Diyojen’in Sinop’u nükleer santral istemiyor!

Türkiye’den gizlenen nükleer santral gerçeği Japon ve Fransız uzmanların da katılımıyla Sinop’ta tartışıldı: “Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz, ya da dünyamıza inecek ölüm…”
 
YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE – Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu tarafından Sinop’ta düzenlenen  ‘Nükleer ve Hukuk’ sempozyumuna, Türkiye’deki çevre hukukçularının yanı sıra Japonya ve Fransa’dan gelen hukukçu ve gazeteciler katıldı. Türkiye’nin ikinci nükleer santrali olarak Fransız ve Japonlar tarafından Sinop İnceburun’da kurulması planlanan nükleer santralde üretilecek elektriğin 20 yıl boyunca Türkiye tarafından satın alınacağını belirten TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Ali Arabacı, bunun enerjide dışa bağımlılığı artıracağına söyledi. Her yönüyle büyük risk taşıyan nükleer santral tercihinin, ‘teknik bir zorunluluktan’ kaynaklandığının düşünülemeyeceğini savunan Arabacı, “Bunun siyasi bir tercih olduğu bellidir; böyle bir tercih siyasi boyutundan soyutlanıp, bir zorunluluk olarak savunulamaz. Oligarşik çıkarlar yoksa bu tercih, Emperyalist hiyerarşide daha yükseklere tırmanma, bölgesel güç olma, siyasal ve askeri prestij kazanma arzusudur” diye konuştu.
 
Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu tarafından Sinop’ta düzenlenen ‘Nükleer ve Hukuk’ başlıklı sempozyuma, anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Sinop Baro Başkanı Hicran Kandemir, Samsun Baro Başkanı Kerami Gürbüz ve komisyon üyesi çevre hukukçularının yanı sıra yurt dışından hukukçu ve gazeteciler katıldı.
Japon Mitsubishi ile Fransız AREVA şirketinin ortaklaşa yapması planlanan Sinop Nükleer Santralı’na ilişkin her iki ülkeden katılan hukukçular da konuyla ilgili bilgi ve görüşlerini paylaştı.
KOMİSYONUN ÇAĞRISINA SADECE ÜÇ ÜLKE YANIT VERDİ
Sempozyumda konuşan Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Av. Ali Arabacı, olası bir nükleer kazada radyasyondan etkilenme ihtimalinin yüksek olduğunu belirterek, “Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin hukukçuları da burada olsun ve ortak bir sivil güç oluşturalım istedik. Ayrıca, santralin yapımını üstlenen ülkelerin hukukçuları ne düşünür doğrusu, onu da merak ettik. Bu amaçla yazdığımız yazılara sadece Gürcistan,  Bulgaristan ve Japonya Barolar Birliği başkanları yanıt verdi. Diğerlerinden maalesef hiçbir yanıt alamadık. Yanıt verenler de sadece iyi niyet dileklerini bildirdiler” diye konuştu.
‘SINIRSIZ YAĞMANIN SONU DOĞANIN İNSAN ELİYLE İFLASI’
1986 yılında meydana gelen Çernobil nükleer kazasında binlerce insanın öldüğünü ve çevrenin yok olduğuna dikkati çeken Arabacı, 2011’de Japonya’da yaşanan Fukuşima nükleer faciasının yarattığı tahribat ve insan kıyımının ise dünyayı derinden etkilediğini belirterek, “Ama nükleer enerji tekellerini hiç etkilemediği görülüyor.  Tabii onlara destek olan, onlarla işbirliği yapan ülke yöneticilerini de yadırgamadık. Zira dünyamızdaki egemen sistemin serbest piyasacı, kapitalist sistem olduğunu biliyoruz. Şunu da biliyoruz ve görüyoruz ki; sermayeci düzenle çevre birbirine aykırı düşen iki kavram. Kapitalizmin sınırsız kazanç güdüsü, kaynakları sınırlı olan doğa ile bağdaşmıyor. ‘Ne olursa olsun önce ve her zaman kazanç’ amacındaki kapitalizm, sadece emeği sömürmüyor, aynı zamanda tüm canlıların ve insanlığın ortak mirası doğal ve tarihsel kaynakları da sınırsız yağmalıyor, talan ediyor, soyuyor. Doğanın insan eliyle iflas etmesinin ya da iflas noktasına gelmesinin temel nedeni bu değil midir?” diye konuştu.
‘BÜYÜME HALKIN VE DOĞANIN YARARINAYSA DEĞERLİ’
Bu yaşananlar hakkında, ‘kapitalimin doğa emperyalizmi’ benzetmesi yapan değerli bilim insanı Türkkay Ataöv’ün sözlerini anımsatan Arabacı, şöyle konuştu: “Bu bilinç içinde, emperyalizmin hedefi olan üçüncü Dünya ülkeleri, işbirlikçi küçük bir azınlık dışında büyük çoğunluğuyla; çevreyi bir mal gibi gören tekelci sermayeye ve onun küresel aracı olan emperyalist sömürüye teker teker karşı çıkmak, bu yöndeki eylemlerini birleştirmek ve yeni düzeni, kendi halklarına saygı duyacak biçimde kurmak zorundadırlar. Bizim için, ekonomik büyüme ya da sürekli gelişme, hem dünya halklarının çıkarlarına ve ihtiyaçlarına, hem de çevreye uygunsa değerlidir. Ütopik olabilir ama çare; ulusların, halkların, bireylerin ‘zenginlikleri’ adilce paylaşmalarıdır.
‘YARGI DENETİMİ OLMADAN TÜRKİYE YAĞMALANIYOR’
