Ekolojinin bilimsel serüveni 1860’lara kadar uzanıyor. Siyasallaşıp bir hareket olarak gelişmesi ise 1968 gençlik hareketiyle başlıyor… 1980’lerde de kapitalizmin vahşice tüketim toplumunu yaratırken doğayı hor kullanması hatta yok etmesi gençlik hareketinden parlamentolara siyasi parti olarak taşınıyor…
Küresel bağlamda sorunun gündeme gelmesi ise 1980’lerin sonuna rastlıyor. Hükümetler Arası İklim Değişikliği Uzmanlar Grubu, 1988’de BM tarafından oluşturuldu. İklim değişiklikleri konusunda bilim çevrelerinin bütününün oluşturduğu en geniş uzmanlar grubu olarak kabul edilen grup, ilk raporunu 2001’de yayımladı.
1997’de de 140 ülke tarafından imzalanan Kyoto Protokolü atmosfere salınan karbondioksit gibi gazların miktarlarını (emisyon) düşürmeyi öngördü. Ne yazık ki bu gaz salınımından en çok sorrumluluğu olan ABD, Çin ve Hindistan Kyoto’ya imza koymayı reddetti. Kuzey ülkelerinin gaz emisyonunun 1990’a kıyasla 2008’de yüzde 5,2 azaltılması öngören Kyoto, 16 Şubat 2005’te kolu kanadı kırık olarak yürürlüğe girdi.
2007 Ocak’ında Paris’te düzenlenen İklim Değişikliği konulu panelde de, Hükümetler Arası İklim Değişikliği Uzmanlar Grubu tarafından 21 sayfalık bir rapor yayımlandı. Grubun başkanı Rajendra Pachauri, yaptığı açıklamada, raporu, “daha önceki araştırmaların birkaç adım ötesine giden çok etkileyici bir belge” olarak nitelendirdi.
Raporda 2100’e kadar sıcaklığın 1,8 ila 4 derece artacağı ve okyanuslardaki su seviyesinin 18 ila 59 santimetre yükseleceği kaydedildi. Raporun bir başka özelliği de bütün bu olup bitenden insanı (kapitalizmin kibarcası) suçlu bulmasıydı.
***
Raporun yayınlandığı ve bütün ülkelerin kendisine cuvaldızı batırıp küresel yokoluşa katkılarını sorguladığı günlerde The Guardian’da bir haber yayınlandı. Habere göre; petrol devi ExxonMobil tarafından finanse edilen bir Amerikan kuruluşu olan The American Entreprise Institute’un, BM Hükümetler Arası İklim Değişikliği Uzmanlar Grubu’nun açıkladığı rapora itiraz etmeleri için bilim adamları ve ekonomistlere 10 bin dolar para verdiği öne sürülüyordu…
Koyun can derdinde kasap et… Dünya yokuş aşağı yok oluşa doğru gidiyor ve ağzı salyalı vahşi kapitalizm, sanki kendisinin başka gezegende yaşama şansı varmış gibi olumlu adımlara çelme takıyor…
Bu haber Türkiye’deki bazı medya organlarında da “The Guardian yazdı” diye aktarıldı… Zaten Türkiye’deki büyük medyanın böyle bir haberi ne yazma cesareti vardır ne de reklam gelirini riske atacak gazetecilik anlayışları…
***
Felaket haberciliğinde ABD’de de adından en çok bahsettiren eko-anarşist Murray Bookchin olmuştu.
Bookchin ortaya çıkan yeşil hareketleri işin özünü saptırarak kapitalist sisteme makyaj yapmakla suçlamıştı.
1980’lerin ortasıydı… ABD’li eko-anarşist Bookchin’i Londra’da izlemiş ve kendisiyle kısa bir söyleşi yapmıştım…
Bookchin okyanuslardaki akıntılardan, küresel ısınmadaki artış hızına bilimsel verilerle bir sunum yapmış ve içinde yaşadığımız gezegeni kurtarmak için çok gecikildiği sonuca ulaşmıştı.
Tabii bu çevre katliamının tek sorumlusu başta ABD olmak üzere kapitalizmdi. Bookchin’e göre küresel bağlamda işçi sınıfı ancak yaşamını sürdürecek kadar tüketebiliyordu. Oysa kapitalistler hem gereksiz tüketiyor, hem de kazanç sağlamak amacıyla tüketimi kamçılıyordu…
Peki, “Ne yapılmalı”ydı? Yaşlı kurt “kapitalizme laf anlatıp ikna etmek” gibi barışçıl mücadele için çok geç olduğunu savunarak kapitalist üretim sürecini baltalamaktan başka bir çıkar yolu olmadığını savundu.
Türkçe’ye de kitapları çevrilen Bookchin’in Piccadilly’deki asırlık küçük kilisedeki söyledikleri inandırıcı, samimi ve etkileyiciydi. Daha sonraki günlerde ABD’den telefonla arayarak kurduğu eko çiftliğine beni davet etmişti. ABD’ye gidemesem de bir süre yaş ortalaması 70 olan bir grup eko-anarşistin özel Londra toplantılarını izledim… Bookchin’i geçen yıl kendisini yitirdik.
***
Murray Bookchin söyleyeceğini söyledi ve gitti. Şimdi sıra eylemde… Açgözlü kapitalizm Nasrettin Hoca misali bindiği dalı tamamen kesemeden, daldan alaşağı edilmeli… Yine sosyalist geleneğin ünlü sorusu “Ne yapmalı?”yı sormalı… İşte bütün kavga ve tartışma bu sorunun yanıtı için…
“Nasıl ve ne zaman olur?”, “Yaşamın pratiğindeki değişkenler bizi nasıl yönlendirir?” bu soruların yanıtını bilmiyorum ama eninde sonunda bu dünyanın kurtarıcısının yine biz devrimciler olduğunu adım gibi biliyorum…
Nasıl küresel felaketi ilk haber veren ve siyasi arenaya taşıyan sol gelenekten gelen bilimciler ve 68’li devrimciler ise, günümüzde de (Cüneyt Arkın ve oğlu Mehmet Ali Erbil’i saymazsak) dünyayı kurtaracak olan yine biz olacağız… İtirazı olan var mı?