ABD ve AB’nin İslam Politikası (III)

Araştırma: Mustafa PEKÖZ* / AÇIK GAZETE FRANSA

ABD’NİN VE AB’NİN ORTADOĞU VE TÜRKİYE  İSLAM POLİTİKASI (III)

 

TÜRKİYE’NİN AB ÜYELİK SÜRECİ VE POLİTİK İSLAM

Türkiye,  AB’ye  üye olmak için 1960’lardan beri sıradan beklemektedir. 1990’lardan sonra AB’ne girmek için başvuru yapan bir çok ülke kısa zaman diliminde AB sürecine dahil edilirken, Türkiye beklemeye devam ediyordu.   Ancak özellikle 1999’dan sonra bu sürecin hızla geliştirilmesine ve müzekerlerin başlanmasına karar verildi.

45 yıldır kapıda bekletilen Türkiye’nin üyelik sürecinin doğrudan başlatılması için hangi faktörler etkili olmuştur? Politik, ekonomik ve sosyal alanda  ciddi iç sorunlar yaşayan Türkiye’nin  AB’’ne giriş sürecinin hızlandırılmasında ve somut adımların atılarak müzekere kararının alınmasında, uluslararası alanda yaşanan ve dünyadaki politik dengeleri ciddi oranda etkilemeye başlayan siyasal gelişmelerin önemli bir etkisi bulunmaktadır. Özellikle Ortadoğu ve Avrasya’yı kapsayan gelişmelerin merkezinde bulunan Türkiye, jeopolitik olarak ön plana çıkmaktadır.

Türkiye’nin AB üyeliğinin fiili olarak başlatılmasının politik nedenlerini çok kapsamlı olarak analiz edilmesi gerekir.   Ancak konumuzun özgünlüğü bakımından özel olarak, Türkiye’nin AB üyeligine alınmasında, ciddi bir sorun olarak ortaya çıkan bölgesel politik  İslam süreciyle olan ilişkisi bakımından ele alacağız.

ABD ile AB’nin üzerinde anlaştıkları belkide en önemli konulardan biri budur. Çünkü, Müslüman ülkelerde ve özellikle Ortadoğu’da yaşanan politik gelişmeler sadece ABD’nin değil aynı zamanda AB devletlerinin en önemli sorunlarından  birini oluşturmaktadır.  Afganistan’daki ve Irak’daki gelişmeler AB sürecinin en önemli politik gündem maddelerinden biri olmaya devam ediyor. Aynı keza Büyük Ortadoğu Projesi sadece ABD’nin değil aynı zamanda AB’nin de bir projesi haline gelmiştir. Ortadoğu kökenli radikal İslami hareketlerin uluslararası alanda başlattığı şiddet eylemlerinin yaygınlaşması ve aynı şekilde AB içerisinde bulunan bir çok devletin doğrudan hedef haline gelmesi, AB devletlerini yeni çözümler bulmaya zorlamaktadır.

AB ve ABD’nin anlaştıkları temel nokta ;geniş bir coğrafyayı kapsayan İslam dünya’sını ciddi politik değişikliklere zorlamaktır.  Bu ülkelerin rejim değişikliklerine zorlanarak ‘İslam ile demokrasiyi uzlaştırmayı’ planlanlarına model ülke olarak Türkiye düşünülmektedir. AB sürecine doğrudan dahil edilerek, İslam dünyasına bir model olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Böylece, AB’ne dahil edilmiş Türkiye modelindeki başarı, hem radikal İslamın gelişmesini denetim altına alacak hem de bu ülkelerdeki rejimlerin değiştirilmesini ciddi oranda etkileyecektir.

ABD’nin bütün başkanları “Türkiye’nin özellikle Orta Doğu, Kafkasya’daki İslâm devletleri ve Orta Asya başta olmak üzere olduk­ça hassas bir bölgede, kendisinden kaçınılması müm­kün olunamayan istikrarlı rolüne vurgu yapmışlardır… ” Bu istikrarın devam etmesi için de, Türkiye’nin İslami köktencilikten kurtarılması gerektiği sık sık vurgulanmaktadır. “…Türkiye’yi İslâmî köktencilikten kurtarmanın en iyi yolunun eleştirilerle vakit kaybetmek yerine, onun bir an önce AB’ye sokulması olduğunu” söylemektedirler. 

