11 Eylül’de ikiz kuleler saldırısında Londra’daydım. Çok geçmedi bir kaç gün sonra saldırıyı yaptığı söylenen “zanlı”ların fotoğrafları internette yayınlandı. Büyük bir şirketin toplantı odasında internetteki fotoğrafları ABD’li bir işadamına “Bu ne hız yahu?” diye gösterdim. İşadamı saldırganların Müslüman olduğunu iddia eden haberi okuyunca bana sordu:
– Tanıyor musun?
Hani iki hemşehri karşılaşınca ortak arkadaş bulma arayışına girer ya. Bizim ABD’li de Müslüman bir ülkeden geliyoruz diye bana soruyor… Adamdaki önyargıya bakın… “Tanıyor muymuşum!”
***
Geçen haftalarda Açık Gazete’de “Diri diri yakıldılar, duyan yok!” başlıklı haberde
Kongo’da 30’dan fazla sivilin silahlı saldırganlarca diri diri yakıldığını duyurduk.
Her nasılsa Anadolu Ajansı geçmesine karşın habere ulusal basın ilgi duymadı. Yazık! Olaylar İngiltere’de oldu mu canlı yayın, Afrika’da oldu mu, görme gitsin!
***
Neyse bu günlere gelelim… 22 Temmuz Cuma günü Londra’ya uçmak için Atatürk Havalimanı THY gişesi önünde bavul sırasındayım. Güvenlik şirketinden görevliler tek tek pasaportları kontrol edip önümüzdeki bavul ve çantalara göz attılar.
Benim önümdeki yolcunun pasaportunun altını üstüne getirdikten sonra bir karara varamayan görevli, pasaportu şefine gidip gösterdi. Şef sağ kaşını kaldırarak potansiyel terörist bakışıyla genç adamı süzdü ve tekrar tekrar pasaportu inceledi… Genç adam önce “töbe estağfurullah” çekti sonra patladı:
– Ne oluyor ya! Müşteriye terörist muamelesi yapmaktan utanmıyor musunuz?
Tabii işgüzar görevliler hep bir ağızdan adama cevap yetiştirdiler… Arkamda kuyruk bekleyen yaşlı çift ise mağduru eleştirircesine söylendi:
– Güvenlik görevini yapıyor. Ne kadar ayıp!
***
Uçağa bininceye kadar normal uygulamanın dışında bir kez daha arandık. Dolmakalem ve tükenmez kalemlere özellikle taktılar.
Yaz sezonu olmasına rağmen uçak neredeyse boştu. Demek ki Londra yolcuları korkup vazgeçmiş olmalılar…
Koltuğa başımı koydum. Görevlilerin terbiyesizliğinden çok ihtiyarların, “vatandaşın potansiyel terörist görülmesi”ne onay vermelerine canım sıkılmıştı. Güney Doğu’da da sıkıntının temelinde bu “onay” yok muydu?
“Uçağa binerken tükenmez kalemlerin içine bakıyorlar ama işte tepemde iki tane molotof kokteyl duruyor” diye düşündüm… Hosteslerin sattığı iki 70’lik rakıdan molotof kokteyl olmaz mı? Olur… İsterseniz şişeyi kırın, size tırnak makasından daha iyi çok uçlu silah da olur… Dahası ne?
Güvenliğe milyarlarca dolar ayırıyorlar ama haybeye…
***
Londra metrosunda hatlar kısıtlı çalışıyor. Bir ara yeraltı treni durdu. Işıklar gitti geldi. Herkesin yüreği ağzına geldiğini hissediyorum. Gruplarda birbirlerine bakıp kıkırdıyorlar. Hemen mekanistin anonsu:
– Sinyal bekliyoruz. Bir kaç dakika sonra yola devam edeceğiz…
Yeraltı örgütlerinin (!) ne de olsa kendi mekanı sayılan yeraltında bir saldırıya uğramadan yer üstüne çıkıyoruz. Bavullar çile oluyor. Hep plan yaparım bavulsuz yolculuk yapacağım diye ve hiç beceremem…
Yerüstü yeraltından stresli… Neredeyse geceyarısı ve polis araçları ve ambulanslar sirenlerini çalarak birbirlerine ters istikamette tozu dumana katıp koşturup duruyorlar.
Her sirenin Başbakan Tony Blair’i halkın gözünde “Irak’ı işgal etmekle” haklı konuma getirdiğini düşünüyorum. Blair avuçlarını okşuyor olmalı. Umarım yakında da avucunu yalar!
***
Ertesi gün iki büyük olay! Mısır da 88 kişinin öldüğü patlama. Aklıma “Yeter artık Mübarek” diyerek 25 yıllık diktatör Hüsnü Mübarek’in suyunu ısıtan muhalefet geldi.
Mübarek’in teröristlerle ilişkilendirmeye çalıştığı Kefaya Hareketi, ülkede demokratik açılım yanlısı sol, islamcı, liberal ve Nasırcı’lar için çekim alanı yaratmayı başardı.
Bu patlama Mübarek’in kendi muhelefetini terörist ilan edip ezmesini sağlayacak. Hem de kendisine son günlerde “Sen de biraz demokratik açılımlar yap. Ayıp oluyor artık!” diyen kadim dostu ABD’nin onayıyla… Bu durumu tutuklama sayısından anlamak da olası. İngiltere’deki son iki patlama olaylarından toplam 4 sanık gözaltında, 1 sanık tutukluyken Mısır’da bin gün içinde 70 sanık gözaltına alındı…
Mısır muhalefetine yazık oldu…
***
İkinci büyük olay ise, ajans haberi bilgisayara düştüğünde “Bu zanlı büyük olasılıkla masum” demiştim. Öyle olduğu açıklandı.
Ajans haberlerinde, Cuma sabahı Stockwell metro istasyonunda polis tarafından öldürülen Brezilyalı Jean Charles de Menezes’in (27) masum olduğunun anlaşıldığı aktarılıyordu.
Brezilya hükümeti de İngiltere’den hesap soracakmış… Londra Emniyet Müdürü Sir Ian Blair de, Menezes ailesinden özür dilemiş… Özür dilesen ne olacak ki? Şimdi sivilleri hedef alan bombalar kadar polisten de korkmak gerekiyor anlaşılan…
Allah’tan İngiliz basını son günlerde gözüme girdi. Bizim ihtiyarlar gibi düşünmedi ve polise veryansın etti…
İşin kötü yanı ise The Sunday Telegraph da bir haber var ki, şu ihtiyarları hatırlattı. Gazeteye göre; masum bir kişinin öldürülmüş olmasına karşın, Müslüman cemaatin önde gelen isimleri, polisin öldürme amaçlı ateş açma politikasını destekliyormuş…
***
Açık Gazete Fransa’dan arkadaşımız Mustafa Peköz’ün ABD ve AB’nin İslam Politikası araştırması “Özel Dosyalar”da yayında. Bütün olup bitenlerin nedenselliğini bilimsel bir bakış açısıyla irdeledi… Bir göz atmanızı öneririm.
Sonuç olarak, sivilleri hedef alan zamanı ve yeri belli olmayan bombalar, önyargı, güvenlik açıkları, sonra şüpheli diye masumları öldüren polisler ve şimdi de halkı potansiyel suçlu görenlere “Görevini yapıyor” diyenler… İşimiz var yani…