Ağca, Dink, Ergenekon ve Kıbrıs

Bugün, 18 Ocak 2010, Mehmet Ali Ağca tahliye oldu.
Yarın, 19 Ocak 2010, Hrant Dink katledileli 3 yıl oldu.
18 Ocak 2010, Ergenekon Davası ve belki de yeni davaları beraberinde getirecek soruşturmaları sürüyor.
19 Ocak 2010, KKTC’de ve Ergenekon bağlantısı Çözüm Görüşmeleri’ne zarar vermemesi için şimdilik Türkiye’nin çıkarlarına aykırı olduğundan dolayı olsa gerek henüz tam anlamıyla hukuken ele alınmıyor.

18 Ocak 2010 Pazartesi Günü Türkiye’de adalet tarafından kendisi için ön görülen cezasını çektiği için tahliye olan Mehmet Ali Ağca tüm sırlarıyla birlikte artık serbest. Türkiye maalesef Mehmet Ali Ağca konusunda kafası karışık bir kamuoyu ile yaşamak zorunda. Apti İpekçi Cinayeti ile ilgili olarak tetiği çeken bilinse de o tetiği çektirenler ve de özellikle tetiği çekeni sürekli kollayanlar büyük bir ihtimalle serbest. Belki de daha da vahimi hala görev bile yapmaktalar. Aynı şekilde Papa Suikastı’nın ayrıntıları çok sayıda “komplo teorisine” neden olacak şekilde kapkaranlık. Bu suikastı uygulattığı iddia edilen vakti zamanının Bulgar Gizli Servisi konusu nedense artık hiç kimseyi ilgilendirmez oldu. Ağca’yi yatmakta olduğu cezaevinden kimler kaçırdı? Niçin o? Bu çok güçlü kapkaranlık derin odakların tek kiralık katili Mehmet Ali Ağca mıydı da hep bu en önemli siparişler ona verildi? İster Türkiye’deki, isterse eski Varşova Paktı’nın ve isterse de ABD’nin karanlık işler yetkililerinin tek taşeronu Ağca mıydı da illa o Türkiye’de cezaevinden kaçırılıp Vatikan’da ortaya çıkıverdi?
Mehmet Ali Ağca konuşmayı seviyor. Şimdi serbest kalan Ağca tüm onu konuşmaktan men eden detayları unutuverip konuşursa acaba karanlıkta kalan ne gerçekler ve şahıslar ortaya çıkacak? Bizzat Roma’ya uçup orada Papa Suikastı’na karıştığı iddia edilen Almanya oturumlu ya da vatandaşı bir şahsı sorgulayan bir Alman Emniyet görevlisi sohbet esnasında “Roma Zindaları’nda yatan adamdan artık topluma zarar gelmez” demişti. Hiç unutmam bu sözlerini. Acaba İtalyan Yetkilileri bizim bilmediğimiz tüm detayları biliyorlar da bizim mi haberimiz yok?

19 Ocak 2010 Salı Günü, ailesi, dostları ve bir çok vatandaş Hrant Dink’i anacak. Onu haince katledenleri lanetleyecek. Dünyayı karıştıran bir profesyonel tetikçinin serbest bırakıldığı günün ardından Hrant Dink’i katleden odakların hala ortaya çıkarılamadığı hatırlatılacak yarın! Aynı İpekçi Cinayeti öncesinde devletin yetkili kurumlarının “Mehmet Ali” adını ve ağzındaki eksik “iki dişi” bile tespit ederek İpekçi’nin “öldürüleceği” uyarısına rağmen katledildiği gibi Hrant Dink’te katli öncesi alınan tüm istihbaratlara rağmen sokakta arkasından sinsice yaklaşan biri tarafından katledildi. O “biri” yani “tetikçi” yakalandı. Hem de çok çabuk ve kolay! Aynı Ağca gibi yakalanıverdi. Türkiye kamuoyu hala bir çok soruya yanıt beklemekte. Hrant Dink niçin korumuyordu? Hem o, hem de “tetikçisi” takip edilirken nasıl oldu da vuruluverdi? Onu vuran genç “tetikçi” kimler tarafından beyni yıkanmış bir “ısmarlama” katildi? Hrant’ın eşi, çocukları ve tüm yakınları haklı olarak hesap soruyorlar. Ama sadece onların sorması yeterli değil.

Türkiye’de İpekçi ve Dink cinayetlerinin gerçekten sona ermesi için Türkiye Kamuoyu’nun açık sorulara kayıtsız kalmaması gerekiyor.

