AB bir yaşam projesi mi?

Günümüzde Avrupa Birliği konusu öyle bir hale geldi ki, özellikle Türkiye’de, takım tutar gibi, bir dine inanır gibi, insanları cephelere ayırdı…Bir  AB yanlıları oluştu bir de AB karşıtları… Ortada bir şeyler söyleyenler ise ne kimseye yaranabildiler ne de sevildiler…

Hayatım boyunca ortada bir insan olmadım ben, olmaktan da haz etmedim… Yönüm bellidir, dünya görüşüm bellidir, insani değerlerim ve önceliklerim her zaman karşımdaki insanlar tarafından bilinmiştir. Bu nasıl bir insan acaba, şuna mı inanıyor buna mı, öyle mi düşünüyor böyle mi diye zihinlerde bilmece yaratan o yuvarlak insanlardan olmadım hiç ve olmamak için de büyük bir çaba harcadım…

Onun için şimdi burada AB konusunda da açık ve net olmaya çalışacağım. Bu konudaki  yaklaşımımı belirtmek için şöyle başlayacağım; benim için AB, dünya işbölümünün bugünkü geldiği süreç ve dünya sisteminin işleyişinden bağımsız ele alınabilir bir şey değildir. Bugün dünya işbölümünü belirleyen aynı güç ve dengeler AB için de geçerlidir ve AB bir taraftır. Yani dünya güçlülerin ve güçsüzlerin dünyası, ya da belirleyenlerin ya da belirlenenlerin dünyası diye ikiye ayrılıyorsa, AB  burada güçlülerin, belirleyenlerin tarafındadır… Yani AB bizim gibi ülkelerin karşısında yer almaktadır…

Bununla birlikte Türkiye’nin tercihini kapitalizmden ve Batıdan yana yapmış bir ülke olarak, mevcut düzenin  güçlülerinin arasına katılmak istemesi, dünya iş bölümünde belirleyici bir güç olarak yer almaya çalışması yanlış bir şey değildir.

Bunun için yapması gerekenin dünyadaki belli başlı belirleyici ya da düzenleyici organizasyonlarda karar verici  pozisyonda bulunabilmek, yani bu oluşumlara tam üye olarak katılabilmek olduğunun farkında olması ve bunun için çaba harcaması da anlaşılır bir şeydir. Ve Avrupa Birliği Türkiye’nin bu hedefine ulaşmasını sağlamada önemli bir basamaktır…

Gerçekten de bugün 25 üyeli Avrupa Birliği, dünya iş bölümünün önemli düzenleyici ve karar verici güçlerinden biridir. Bu oluşumda tam üye olarak yer alacak bir ülke aynı zamanda dünya ticaretinin, mal ve hizmet dolaşımının, uluslar arası diplomasi ve ilişkilerin etkin bir tarafı ve katılımcısı olacaktır…

Dediğim gibi, tercihini kapitalist sistemden yana yapmış ve Batılılaşmayı kendisine hedef almış bir Türkiye için AB gerçekten doğru bir hedeftir ve  AB’ye girme isteği yerindedir…

Ama ortada bir gerçek var ki o da olayların nesnel koşullara göre belirleneceğidir. Yani dünyada  mevcut güç dengeleri neyi gerektiriyorsa Türkiye’nin dünya iş bölümündeki yerinin de ona göre şekilleneceğidir.

AB’ye haklı ya da haksız karşı olanları ayrı tutarsak, AB’ye taraf olmak isteyenlerin anlamak istemedikleri, Türkiye’ye Avrupa’nın ya da dünyanın karar verici güçlerinin mevcut dünya iş bölümünde biçtikleri rolün, kendi kafalarında hayal ettikleri gibi belirleyici, etkin bir rol olmadığı, olamayacağı gerçeği, bu nesnel durumdur.

Bu rolün, dünya iş bölümünde güçlülerin yanında, eşit konumda, karar
verici ve etkin pozisyonda yer almak değil, aksine  pasif, belirlenebilir ve yönlendirebilir bir konumda edilgen bir Türkiye olarak belirlenmiş olduğu gerçeği, bu bizim gerçeğimizdir…

Batı bizi hep öteki olarak görmüştür ve öyle görecektir…

Gerçekten de, bu güne kadar AB’nin Türkiye’ye karşı tutumu düşünülürse, yaşanan deneyimler de bunu göstermektedir.

