Hak mücadelesinde öncelikle okurlarımız, alternatif basın ve İngiltere’deki meslek örgütü ATGB-UK ve İngiliz meslektaşlarımızın desteğine çok teşekkür ederim… Beni cesaretlendirdiniz… Sağolun…
Aşağıdaki linkten de okuyabileceğiniz gibi “Tüketicinin Erkan Abisi’ne açık mektup” yazıma Nam-ı diğer “Erkan Abi” Erkan Çelebi’den gelen yanıt aynen şöyle:
“Sevgili Faruk! Bana hitaben yazdığın ‘açık’ mektuptan şimdi okuyunca haberim oldu. Gerçekten de çok üzüldüm. Ne yazık ki sadece beni değil, birlikte çalıştığın (Emre ve Nurten) arkadaşlarını da tanıyamamışsın… İşin aslını sorup, araştırmadan bir kalemde harcamışsın. Çok yazık… Necati Doğru’nun bize söylediği bir söz vardı. ‘Annenin annen olduğunu bilsen de yazmadan önce bir kez daha çek edin” derdi. Biz böyle yetiştik. Şimdi biz de gazeteciliğe yanımızda adım atan arkadaşlarımızı böyle yetiştirmeye çalışıyoruz. Ama görülüyor ki sen bunları çok çabuk unutmuşsun. Bu ‘açık’ mektubu, açık açık yazmadan önce, en azından bir telefon edebilir ya da bir mail atıp, sorabilirdin… Bırak şahitliği, senin Hürriyet’le mahkemelik olduğundan dahi haberim yok. Ta ki, yazmış olduğun bu ‘açık’ mektubu okuyana kadar… Emre ve Nurten’in de farklı olduğunu sanmıyorum. İçindeki zehiri çok güzel boşatmışsın, ama yanlış adama boşaltmışsın. Yine de sana hayatında başarılar dilerim. Erkan”
Erkan Çelebi, işverenin kendisini habersiz şahit gösterdiğini öne sürüyor. Sanırım işverenine söyleyecek sözü olmalı. Bir de kendisini ve iki muhabir arkadaşımı tanıyamadığımı söylüyor… Buradan da mahkemede karşıma çıkmayacaklarını ya da işverenin öne sürdüklerini teyit etmeyeceklerini anlıyorum… İçimi boşaltmadan önce kendisini aramamın doğru olduğunu söylüyor. Bu konuda haklı olabilir ama kapı gibi mahkeme kağıdında 3’ü eski arkadaşım 4 şahidin adını görmek sizi derinden yaralar sanırım. Üstelik “iyi derecede ulusal kurumsal yönetim derecelendirme notu” almış bir kurumda nezaketen şahitlere bilgi verilmemesi de ayrı bir skandal. Mahkemeye sunulmak üzere İnsan Kaynakları’na bu isimleri Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkan Vekili ve Hürriyet Ekonomi Müdürü Vahap Munyar’ın verdiğini düşünüyorum. Bunun hesabını sormak da (sorabilirse) Erkan Çelebi’ye düşüyor. Eğer mahkemeye gelirse de kendisinden doğruyu söylemesini masanını hemen yanındaki masada 2 yıla yakın haftada 6 gün çalıştığımı söylemesini bekliyorum… Erkan Abi, Necati Doğru’dan “doğru” feyz almışsa ona bu iş düşüyor… Bir de sözünü ettiği “doğru adam”ın kim olduğunu biliyorum Erkan Abi, siz merak etmeyiniz. Bir sonraki açık mektubum ona…
“BASININ BU HALİ SİZİN YÜZÜNÜZDEN”
Gelelim ilginç yorumlardan diğerine… Hürriyet çalışanlarından Nilgün Kıdır’a… Nilgün Kıdır’ın yorumu da aynen şöyle:
“Yazık Faruk yazık. Kimsenin haberi yok böyle bir şeyden. Emre’yi aradım şahitmişsin mahkemede Faruk çalışmıyor diyecekmişsin dedim. Efendim ne mahkemesi ne Faruğu dedi. Bu arada çok net hatırlıyorum Vahap abi seni burda idare edebilmek için az uğraşmadı. Senin teşekkürün bu mu? Hangimiz telifli çalışmadık yada çalışmıyoruz. Senin derdin Doğan grubuyla ise mektubunu onlara yaz. İnsanları hedef alarak ve duygu sömürüsü yaparak bir yerlere ulaşamazsın. Senin çömez muhabir dediğin Nurten 22 yıl Emre 13 yıllık gazeteci kaldı ki yaptıkları işler de ortada. Bunun yayınlanmayacağını da biliyorum. Gördüğüm kadarı ile siteye sadece vah vah yorumları girmiş. Ama ben genede yazmadan edemedim. Bu arada sen Star Gazetesinde kadrolu mu çalışmıştın?”