18 Ocak 2010 Pazartesi Günü Ankara’da “kozmik oda araması” devam ediyor. Ergenekon Davası ve Soruşturması sürmekte. Türkiye Kamuoyu’nun bu konuda da kafası çok karışık. Sahi Ağca ile ilgili tüm haber programlarında nedense hep adı geçen “Velik Küçük de” sanıklar arasında, değil mi? Türkiye’nin Mehmet Ali Ağca’nın da adının geçtiği karanlık geçmişinin hesabının sorulması ve Türkiye’nin geleceğinin açılması çabası olarak hem yurt dışında hem de yurt içinde demokrasiye değer veren çevreler tarafından ilgiyle izlenen “Ergenekon” konusunda kafalar karışık. Bir yandan kamoyunun karanlık dönemlerinin sorumlusu olduğundan şüphe duymadığı şahısların hesap vermesi Türkiye’nin geleceği açısından umut verirken diğer yandan da bu dava ve de soruşturma kapsamında gözaltına alınan üstelik belki de “hesap sorulmasını” destekleyen gazeteci, bilim adamı ve diğer şahsiyetler kamuyonun “neyin doğru, neyin yanlış?” olduğu sorusunu daha fazla sormasına neden olmakta. Türkiye’de her cunta tarafından gözaltına alınan ve üniformalılardan çektiğinden çektiğini başka hiç bir kesimden çekmeyen rahmetli babam Demirtaş Ceyhun da çocukluğum ve gençliğim boyunca “postal kafalı” diye tanımladığı bir takım şahsiyetleri savunma ihtiyacını niçin gerekli gördü? 12 Eylül zindanlarında bizzat üniformalıların emri altında işkence gören o dönemin bazı solcuları bugün niçin “Ergenekon Soruşturması’na” karşılar? İşte tüm bu sorular ve daha niceleri cevap bekliyor.

19 Ocak 2010 KKTC’yi bir dönem “çiftliği” gibi istismar etmiş olan Türkiye’nin yasa dışı karanlık geçmişinin sorumluları konusunda da kafalar karışık. Maalesef bu kafa karışıklığına en çok sebeb olan kesim ise aslında “hesap sorulmasını” isteyenler. Genel Seçim öncesi daha önce el atmayı hangi nedenden olursa olsun ihmal eden çevrelerin birden “Ergenekon” kelimesini seçim kampanyası sırasında sürekli konu etmelerine Kuzey Kıbrıs Kamuoyu destek vermedi. Haklı olarak “bu konu seçim zamanında nereden çıktı?” sorusunu sordu. Oysa “Ergenekon Davası ve Soruşturmaları” kapsamında “Ergenekon-KKTC” bağlantısı seçim kampanyalarından bağımsız olarak ele alınması gereken çok “ağır ve derin” bir sorun. KKTC’de “Ergenekon bağlantılı” şahıs ve çevrelerin olduğunu artık “Sağır Sultan da” duymuş olmalı. Ancak daha önce de bir yazımda da dile getirdiğim gibi Rum Kesimi’nin her şeyi istismar ederek tüm çözüm çabalarını baltaladığı bir ortamda Türkiye’nin çıkarları KKTC’de Ergenekon konusunda atılacak adımlar açısından daha ağır basıyor olsa gerek. Şimdilik! Türkiye’nin yasa dışı karanlık geçmişinin sorumlularının KKTC’ yi hem manevra alanı, hem de saklanma “cenneti” olarak görmüş olmaları ihtimali mantıklı düşünüldüğünde şaşırtıcı bir olay değil. Hatta KKTC’de kendilerine yakın çevreleri desteklemeleri de mantıklı. Tüm bunların nasıl yapıldığı ve kimlerin başrolü oynadığı detaylarını belki yıllar sonra dizi filmler aracılığıyla öğreniriz.

AB üyelik süreci içinde sürekli daha demokratik bir ülke yolunda ilerlemeye çabalayan ve bulunduğu çoğrafyada kendisine yönelik oyunlardan kurtulmaya çalışan Türkiye’nin bir dönem yaşamak zorunda bırakıldığı karanlık dönemin hesabının sorulması bir zorunluluk. Harbiye Kışlası zindanlarında en ağrı işkenceleri yaşamış ülkücü Muhsin Yazıcıoğlu yazmış olduğu bir kitabında haklı olarak sormuyor muyor muydu, “12 Eylül’ü yapamlar kendilerini hep Türkiye’yi anarşiden kurtaranlar diye kutlatırken acaba tüm Türkiye’yi kana bulayan olayları bir gece sabaha karşı iktidarı ele geçirip akşama doğru nasıl bir anda bitiriverdiler sorusunu cevaplandırmaktan kaçıyorlar?” diye! Yine Yazıcıoğlu’nun kitabında okuduğumuz o dönemin beş cuntacı paşasından birinin “biz istesezdik bir yıl önce de bu anarşiyi sona erdirirdik” diye konuştuğu iddiasını nasıl açıklayabiliriz?

İşte böyle 18 Ocak 2010 Pazartesi Günü Mehmet Ali Ağca’nin serbest bırakıldığı sıralarda aklımıza gelen onca soru! Kimbilir belki o zaman Türkiye onun arkasındaki karanlığı aydınlatabilseydi belki de 12 Eylül yaşanmayacak, onca anne göz yaşı dökmeyecek, Hrant Dink yaşamını sürdürecekti. Ve biz de Türkiye ve KKTC’de kafamızda onca karanlıkta kalmış soruya bulamadığımız cevaplarla yaşıyor olmayacaktık.

1617390cookie-checkAğca, Dink, Ergenekon ve Kıbrıs

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.