11 Eylül 2001’de ABD topraklarında yapılan eylemlerle ikiz kulelerin ve pentagonun vurulması, Afganistan’ın ve Irak’ın işgali ile çatışmaların çok daha geniş bir alana yayılması ile İslamcı hareketlerin şiddet eylemlerinin uluslararası bir boyuta dönüşmesi, Türkiye’nin AB alınması sürecini bir bakıma hızlandırdı. Bu  mevcut durum hiç bir ülke tarafından kabul edilmezse de, bu faktörün ciddi oranda etkili olduğunu bir çok stratejisiyen, araştırmacı ve  politikacı kabul etmektedir. Çünkü; ‘dinsel temelde gelişen İslami terör, ABD ve AB dahil olmak üzere batı dünyasına yönelik’tir tezi ciddi olarak benimsenmektedir.  Bu tehlikenin bertaraf edilmesi yada saldırıların etkisizleştirilmesi için Türkiye’ye ‘zorunlu’ olarak ihtiyaç vardır. Türkiye, ‘İslam dünyası ile Batı arasında tampon ve model bir ülke’ rolünü oynayabilir. Türkiye’nin bu süreçten dışlanması, köktenci İslamcılığın gelişme eğliminin çok daha hızlı olacağı ve genç nüfusun hızla radikal İslamın etkisine gireceğini ve bunun da, hem ABD’nin ve AB’nin bölgesel politikalarını çok ciddi oranda etkileyecek hem de radikal İslamın Batı’ya doğru çok daha hızlı gelişmesine nesnel bir zemin hazırlayacaktır. Bütün bu olasılıkların engellenmesi için de, Türkiye gibi bir ülkenin AB sürecine dahil edilmesi kaçınılmaz ve zorunludur.

Müzekerelerin başlatılmasına ilişkin yapılan tartışmaların bir çoğunun yapay olduğunu ve AB’nin oluşturmaya çalıştığı politik stratejinin arka planında mutlak olarak Türkiye’ye ihtiyaç duyulduğunu AB bürokratlarının yapmış oldukları açıklamalarda görmek mümkündür.

AB üst düzey yöneticilerinin beyanatlarında anlaşıldığı üzere, Türkiye’nin AB’ne alınması ile Ortadoğu ve Avrasya politikaları arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktdır.Örneğin AB Komisyonu’nun Dış İlişkilerden Sorumlu Üyesi Chris Patten, “Türkiye, AB ile İslam Dünyası’nın kesişim noktasında bulunuyor” dedi.

Oxford İslam Araştırmaları Merkezi’nde, “Dört yol ağzındaki İslam ve Batı” başlıklı yaptığı bir konuşmada Patten, müzakerelere başlamanın bambaşka bir Türkiye’ye ve Avrupa İslam arasında farklı ilişkilere yol açabileceğini… Bu kültürel ve jeopolitik açıdan kendimizi nasıl gördüğümüzü, nasıl görünmek istediğimizi ortaya koyacak”, “Bunun siyasi olarak göze alınması zor ve idari açıdan yürütülmesi sıkıntılı olabilir. Ancak ortaya çıkacak sonucun ne olacağı belli olmasa da Türkiye’yle müzakerelere başlamanın bizi bambaşka bir Türkiye’ye ve İslam Dünyası ile Avrupa arasında çok farklı ilişkilere yönelteceğinin farkında olarak tartışmayı açmalıyız.”  Bu bakış açısı merkezileşmeye doğru giden AB’nin Türkiye’ye yönelik politikalarını ortaya koymaktadır. Aynı şekilde, Belçika Dışişleri Bakanı Karel De Gucht: “Bu tavır kamuoyuna anlatılabilir çünkü tam üyelik, Türkiye’yi Avrupa yörüngesinde tutmanın en iyi yöntemidir. Avrupa stratejisi açısından, Batı ile Ortadoğu arasında bir tampon ve köprü sahibi olmak önemlidir. Zaten Türkiye bizim komşumuzdur. Dolayısıyla bu ülkede Avrupa toplumu ile uyumlu bir İslam’ın gelişmesi ve etkisini Ortadoğu’ya doğru yayması önem taşımaktadır. Türkiye, toplumsal refah ve ekonomik başarı getiren modernleşmesi ve demokratikleşmesiyle İslam dünyası için bir model olabilir. Bu, İslam dünyasına verilebilecek en iyi yanıttır…”