Türkiye de, var olan dünya düzeninden fazlasıyla payını alıyor; doğa ve kentler, toprağıyla,  suyuyla, havasıyla, ormanıyla, yer altı kaynaklarıyla, yargı denetimi de dâhil, hiçbir engel tanımadan fütursuzca soyuluyor, yağmalanıyor. Ne fosil yakıtlı santrallerin, ne de nükleer santrallerin neden olduğu yıkıcı, zararlı sonuçlar, onları durduruyor. Kömür ve diğer fosil yakıtlı santraller ile nükleer santral yapımları hızla sürüyor, yeni santraller için, yeni ihaleler açılıyor. Bunlardan biri de burada, 2023 yılında faaliyete girmesi planlanan 20-22 milyar dolarlıkİnceburun Yarımadasının deniz kenarında yapılacak olan Nükleer Enerji Santralidir.
‘JAPON VE FRANSIZLAR ÜRETECEK, TÜRKİYE SATIN ALACAK’
Santrali, Japon Mitsubishi şirketi ile Fransız AREVA şirketi yapacak. 4480 MW gücündeki su soğutmalı santral, yılda 34 milyon kWh elektrik üretecek ve üretilen elektriğin tamamını 20 yıl boyunca, kilovat saati yakıt dâhil 11.83 sent bedelle Türkiye Cumhuriyeti Devleti satın alacak.
İLK NÜKLEER SANTRAL İÇİN İPTAL DAVASI AÇILDI
Türkiye ilk nükleer santralini Mersin Akkuyu’da yapmaya başladı. Rus ROSATOM şirketince yapımı süren Santralle ilgili TBB’nin de aralarında olduğu çok sayıda kişi ve kuruluş iptal davası açtı. Yargılama sürmekle birlikte, alınan bilirkişi raporunun bilimsellikten uzak, olumsuz olduğunu söylemeliyim. Diğer yapımı planlanan yer ise Kırklareli İğneada’dır. Santral için seçilen üç bölgenin de bir doğa harikası olduğunu söylemeliyim.”
‘CANLI YAŞAMA SÜREKLİ TEHDİT OLUŞTURUYOR’
Nükleer enerjinin doğaya ‘geri dönüşü olmayan’ zararlar verdiği, yıkıcı, kirli, pahalı, tehlikeli olduğu, canlı yaşama sürekli tehdit oluşturduğunu biliyoruz” ifadelerini kullanan TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Ali Arabacı, “Uluslararası Atom Enerji Kurumu bile, nükleer santral yatırımlarının yapım, söküm ve atık maliyetinin çok pahalı olduğunu, işletme güvenliğinin uluslararası standartlara haiz olması gerektiğini, atık sorununun halledilemediğini ve santralin teröristlerin eline geçme riski bulunduğunu kabul ediyor. Bu arada Dünya, Çernobil ve Fukuşima gibi gizlenemeyen büyük nükleer santral kazalarını yaşadı. Dünya kamuoyunun bilgisinden kaçırılan irili ufaklı çok sayıda nükleer kazanın yaşandığı da biliniyor. Bu kazalarda binlerce insanın yayılan radyasyondan etkilenerek öldüğü, sakat kaldığı, genetiği bozuk doğumlara neden olunduğu, doğanın dengesinin ise geri dönülemez şekilde bozulduğu görüldü” diye konuştu.
ÇERNOBİL VE FUKUŞİMA’DA KAÇ KİŞİNİN ÖLDÜĞÜ BİLİNMİYOR
Çernobil ve Fukuşima felaketlerinin insan yaşamına ve çevreye verdiği zararın, aradan geçen uzun yıllara karşın hala tam olarak hesap edilemediğini vurgulayan Arabacı, kaç kişinin bu nedenle öldüğü ve halen ölmekte olduğunun belli olmadığına dikkati çekerek, şunları söyledi:
30 YIL SONRA BİLE ÇELİK ÖRTÜ İLE ÖRTÜLÜYOR
“Öyle ki, radyasyonun önlenebilmesi için 30 yıl sonra bile, Çernobil üzerine çelik örtü örtülmeye çalışıldığını öğreniyoruz. Bu kazalardan sonra, kamuoyunun ağır baskısına dayanamayan bazı batı ülkeleri, ülkelerindeki nükleer santralleri belli bir zaman dilimi içinde kapatma kararı almışlar, başta ‘güneş’ olmak üzere temiz, yenilenebilir enerjiye yönelmişler, çevreyi korumayan, sürdürülebilir olmayan teknolojileri terk etmeye başlamışlardır.
 