Vahap Abisi beni oralarda idare edebilmek için çok uğraşmamış… Nilgün Hanım o binada 2 bin çalışan vardı. Medya Tower’da hem Türkiye’de hem yurt dışında medya okumuş, ekonomide master yapmış, yurtdışında uzun yıllar haber kovalamış benim gibi kaç kişi vardı? Beni kime karşı ne diye idare etti ki? Kurşun asker gibi gece gündüz, önemli önemsiz git dediği her habere gittik… 20 ay boyunca, bugün yarın kadronu, sigortanı yaptıracağız diye oyalandım. Üstelik gazetecilik aşkımı kötüye kullanıp asgari ücretten maaş ödediler… Beyaz bayrakla İnsan Kaynakları’na gittiğimde de bana mahkemenin kapısını gösterdiler. Şimdi de “telifli çalışma” hakkını bana karşı kötüye kullanıyorlar…
Nilgün Kıdır bunları görmüyor da “Hangimiz telifli çalışmadık ya da çalışmıyoruz” diyerek yapılanların doğal olduğunu savunuyor. Üstelik kaş yapayım derken göz çıkarıyor ve işverenin bu uygulamayı herkese yaptığını da ağzından kaçırıveriyor… Tabii bu yorumunu mahkemeye sunacağım. İşin acı yanı da arkadaşlarını savunuyorum diye, sömürü sisteminin bekçiliğine (bence bilmeden) soyunuyor…
Nilgün Hanım Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Başkanı Orhan Erinç Açık Gazete’ye telifli ilgili şunları söylemişti:
“Muhabirlerin telifle çalıştırılması gelir vergisi yasasına aykırı. Telifle çalıştırılanlar dava açtıkları zaman kıdem tazminatı hakkını, eğer asgari ücretten az ücret alıyorsa o aradaki farkı da alıyor. Zaten işveren o tazminatlardan, ödemelerden kaçmak için telifle çalıştırıyor…”
Nilgün Hanım, TGC’ye üye misin bilmiyorum ama benim aleyhime şahitlik yapacaklar listesindeki Vahap abin TGC’nin başkan vekili… Kendisi ile ayrıca muhabbetimiz olacak ama telifli ne demek sizden iyi biliyor…
Nilgün Kıdır benim “çömez” lafıma takılıyor ve haksızlığa uğrayan üstelik resmi engelli raporu olan 28 yıllık gazeteci Faruk Eskioğlu’nun 6 yıldır emekli olamamasındaki hak kaybını her nedense görmüyor… Bu vicdansızlığı yazınca da “duygu sömürüsü oluyor…” Öyle mi? O kadar hayattan kopuk ki benim mahkemeye sunacağım yorumunu da yayınlamayacağımı düşünüyor…
Bir de “Star’da kadrolumuydun ki?” diye soruyor… Yahu alemsiniz. Nilgün Hanım, Star’da kadrosuz sigortasız çalıştırıldıysam, Hürriyet’teki haklarımı arama şansımı yitiriyor muyum?
Madem merak ettiniz söyleyeyim. Hürriyet’ten Star’a tam 3 katı maaş, editör kadrosu, SSK ve özel sağlık sigortası ile transfer olmuştum… Yurtsan Atakan ya da Hayri Çetinkaya’ya sorabilirsiniz…
Bir de unutmadan yazayım benim Doğan Grubu’yla falan derdim yok. Benim sizinle de bir derdim yok… Bir gazeteci olarak kendimi toplumun avukatı olarak görüyorum. Kendi haklarını arayamayan ya da haklarından vazgeçen bir gazeteci de “gazeteci” değildir. Yalnızca hakkımı arıyorum, önüme “haksız yere” çıkanlara da ayna gösteriyorum… Hepsi bu…
Basının geldiği noktada lütfen durup çuvaldızını kendinize batırınız! Sizin gibi kraldan çok kralcıların sayesinde bu sömürü, bu kirlilik… Hürriyet’ten sendikayı sizin gibi düşünenler söktü attı. Sizin gibileri gazetelerin ruhunu öldürüp ticari müesseselere dönüştürdü… Umarım söylediklerimden yararlandınız Nilgün Hanım! Size “Çölaşan ve halimiz ahvalimiz” yazımı da okumanızı şiddetle tavsiye ederim…
Bu arada Hürriyet Ekonomi’de beraber çalıştığımız Ufuk Sandık da üslubumu çirkin bularak “Eski bir Hürriyetçi olarak onlara karşı haksızlık ettiğini düşünüyorum” diyor. Adı şahitler listesinde yazılı olanları mahkemede göreceğiz… Umarım söylediğiniz gibi, ben onlara haksızlık etmiş konumuna düşerim… Nilgün Hanım’a okumasını önerdiğim köşemi Sabah’tan topa giren Sandık’a da öneririm…
NOT: Değerli okurlarım bir sonraki yazım “Hürriyet Ekonomi Müdürü Vahap Munyar’a açık mektup…”
Bu arada Nilgün Kıdır ile konuyu tartışmak isteyen okurlar için: [email protected]