AB ülkelerinin önde gelen devlet adamlarından, politikacılarından ve siyaset bilim uzmlanlarından oluşan  ‘Türkiye Bağımsız  Komisyonu’ tarafından hazırlanan 45 sayfalık rapor, komisyon başkanı Finlandiya’nın eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari tarafından kamuoyuna duyuruldu. Raporda,   “… Avrupa Türkiye’nin üye olmasıyla, medeniyetler çatışmasının kaçınılmaz olmadığı yönünde dünyaya güçlü bir mesaj gönderir. Bu üyelik islam ve demokrasınin bağdaşabileceğini ortaya koyar.  Türkiye’nin jeopolitik konumu AB’nin Kafkaslar ve Orta Asya’ya açılımını sağlar. Finlandiya nasıl AB için kuzey boyutu kazandırdıysa Türkiye de güney boyutu kazandırır. Türkiye tarihsel ve coğrafi açıdan AB’nin bir parçasıdır…” Bu açıklamaların bir bütünü AB’nin Türkiye politikasının ne olduğuna ilişkin somut fikirler vermektedir. Siyasal bir güç olmak isteyen ve özellikle Ortadoğu’daki gelişmelere daha aktif bir tarza müdahale etmek isteyen AB’nin İslam dünyasına sunmak istediği örnek model ülke: Türkiye’dir.

3 Ekim 2004’te, AB Komisyonunun Türkiye ile müzekerelarin başlatılmasına ilişkin hazırlamış olduğu raporda, Türkiye’nin AB’ne alınması için gerekli nedenleri sıralarken özellikle, Ordadoğu ve Kafkasların önemine dikkat çekmekte ve Türkiye’nin birliğe dahil edilmesiyle  bölgede etkinliği artacak bir AB oluşacağına özel bir vurgu yapılmaktadır. “…Nüfusu, büyüklüğü, coğrafi konumu, ekonomik, güvenlik ve askeri potansiyelinin bir arada yapacağı etkilerden dolayı Türkiye’nin katılımı geçmişteki genişlemelerden farklı olacak.

Bu etkenler Türkiye’ye bölgesel ve uluslararası istikrara katkıda bulunma yeteneği kazandırmakta. Katılım ihtimali, Türkiye ile komşuları arasındaki ikili ilişkilerin, AB’nin kuruluş ilkeleriyle uyumlu biçimde geliştirilmesine vesile olmalı. Bu bölgelere yönelik AB politikalarına dair beklentiler de, Türkiye’nin komşularıyla mevcut siyasi ve ekonomik bağları hesaba katıldığında, büyüyecek. Bu da bizzat AB’nin, geleneksel olarak istikrarsızlık ve gerilimlerle karakterize edilen bölgelerde (mesela Ortadoğu ve Kafkaslar) orta vadede güçlü bir dış politika aktörü haline gelme göreviyle nasıl başa çıkacağına bağlı olacak… «Türkiye’nin AB’ne katılması sürecine ilişkin yapılan güncel tartışmalarda ortaya çıkan en önemli sonuçlardan birinin de,  AB’nin bölgesel bir güç olabilmesi ve bölgedeki etkinliğinin artması için Türkiye’nin ‘Müslüman ama demokratik bir model bir ülke’ olarak İslam dünyasına sunuluyor. AB ülkeleri sınırları içerisinde 30 milyona yakın Müslüman kökenli insanın yaşaması ve radikal İslami hareketin, AB sınırları içerisinde şiddet eylemlerine yol açabileçek nesel koşullarının olması nedeniyle, Türkiye gibi geniş bir coğrafyaya ve nüfusa sahip bir ülkenin ciddi etkileri olabileceği hesaplanmaktadır.