Bugün 3 Ekimde resmen AB-Türkiye arasında müzakerelerin başlamış olması bu nesnel durumu, dünya iş bölümünün gerçeklerini ve güç dengesinin gereklerini değiştirmeyecektir.

Türkiye’ye biçilen rol eğer kendi masalarında ve aynı konumda dünya meselelerini tartışmak, dünyayı biçimlendirmek gibi belirleyici bir rol değilse Türkiye’nin yeri de Avrupa Birliği veya dünya iş bölümünün belirleyenlerinin yanı olmamalıdır.

Türkiye istese de bu olmaz… Onlar Türkiye’yi hiçbir zaman kendilerinden biri olarak görmeyeceklerdir. Aksine onu her zaman kendisinden bir takım tavizler koparmak isteyecekleri, birtakım suçlamalar ve dayatmalarla sürekli müdahale edebilecekleri,  yaşam standardını, adalet düzenini, dününü, bugününü sorgulayıp kolayca yargılayabilecekleri ve aleyhine sürekli dosyalar hazırlayıp bunu dünya kamuoyu önünde kendisine kabul ettirmek isteyecekleri bir öteki konumunda görmek isteyeceklerdir Türkiye’yi…

Nitekim AB’nin bugün tam üye olmuş 25 ülkeden hiç birine Türkiye’ye dayattığı koşulları dayatmaması, Türkiye’nin tam üye olmadan gümrük birliğini gerçekleştirmesini istediği tek ülke olması, Türkiye’nin bu maceraya atıldığı yıllarda başka bir sistemin, bambaşka bir dünyanın parçaları olan ülkelerin bile  bugün AB’ye tam üye olduğu süreçte Türkiye’nin hala AB kapısında süründürülmesi ve önümüzdeki süreçte de her an her şeyin sil baştan olabilme riskinin bulunması, bütün bunlar yeterli ip uçları değil midir?

Bugün 3 Ekimde ipler her dönüm noktasında olduğu gibi bir kez daha gerildi ve kopma noktasına gelinmeden tehlike atlatılabildi. Ama önümüzde 35 dosya olduğu söyleniyor ve her 35 dosya için 25 ülke defalarca oy birliği ile Türkiye’yi onaylamak durumunda, bu ip bu gerginliğe daha ne kadar dayanır sizce…
 
Bu ilişkide Türkiye’nin sabrı deneniyor gerçekten.

Bu arada bazı çevrelerde danışıklı dövüşüklü oyun oynuyor. Her iki tarafın da sınırları biliniyor aslında. Ama bir şekilde bu mesele temcit pilavı gibi her seferinde pişirilip pişirilip halkımızın önüne konuyor. Her seferinde yeni bir ulusal meseleymiş gibi bu konu yeni bir heyecan ve umutla ülke gündemine oturuyor ve  aynı kısır döngüler tekrar tekrar yaşanmaya devam ediyor…

Tam bir yılan hikayesi yani…

Birileri AB’ye tam üye olma hedefini  Türkiye için bir yaşam biçimi haline getirmek istiyormuş gibi bir durum var ortada.  Birileri ülke AB ile yatsın  AB ile kalksın istiyor gibi sanki…

Peki bununla ne amaçlanıyor?

Belki de büyük vizyonlar oluşturamayan bir ülkenin halkını geleceğe motive etmede hazır vizyon olarak bu oluşumu hedef alması ve bu şekilde ufku olmayan bir topluma ufuk yaratmak yerine, var olan  ulaşılmaz bir ufku gösterip, yarınlarınız işte orada denmek isteniyor kim bilir…

Boşa kürek çekmektense, ulaşması imkansız bile olsa bir hedef için kürek çekildiğini göstermek, amaçlanan bu her halde…

Bu arada bir yol alınırsa da ne ala…

Yani AB uğruna diye yapılıp ülke hanesine kazanım olarak kaydedilebilen
bir şeyler olursa da ne ala…

Son olarak AB’yi insanca ve hakça yaşam için ideal bir oluşum, bir hayat projesi olarak görenlere sözüm.

