29 Kasım’ın önemi

Krizlerin sonlanması iki şekilde olur. Sermayenin güçlü olduğu, emek hareketinin olgunluğa erişmediği ve donuk olduğu durumlarda krizden sermaye kârlı çıkar. Güçlü ve başat sermaye rakiplerini piyasadan kovar ve piyasanın önemli bir bölümünü elde ederek kârlı çıkar. Nitekim, büyük bir holdingin yöneticisi, 2001 krizinden kârlı çıkmış olduklarını, bu krizden de kârlı çıkacaklarına inandıklarını açıkça söyledi. Krizlerin sonlanmalarındaki diğer alternatif ise, emekçilerin siyaset ve ekonomi alanına hakim olmaları ve sermaye karşısında güç kazanmalarıdır. Harp gibi büyük siyasal dönüşümler içinde devrimci bir dönüşümün yaşanmadığı koşullarda, emekçi hareketinin avantajlı çıkması, maalesef, fazla olası görülemez. Ancak, yaşanan işsizlik ve yoksulluk sonucunda oluşabilecek sosyal çalkantıları önleyebilmek için bazı sosyal destek programları geliştirilebilir, fakat böylesi programların etkileri de uygulama süreleri de oldukça kısa olur. Zira, kriz bazı sermaye kesimlerini çökertirken, aynı amanda güçle ayağa kalkan sermaye çevrelerinin de siyasetteki etkisi artırır. Hal böyle olunca, emek yanlı sosyal projelerin fazla genişletilmesi, güçlü sermaye yapısının karşı çıkışı karşısında fazla etkili ve güçlü olamaz.

29 Kasım’da Ankara’da KESK ve DİSK’in tertiplediği ve birçok başka örgütlerin de katıldığı eylem, içinden geçilen dönem açısından fevkalade önemlidir. Böyle bir eylem tabiatıyla derhal devrimci hareketi gündeme getirmeyecektir. Ama bu eylem, iki açıdan çok önemlidir. Birincisi, 1980’lerin ve küreselleşmenin etkisiyle dağılan ve örgütsüzleşen emekçi çevreleri uyandırıp yeniden canlandırma ve derinleşen yoksulluk karşısında harekete geçirme etki ve gücüne sahip olabilir. Böylece, krizin emek cephesini aşırı derecede vurması önlenip, ve yaşanabilecek yoksullaşmanın şiddeti hafifletilmiş olabilir. İkinci ve daha da önemli olarak da, bu hareket istihdam içi ve dışı emekçileri bir araya getirerek, hatta emek cephesi ile sermaye dışı diğer sosyal grupları bir araya getirerek sermaye karşısında daha güçlü ve kararlı bir sosyal cephe oluşumunu sağlıyor olabilir Böyle bir sosyal cephenin oluşturulması, emek-yanlı hareketlere hız katabilir ve sermayenin siyasal kararlar üzerindeki etkisini hafifletebilir.

Tüm bu tasarılar ve girişilen eylemler, belki de hayallerimizi biraz fazla hareketlendirmiş olabilir. Ancak, hiçbir eylem ümitsizlik ve yeis üzerinde değil, iyimserlik ve güçlü beklentiler üzerinde yükselir. Özellikle de, girişilen mücadele insanlık onuruna ve haysiyetine yakışır şekilde insanalığı özgürlüğe kavuşturmayı amaçlıyor ise! Hem teorik hem de pratik açıdan kısa sürede sermayeye karşı kesin ve vurucu netice almayı beklemek doğru ve geçerli değildir. Sermaye hakimiyetinde ilerleyen kapitalizmin çöküş aşamasında olduğu bir gerçek olmakla beraber, halen güçlü bir orduya ve başta burjuva üniversiteleri olmak üzere, etkili ideolojik aygıtlara sahip olan kapitalizmin hâlâ belirli bir süresi olduğu açıktır. Ancak, bu tür eylemler uzun soluklu birikimlere katkı yaparak, gelecekteki kesin mücadelenin dayanaklarını oluşturur.

Ancak; sermaye ve emek cephelerinin mücadele tarzları birbirinden farklıdır ve, maalesef, bu farklılık sermaye cephesine avantaj sağlamaktadır. Şöyle ki, sermaye kesimi basın ve doğrudan temaslar yoluyla hükümete tavsiyelerde bulunurken, emek kesimi hükümete taleplerini sokakta yöneltmektedir. Farklı stratejiler karşısında hükümet, sermaye cephesinin taleplerine sözlü yanıtlar verirken, emekçilerin karşısına polisiye önlemlerle çıkmaktadır. 

Dikkat edilirse, sermaye taleplerini dile getirirken birbiri ile bağlantılı iki noktaya çok dikkat etmektedir. Bunlardan birincisinde, sermayenin zarar görmesinin ulusal ekonominin zarar görmesi şeklinde algılanması sağlanmaya çalışılmaktadır. Başka bir deyişle, sermaye cephesi, krize karşı sermaye cephesine destek verilmesini ulusal bir mesele olarak ortaya koymakta ve bu taleplerinin yerine getirilmemesi durumunda ulusal maliyetlerin yüksek olacağını vurgulamaktadır. Sermayenin hükümete yüklenirken dikkat ettiği ve birinci konu ile yakından ilişkili ikinci nokta ise, yaşanan küresel kriz ortamından yararlanarak, işçi çıkarma vb gibi önlemleri hiçbir şekilde gündeme getirmemek olmaktadır. Bu noktayı sermaye, basına da fazla sızdırmamaya gayret ederek, kamuoyunun gözünden uzak tutmaktadır.

Bu durum karşısında, maalesef, kriz yönetimi bakımından sermayenin görüş açısı öne çıkabilmektedir. Nitekim, basında izlenen görüntü de aynen böyledir. Sosyal protesto ve/veya tepki ortaya koyulurken onun arkaplan kurmay hazırlığının çok iyi yapılması ve eylemin bu arkaplan kurmay hazırlığın üzerine oturtulması, sonuç alınması açısından çok önemlidir. Aksi halde, girişilen eylem, kamuoyu gözünde salt bir protesto, hatta maddî anlamda sermayeyi yoketmeye yönelik bir hareket olarak görülür ve fazla destek görmeyebilir. Oysa, emekçilerin maddî anlamda sermayeye karşı bir tavrı olamaz, emekçinin tepkisi sermayenin mülkiyet biçiminedir. Maddî anlamda sermaye emeğin verimliliğini yükseltir ve topluma refah sağlar. Bu görüşle, emekçi örgütlerinin küreselleşen ve medya iletişiminin bu denli önem kazandığı bir ortamda haklarını aramada yeni ve daha etkili, kamuoyunu daha güçlü şekilde etkileyebilecek önlemler geliştirmesi kaçınılmazdır. Emekçiler mücadelelerinde, sermayenin mülkiyet biçimine karşı mücadelenin özünün salt emekçi hakları olmayıp, tüm toplumun özgürlüğü ve rafahı olduğu vurgulanarak, tüm toplum katmanlarının mücadeleye katılması sağlanabilir.      

Kapitalizmin tarihsel yürüyüşü Keynes’in karşısında Marx’ı haklı çıkarmıştır. Konjonktürel dalgalanmalar açısından ise, Keynes’i Friedman ve von Hayek karşısında haklı çıkarmıştır. Bu konuyu da, gündem değişikliği olmadığı koşulda, gelecek sefere tartışmak üzere.

_________________

* Prof. Dr.

1595040cookie-check29 Kasım’ın önemi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.