27 Aralık 2004 tarihinde AB dönem başkanı Hollanda’nın Dışişleri Bakanı Bernard Bot, The Washington Times gazetesine vermiş olduğu bir demeçte, “Türkiye’nin üyeliğiyle birlikte AB’nin Suriye, Irak, Ermenistan ve Kafkaslar’a komşu olacağını, Avrupa ile Ortadoğu’nun yakınlaşacağını…siyasi, ekonomik ve kültürel köprüler kurmak için tarihi bir fırsata sahip olacağını… terörizmle savaşta ve uluslararası barış ve istikrarın sağlanmasında AB’nin siyasi ve askeri kapasitesini güçlendireceğini… ” belirtmektedir.

Bot, makalesinin devamında, “ABD, küresel güvenlik sıkıntılarında Avrupa’dan omuz vermesini istemekte haklı. Türkiye’nin güçlü ordusunun da yardımıyla AB, bunu yapmakta daha başarılı olacak. Türkiye’nin Afganistan’daki NATO operasyonundaki önemli rolü, bu potansiyeli gösteriyor” diye belirtiyor. Bu politikaların bize sunduğu veriler şunu gösteriyor ki, AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var. Özellikle konumuz bakımından dikkate alındığında, Türkiye İslam dünyasına bir model olarak sunulmak isteniyor. Böylece hem Ortadoğuda belli bir politik güç olacak hem de radikal İslamın gelişmesinin önüne geçilmiş olunaçak. Diğer bir ifadeyle Batı ile  İslam dünyası arasında ara bir köprü görevini görecek bir denge ülkesi olarak, İslami kökenli şiddetin, Batıya yönelmesini engelleyecektir. Ayrıca gerektiginde Türk ordusu, radikal İslami hareketlere karşı operasyonlarda kullanılması hesaplanmaktadır.

İleri sürülen bu politik tezlerin hangi düzeyde başarılı olacağı şimdiden kestirilemez. Ancak gerçek olan bir başka nokta daha var. 70 milyon nüfusa sahip olan Türkiye’de Politik İslami hareket, ekonomik, politik ve sosyal taban olarak oldukça güçlüdür. Aynı zamanda radikal İslami hareketin de gelişmesinin nesnel koşulları bulunmaktadır. Güçlü bir alt yapıya sahip olan politik İslami güçlerin AB sürecine katılma istemleri, onların politik stratejileriyle doğrudan ilişkilidir. Bu bakımdan, Türkiye’nin AB alınmasına ilişkin oluşturulan politikaların tersten bir etki yaratama ihtimali oldukça yüksektir.  İslam dünyasında-özellikle Ordadoğu ülkelerinde- güncelleşen politik eylemler, AB ülkelerin birinci dereceden sorunu haline gelecek ve hatta önemli bir tehdit unsuru olacaktır. Model olarak seçilen Türkiye’nin sosyal ve ekonomik yapısına uyarlamaya çalışılan ve yakın gelecekte olmazsa da uzun vadede denenecek olan bu yapısal modelin adı, ‘ılımlı İslam politikası’dır. Bu politikanın Türkiye’nin ekonomik yapısına ve politik gerçeğine ne kadar uygun olup olmadığı ve başarı şansının ne olduğunu anlamak için bu konu üzerinde ayrıca durmaktan yarar var.

Daha sonraki yazımızda Ilımlı İslam Politikası ve Büyük Ortadoğu Projesi ele alınacaktır…

_______________

* [email protected]

1089430cookie-checkABD ve AB’nin İslam Politikası (III)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.