Mesleğe adım atalı 40 yıl olmuş. Bu süreçte pek çok uç insanla söyleşi yaptım, sıradışı haberleri kaleme aldım. Yazdıklarımın başımı ağrıttığı da çok oldu hani. Beğenenler pek takdir etmese de, beğenmeyenler tepkide topuzu kaçırdı genellikle.
28 Aralık’ta Londra’ya geleli 30 yıl olacak. “İyi mi kötü mü yaptım?” Bilmiyorum dostlar. Şöyle geçmişe bakınca gazetecilikten kendi yaşamımı sürdürmeye yetecek para kazanamadım doğrusu. Başka ilgisiz işler yapıp meslekten kopmamaya çalıştım. Yani akıl harcı değil ama bizim değirmene başka değirmenden su taşıdım durdum.
1986 bir öğle vakti Savoy Hotel’de başbakan Turgut Özal basın toplantısına tam başlamıştı ki karşısındaki koltuğumun altındaki büyük teyibe gözü takıldı. Bu dev aygıtı bomba mı sandı ne çok gerildi. Oysa Ulusal Basın Ajansı temsilcisi olarak salona girerken sıkıca da aranmıştım. O günlerde kasapta sabah 5-10 arası çalışıyordum. Fotoğraf makinesi ve teyip alacak param yoktu. Ev arkadaşımın teyibi, beni “Alman turiste” benzetse de önemli olan işleviydi di mi? Salondakilerin çoğu da teyibin muhteşemliğinden daha çok et kokmamdan rahatsız olmuşlardı hani. Aynı akşam Büyükelçilik’teki resepsiyonda da işler sarpa sardı. Özal beni işaret edince korumalar ensemde boza pişirdiler. O teyibin sonu ise hüzünlü oldu dostlar. Ev arkadaşım Ferdi Tayfur filmlerindeki gibi elinde teyip, teyipte sevdiği türkü ile ırmağa girince, zavallı bir daha çalmamak üzere sustu.
Nokta dergisi Londra temsilciliğini yaptığım 90’larda Supremia International’da tasarımcılık ve üçüncü iş olarak da Kentish Town metro çıkışı yanındaki küçük mekanda çiçekcilik yapıyordum. Yıl sonu geldiğinde X’mas ağaçları da satmaya başladım. Baktım herkes çam satıyor, “Eve servis” kampanyası başlattım. Çamları Mini’nin üstüne atıyor müşterinin kapısına kadar götürüyordum. Bir gün müşteri kapısına not bırakmış, “Dear X’mas tree man, I’ll be home soon. Please wait me…” O notu hala saklıyorum. O sattığım kesik çamları da “günah”larım arasında sayıyorum.
2003’ün başıydı sanırım. Hürriyet Londra’da, arkadaşım Faruk Zabcı’yla birlikte çalışıyoruz… Hürriyet İstanbul haberlerimizi sürekli ve saçma sapan biçimde değiştiriyor, Zabcı alışmış ama ben deli oluyorum. Zabcı ile abi kardeş gibiyiz, velakin çok sık da kapışıyoruz. Yine böyle bir kapışmada “Yeter yahu!” dedim ve çeketimi alıp çıktım. Tabelacı Zeki “Sen iyi bir tasarımcısın, gel bize çalış” dedi. O yıllarda Green Lanes’de bütün çocuk renkli tabelalar onun eseriydi. Bu usta tabelacı “Biliyorum caddenin görselini kirletiyorum ama onlar böyle istiyor” diyecek kadar da ince ruhluydu. Karakışta ısınması mümkün olmayan o dev bir atölyede tabela tasarımları yapmaya başladım. Keraat vakti oldu mu Zeki çilingir sofrasını kuruyordu. Öyle bir akşam, “Ya hoca attan inip eşeğe bindim, diye üzülmüyorsun di mi?” diye sordu. “Yok” dedim, “Sen yazdıklarımı asla değiştirmiyorsun ya, yeter bana!”
2010’larda Açık Gazete’de koştururken eski eşime, yemek kursu hizmeti veren Yemek Kulübü’nü açmıştık. Yemek Kulubü, sağlıklı beslenme ve gıda duyarlılığını saptayan York Testi’nin temsilciliğini de üslendi. İlk günler test yaptıracak toplum üyelerine “ücretsiz taksi” olarak eski eşimi getirip götürken, “ikimize gerek yok, sen gitmişken kan da alıver” deyince ihale üzerime kaldı. İnanmayacaksınız ama 200’e yakın eve uğrayıp kan örneği aldım. Anadolu insanı misafirsever, çaysız bırakmıyor. Oturup lahmacun yediğim bile oldu valla. Gittiğim evlerdeki genellikle ilk soru, “Nerelisin hemşehrim!”… “Tottenhamlıyız artık” desem de karşıdakini kesmiyor, “Yahu memleket neresi?”, “Akşehir”, “Orası da neresi yanu?”, “Konya’ya bağlı”, “Oradan adam çıkmaz yahu!”, “Yahu ne yapacaksın adamı? İki üniversite bitirmiş koç gibi bir iğneci var karşında ya! Yeter! Çok bile!” Bir keresinde de bir kadın, “Sizi bir yerden gözüm ısırıyor” deyince, “Sizin haberinizi yapmıştım” dedim. Kadın önce “Ne alaka” dedi, hatırlayınca da ekledi: “Bir çay daha alın Allahaşkınıza!”
Biraz geriye dönüp başka bir anı anlatayım. 2004’de Olay Gazetesi yazı işleri müdürüydüm. Gazetecinin bavulu masasının yanında olur ya… İşten ayrıldım. Milliyet Londra Temsilcisi arkadaşım Nevsal Elevli arayıp, “Şimdi ne yapacaksın?”diye sordu sağolsun. “Efes’te şarkı söyleyeceğim” dedim. “Aaa çok hoş” deyip sevindi. Bizimkisi Efes’i gerçek sanınca sürdürdüm. “Yahu geçen Cumartesi ilk programımı yaptım. Benden önce sahenye çıkan arkadaşların başından aşağı gül döktüler. Ben çok mahsum kaldım” dedim. Nevsal üzüldü, “Üzülme canım biz gazeteciler bir gün toplu gelir sana gül dökeriz.”
Bana her zaman gül döken arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Bu örnekleri çoğaltabilirim dostlar. Gazeteci olunmaz doğulur. İşte yazısını okudğunuz anadan doğma bir gazeteci dostlar. Üstelik, ezilenden yana, mağdurdan yana, gerçek bir demokrasiden yana, sosyalizmden yana, devrimden yana…
Meslekte 40’ncı yıla dik girmenin keyfini yaşıyorum…
Dostlar muhabbetin gerisi 12 Aralık Cuma saat 19’da DAY MER salonundaki Açık Gazete Gecesi’nde. Görüşmek dileğiyle…