‘ENERJİ TEKELLERİ ATIKLARINI PAZARLAMA TELAŞINDA’
O ülkeler için böyle bir karar çok doğru olmakla birlikte, nükleer enerji tekellerinin, sanki başka dünyada yaşıyorlarmış gibi, yatırımlarını üçüncü dünya ülkelerine yönlendirmelerini, oradaki işbirlikçi kişi ve yöneticilerle birlikte nükleer santral kurmaya kalkmalarını nasıl izah edeceğiz? Öyle anlaşılıyor ki, uluslararası enerji tekelleri, dün olduğu gibi, bugün de kendi artıklarını bizim gibi ülkelere pazarlama telaşındadırlar. Uluslararası örgütler, dünyayı yaşanmaz hale getiren, ne insani, ne ahlaki, ne de çevresel hiçbir değer tanımayan bu tür girişimlerin önüne geçmek zorundadır.  Neo liberalizm adına, küçük bir azınlığın çıkarlarını koruyacağız diye, dünyanın yok olmasına göz yumulamaz.”
 
‘ENERJİDE DIŞA BAĞIMLILIĞI ARTIRACAK’
Türkiye’nin güneşi ve rüzgârı bol bir ülke olduğunu vurgulayan Arabacı, “Türkiye, neden yenilenebilir enerji teknolojisini geliştirmez? Neden enerji ihtiyacını en az riskli olan ve maliyetleri nükleer enerji ile karşılaştırılamaz şekilde az olan güneşten ve diğer yenilenebilir kaynaklardan sağlamaz? Büyük yatırım gerektiren, enerjide dışa bağımlılığı artıran ve her yönüyle büyük risk taşıyan bu nükleer santral tercihinin, “teknik bir zorunluluktan” kaynaklandığı düşünülemez. Bunun siyasi bir tercih olduğu bellidir; böyle bir tercih siyasi boyutundan soyutlanıp, bir zorunluluk olarak savunulamaz. Oligarşik çıkarlar yoksa bu tercih, Emperyalist hiyerarşide daha yükseklere tırmanma, bölgesel güç olma, siyasal ve askeri prestij kazanma arzusudur” görüşünü dile getirdi.
‘TÜRKİYE’NİN NÜKLEERE İHTİYACI YOK’
Konuşmasında Elektrik Mühendisleri Odası’nın raporuna da değinen Arabacı, raporda,  “Ülkemizin, nükleer santrallardan üretilecek enerjiye ihtiyacı olmadığı, kamu kurumlarının talep tahminleri ve arza yönelik atılan adımlar açıkça göstermektedir. EMO’nun yaptığı hesaplamalara göre, yalnızca inşaatı devam eden tesislerle bile, nükleer santraller olmadan, baz senaryoda 2026 yılı için tahmin edilen tüketim talebinin yüzde 25 daha fazlası karşılanabilecektir” ifadelerine yer verildiğini belirterek şunları dile getirdi:
ESKİ JAPON BAŞBAKANIN TÜRKİYE İÇİN DUYDUĞU PİŞMANLIK
“Görüldüğü gibi Türkiye’nin nükleer enerjiye ihtiyacı da yoktur. Enerji ihtiyacını artıran, bu artışa gereksinim duyan gerçekte sistemin kendisidir. Zira kapitalist üretim tarzının, sürekli büyümek zorunda olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Öte yandan, geçtiğimiz aylarda gazetelere yansıyan bir haber dikkat çekiciydi. Haber Şöyle: ‘Sinop İnceburun’a yapılması planlanan Türkiye’nin ikinci nükleer santral projesini üstlenen Japonya’nın eski başbakanı Naoto Kan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a nükleer santral yapımı için Japon teknolojisini önerdiği için pişman olduğunu belirterek “Türkiye gibi sismik ve terör riski olan bir ülke, nükleer santralden vazgeçmeli” dedi. Devamla “ Nükleer santrallerin yüzde yüz güvenliğinin garanti edilmesi oldukça zordur. Bunları göz önüne alarak, Türk halkı için en iyi, en güvenli şehrin nükleer santrali olmayan şehir olduğuna inanıyorum. Türkiye gibi büyük bir ülke, güneş ya da rüzgâr enerjisine yatırım yapmalı, enerji politikalarını bunlar, yenilenebilir enerjiler üzerine kurmalıdır.’
 
‘NÜKLEER ACİLEN TÜRKİYE’NİN GÜNDEMİNDEN ÇIKARILMALI’
Sayın Naoto Kan’ı dinleyen oldu mu? Hayır. Türkiye, uluslararası nükleer enerji tekellerinin oyununa gelmemelidir. Ülkemizi hem ekonomik, hem güvenlik, hem de yaşadığımız çevre açısından büyük bir kriz içinde bırakacak olan nükleer santraller, acilen Türkiye’nin ve insanlığın gündeminden çıkarılmalıdır. Şairin dediği gibi, ‘Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz, ya da dünyamıza inecek ölüm.’ Türkiye Barolar Birliği olarak bizler, bu mücadelenin içinde olmaya, katkı sunmaya hazırız.”
                   
2075350cookie-checkDiyojen’in Sinop’u nükleer santral istemiyor!
Önceki haberKaos mu, teslimiyet mi?
Sonraki haberKıbrıs Türkleri’nin kuracağı vakıf ‘Emanetçi’ arıyor
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.