stoku da, kuşkusuz, ileriki nesillere yıkılan yüklerin göstergeleridir.

Özet olarak belirtmek gerekirse, ekonomide kronik kriz yaşanmakla beraber, dalgalı döviz kuru ve yüksek faiz politikalarıyla carî açık finanse edilerek, krizin akut hâle dönüşmesi engellenmekte, böylece siyasetçiler rahat bir nefes almaktadır. Asıl kriz, toplumun kısa dönemli miyopik ekonomik görüşü ile siyasetçilerin zamanı kurtarma zihniyetinin örtüşmesi neticesinde, potansiyel krizin baskılanarak ertelenmesi ve kısa dönemli parıltılarla avunmak şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Siyaset cephesi günü kurtarmak hevesiyle gerçek sorunu halka yansıtmamakta, buna karşın ülke ve ekonomiyi ipotek altına sokacak düzeyde dış kaynağa başvurmaktadır. Bunun nedeni açıktır. Şöyle ki, ekonomik süreçlerde zamanlararası ilişki ve devamlılık olduğu halde, kısa dönede oluşan olguların algılanması uzun dönemli olguların algılanmasından çok farklıdır ve çok daha güçlüdür.

Uzun dönemde oluşması olası bir maliyetin algılanması söz konusu olmayabileceği gibi, algılansa bile, gelecekte oluşacak maliyetin algılanan boyutu gerçek boyutundan çok küçüktür. Bu nedenle, anlık parıltı oluşturabilen bir politika, uzun  dönemde yüksek maliyet oluştursa dahî toplum tarafından kabul edilebilir, siyasîler tarafından da uygulanabilir olarak görülür.

Siyasal süreç birbirini besleyen iki etki altında sürdürülmektedir. Birincisi, IMF destekli geçici parıltılı ekonomik istikrar politikasının siyasetçileri desteklemesi, ikincisi ise, siyasetin baskıcı müstakar yapısının ekonominin sarsıntısız ilerlemesini sağlamasıdır.

Küreselleşme bağlamında uygulanan politikaların insanı ihmal etmesine paralel olarak Türkiye’de uygulanan politikaların da insanı ihmal etmesi toplum tarafından fazla yadırganmamaktadır. İşsizliğin ve yoksulluğun derinleşmesi ile derinden seyreden ekonomik krizin sosyal krize dönüşmesi halinde ise, Cumhurbaşkanını seçmiş ve günü kurtarmış olan bugünkü iktidar işbaşında ve hesap verme durumunda olmayacaktır!  
_______________

* Prof. Dr.
 

1594380cookie-check2006 için kriz söylemleri

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.