AB, bugün sözlerimin en başında da belirttiğim gibi dünya iş bölümünde bir taraftır ve bu taraf dünyayı bugün eşitsizleştiren, yoksullaştıran, kirleten, yok eden, silahlandıran, adeta savaş ve ölümlerle  tarih yazan emperyalist güçlerle aynı saftadır…

AB dünya işbölümündeki konumuna göre kendi cephesinin çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapacaktır…  Yani tavrını kendisiyle aynı tarafta yer alanlardan yana koyacaktır her zaman… Her zaman o ortak çıkarı korumaya çalışacak ve yeri geldiğinde bu çıkarları korumak adına diğer tarafta yer alanlara zarar verecek,  gerekirse bu amaçla dünyanın  yeniden ve yeniden kana bulanmasına göz yumacaktır…

Onun yeri güçlülerin yanıdır, yani bu sistemin kaymağını yiyen ve bu sistemi yöneten aynı çıkar çevreleri ile omuz omuza ve kol koladır AB…

Bu açıdan bu gerçeği görmezden gelmenin, ne bizim gibi azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler tarafında yer alan ve sistemde kendi belirlediği değil egemenlerin belirlediği yerde ve konumda yer alan ülkelere ne de daha adil ve insanca yaşamın olduğu bir dünya hayal eden insanlara bir faydası yoktur.

Bizler için AB’yi kurtarıcı bir melek, bir kurtuluş yolu olarak görmek, ne pratikte ne de mantıksal olarak geçerlidir…

Sistemin kendini inkar etmesi olur bu… Siz  karşı olan, öteki olan bir tarafı kurtarmaya çalışacaksınız, onu kalkındıracak evinizin içine alacaksınız, sonra da sofranıza oturtup gel ekmeğimi birlikte paylaşalım diyeceksiniz…

Bu sistem, karşıtların varlığı ile yaşıyorsa ve bir zenginin varlığı yoksulların olabilmesinden kaynaklanıyorsa, ya da yoksulların çoğalması oranında birileri daha zengin olabiliyorsa, yoksul ülkelerin gücünden eksilen, kesesinden eksilen, kaynaklarından eksilen, bu güçlü ülkelerin sistemdeki yerlerini pekiştiriyorsa ve güçlerine güç katıyorsa, neden sömürebildikleri, faydalanabildikleri bir konumda olan bir ülkeyi kendi taraflarına alıp üstelik onunla lokmalarını paylaşmaya razı olsunlar…

Bu akla mantığa uygun değildir. AB’yi bir gelecek projesi, emeğin Avrupa’sı, refahın Avrupa’sı olarak düşünen ve böyle görmek isteyenlere, keşke demekten başka diyecek bir şey bulamıyorum.

Keşke insanlığın böyle bir umudu olabilseydi, yani bir proje çıksaydı dünyada ve herkes ulusal kimliklerini, etnik, dini farklılıklarını unutup bu proje için, insanlığın ortak değerleri ve mutluluğu için, daha güzel daha insanca bir yaşam için el ele verebilseydi.

Keşke kapitalizmin kimlikleri parçalayan, insanları ötekileştiren, berikileştiren, eşitsizlikleri keskinleştirip adaletsizlikleri büyüten varlığı olmasaydı da AB bir gelecek projesi, yarınlar için bir umut projesi olarak sunulabilseydi insanlığa..

Ama sonuçta şunu anlamak zorundayız, AB bugünkü kapitalist dünya işbölümü ve egemen sistemden soyutlanarak ele alınabilir bir olgu değildir ve farklı bir oluşum olarak da düşünülemez.

Bugünkü kapitalist dünya işbölümünde AB’nin konumu ve rolü bellidir ve bu rolle AB, bugünkü dünya işbölümünün düzenleyicilerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yani AB kendi tarafında olmayan halkları, insanları, tek arzuları insanca  yaşamak olan dünyanın büyük çoğunluğunu her geçen gün  yoksullaştıranlarla,  işsizleştirenle el ele, kol koladır.

Bir avuç azınlığın refahı adına dünyanın  çoğunluğunun hayatını yaşanmaz hale getirenlerle aynı cephede, yan yana omuz omuzadır.

AB, biz yaşamını “sadece bir azınlık için değil herkes için insanca yaşam” mücadelesine adayanların karşısındadır…

Öyleyse geleceğimizin kurtarılmasını nasıl ondan bekleyebiliriz ki…

_______________

*Yar.Doç. Dr. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi

1079280cookie-checkAB bir yaşam projesi mi?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.