AB ve ekonomi

Türkiye ekonomisi iki çıpa üzerinde yürütülmektedir. Bunlardan biri IMF, diğeri ise AB üyeliği görüşmeleridir. Ekonomi üzerinde IMF bir tür “itme ivmesi”, AB üyeliği ise “çekme ivmesi” oluşturmaktadır. Kısacası, iterek ve çekerek, ekonomi bir şekilde biçimlendirilmeye çalışılmaktadır. Bugünkü tartışma konumuzu, ekonominin nasıl itildiği ve çekildiği, bu itilme ve çekilme ile ekonominin nasıl şekillendirildiği oluşturacaktır.

Önce, itilme ve çekilme üzerinde duralım. Bilindiği gibi, ekonomi üzerine 2000 yılı başında (hatta “izleme anlaşması”ile 1999’da) çöreklenen IMF, çok yoğun ve kapsamlı bir programla ekonomiye yeni bir şekil vermektedir. Bu yolda da bir hayli mesafe alınmış olmaktadır. Ekonominin ağır borçlu olmasından yararlanan iç burjuvazi ve dış finans çevreleri, IMF eliyle ekonomiyi dünya kapitalizmine eklemleme operasyonuna girişti.

Ekonominin sokulmaya çalışıldığı ve “piyasa” sihirli sözcüğü ile ifade edilen yolda, devletin küçültülmesi ve ekonomik işlemlerden dışlanması, kamu iktisadî teşebbüslerinin özelleştirilmesi, ekonominin denetimsiz ve korumasız olarak dış ticarete açılması, sosyal hakların törpülenmesi gibi, vahşi kapitalizmin politikaları adım adım uygulanmaya başladı. 

AB ile yürütülen üyelik görüşmelerinde de IMF ile aynı ekonomik çizginin dayatıldığı görülmektedir. Diğer bir ifadeyle, 2000 yılından beri IMF ile yürütülen programın hemen aynısı, bu kez de AB tarafından üyelik için gerçekleştirilmesi gereken uygulama politikası olarak karşımıza çıkarılmaktadır.

AB dayatmalarında da MAI, GATS veya TRIPS gibi anlaşmalara uyumlu olarak, devletin ekonomiden çekilmesi, yaygın özelleştirme, sosyal politikaların çökertilmesi, tarım desteklerinin kaldırılması ve ekonominin denetimsiz ve korumasız olarak dış ticarete açılması yer almaktadır.

IMF ve AB dayatmaları arasında içerik farkı yoktur, sadece uygulamada dayatma farkı vardır. Şöyle ki, IMF çok sık aralıklarla tüm ekonomiyi denetlemekte ve kredi limitleri kadar, bağlanan anlaşmalara göre verilmesi gereken kredileri de serbest bırakma yetkisini de elinde tutarak ekonomiyi fiilen şekillendirirken, AB daha esnek davranmakta ve ileri sürdüğü koşulların gerçekleşmemesi durumunda “ucu açık müzakereler”in neticelenmeyeceğini söylemektedir.

Türkiye ekonomisi üzerinde uygulanan itme-çekme politikası kapitalizmin ne denli uluslar-üstü ve küresel olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Zira, IMF’nin ağırlıklı olarak ABD’nin çıkarları doğrultusunda hareket ettiği düşünülürse, IMF ve AB’nin politika dayatmalarının  aynı doğrultuda olması, küreselleşmenin, ekonomik arenada güçler çatışması olduğu sonucuna varılır. Bir kere piyasa rayları oluşturulduktan sonra, güç merkezleri kendi göreli güçlerine göre paylarını alabilecekleri gibi, çevresel ekonomiler de güç merkezlerine daha yakın hizmet sunmakla yükümlü olacaklardır.

IMF politika dayatmalarının sonuçlarının yaşanmış olması, AB ile tam üyelik müzakerelerinin sonuçlarını öngörmeyi kolaylaştırmaktadır. Gerek IMF gerekse AB dayatmalarını genel politika dayatmaları olarak algılayıp, söz konusu politikaların ekonomi üzerindeki etkilerine yöneldiğimizde, söz konusu dayatma ve politikaların nasıl kısa dönemli parıltılar oluşturup, uzun dönemli sorunlar yaratmaya gebe olduğunu rahatlıkla görebiliriz.

Tüm politika dayatmalarının temel çizgisi, dünya kapitalizminin yaşadığı sıkışıklığın hafifletilmesinde Türkiye’yi de tam kapasite ile devreye sokmaktır. Bu politikanın iki ayağı vardır. Birinci ayağında, üretim ve tüketim merkezi olarak Türkiye’nin dünya kapitalizminin gereksinimlerine göre şekillendirilmesi, ikinci olarak da, birinci ayağın yürütülebilmesi için gerekli olan, finansal piyasalarda güveni sarsmayacak bir ekonomik yapı oluşturmaktır.

Dayatılan politikalara göre, Türkiye sıkışan kapitalizme öncelikle bir tüketim pazarı olarak açılmalıdır. Büyüyen tüketimi iç üretim yerine, tam veya bağlantılı olarak, dış üretimin karşılaması kanalı oluşturulmalıdır.

Tüketimin üretimi aştığı bir ekonomide carî açık yükseleceğinden, ekonomi dış finansal kaynaklar için de uygun piyasa oluşturacaktır. Ancak, böylece oluşturulan uygun finansal piyasanın güvenilir olması gerekmektedir. Bunun için de, devletin ekonomiden çekilmesi ve yoğun özelleştirmeler yanında, batık bankaların borçlarına kamu desteği verilmesi, sosyal hakların tırpanlanması, ücretlerin baskılanması gibi, piyasa dışı aktarım mekanizmaları eritilerek, tüm kaynakların piyasa içine alınması ve piyasadaki güç odaklarına aktarılması gerekmektedir.

Bu politikada iç burjuvazi ve onunla işbirliği içindeki siyasal erkin göz diktiği mekanizma ekonomiye giren kaynaktır. Ekonomiye giren kaynaklardan kısa vadeli ve spekülâtif amaçlı olanlara yüksek faiz verilerek, uzun dönemli ve reel yatırım niteliğindeki kaynak girişlerine ise kâr transferi olanağı oluşturularak, kısa vâdeli parıltıların uzun vâdede daha büyük carî açık ve ekonomik çöküntüye dönüşmesi kaçınılmaz olabilir.

Bu sorun, kısa vâdeli hesaplarla kapitalist merkezlere hizmet peşinde olan IMF’nin hiç derdi değildir. Bu sorun, uzun dönemli etkiyi göremeyecek kadar sıkışık durumda olan ve günü kurtarmaya çalışan iç sermayenin ve ikinci sınıf burjuvazinin de derdi değil. Bu sorun, uzun vâdeli sorunları gelecek kuşaklara havale ederek, anlık parıltılarla siyasal yaşamını uzatmak hırsında olan siyasal kadronun da umurunda değildir. Ama bu, hem kısa dönemde ezilen, hem de uzun dönemde yoksullaşarak çok daha büyük yükler altına girecek olan halkımızın görmesi ve ona göre tepkisini koyması gereken temel sorundur. Faşizan emeller ve uygulamalar, aldatılabilen halklar üzerinde yükselir!

________________

* Prof. Dr.

1594300cookie-checkAB ve ekonomi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.