Şairin çocuk dünyası

Şairlerin şiirlerini severek okursunuz ama yaşamlarını pek beğenmezsiniz. Şairin iyisi, daha doğrusu sanatçının iyisi uslanmaz cinsindendir. Filozof ne kadar ağırbaşlıysa sanatçı o kadar çılgındır. Baudelaire’in yaşamı da bir çılgının yaşamı oldu. Jean-Baptiste Baronian’ın Baudelaire’ini okurken şairin çocuktan başka bir şey olmadığını bir kere daha anladım. Şiir yazanlarla şairleri birbirinden ayırmamızı sağlayan birilerinin korkunç usluluğuyla öbürlerinin ele avuca sığmazlığıdır. Baudelaire bir garip çocuktur. Kendisine sunulan bütün olanakları elinin tersiyle iter. Ölmüş babasının, annesinin, babalığının toplumsal konumuna hiç uymayan bir yaşam sürmektedir. Sanki işi yaşamını tam bir aykırılıkta erkenden tüketip çıkmaktır. Altı yaşında yitirdiği babasından kalma mirası kısa sürede yer bitirir. Borç içinde yüzmektedir. Kocasının ölümünden kısa bir süre sonra evlenen annesinin de ona doğru dürüst para yardımı yapması olası değildir. Babalığı önce albay sonra general Aupick sert adamdır, belki de Madam Aupick’in eli kolu bu yüzden bağlıdır. Öte yandan, bohem yaşamına para yetiştirmek zordur. Baudelaire parasını kullanma konusunda küçük bir çocuk gibi başarısızdır. Bohem yaşayan arkadaşlarından borç alır ama onlar da bir eli yağda bir eli balda kimseler değillerdir. Paris’den ayrılsa, gidip Maurice adasına yerleşse? Bunu kurar kafasında. Ama o şiirlerinde hep uzak yerlerin özlemini duyursa da bir yolculuğu bile sonuna erdiremeyecek ve yarı yoldan dönecek kadar Paris’lidir.

22 şubat 1848’de Devrim patladığında Baudelaire’in de içinde bulunduğu topluluk, alabildiğine bohem yaşayan ve hiçbir şeyi umursamaz görünen yazar, şair, ressam, müzikçi topluluğu büyük bir heyecana kapılır. Bu genç insanlar daha insani, daha düzenli, daha adaletli, daha mutlu bir toplum isteyenlerin arasına katılırlar. Çünkü hepsi daha önce Charles Fourier’nin, Joseph Proudhon’un, “sosyalizm” ve “sembolizm” terimlerini bulmuş olan Pierre Leroux’nun fikirleriyle yoğrulmuşlardır. 1789’un topluma armağan ettiği yüce değerlerin üzerine birilerinin pek güzel oturduğunu bilirler. Çalışan insanlar gene açıkta kalmışlardır. Bu yüzden bu genç sanatçılar neredeyse 1789’a kadar uzanan öfkelerini dindirebilmek için bu yeni devinime canla başla katılırlar. Öbürleri neyse de, Baudelaire’in bu devinime katılması biraz şaşırtıcıdır. Onun siyasetle hiçbir ilgisi yoktur. Toplum sorunları karşısında hiçbir zaman belirgin bir duyarlılık göstermediği bilinir.

François Guizot her türlü toplaşmayı kesinlikle yasak etmiştir. İşçiler ve öğrenciler öğleden sonra saat üçe doğru toplaşmaya, köşe başlarında, caddelerde ve sokaklarda topluluklar oluşturmaya başlarlar, sonunda Concorde alanına çıkarlar. O zaman devletin acımasız güçleri işe koyulur. Courbet ve Toubin gibi arkadaşları kalabalıkta bir ara Baudelaire’i görürler ve gözlerine inanamazlar. Her zaman siyasete ağız dolusu vermiş veriştirmiş, cumhuriyetçilere demediğini bırakmamış bu garip adam ayaklanmacıların arasında ne arıyor olabilir? Devletin piyade güçleri Champs-Elysées’de görününce Baudelaire ve arkadaşları bir bahçeye sığınırlar. O sırada bir askerin süngüsünü kaçmakta olan bir işçinin göğsüne sapladığını görürler. Bunu saptamak, bunu tarihe geçirmek gerekir: Baudelaire ve Courbet korku ve tiksintiyle koşup durumu Emile de Girardin’e bildirirler. Şimdi siz belki de Emile de Girardin’in Paris emniyet müdürü falan olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Emile de Girardin 1836’da kurulmuş olan halk gazetesi La Presse’in genel yayın yönetmenidir.

Ertesi gün 25 şubatta Baudelaire ve arkadaşları Châtelet alanında bir araya gelen insanlarla birliktedirler. Çevrede herkes evlerinin kapılarını sıkı sıkı kapamış, dükkanlarının kepenklerini indirmiştir. İşçiler ve öğrenciler orada burada barikatlar kurmaktadırlar. Bitmeyen bir gidiş geliş, korkutucu bir gürültü, kaygı veren bir gerilim vardır. O sırada Temple bulvarında ayaklanmacılar Guizot’nun istifa ettiğini öğrenip çığlıklar atarlar. Heyecan her yanı sarmıştır, ayaklanmacıların bayrakları her yanda dalgalanmaktadır. İnsanlar bir yandan sevinç çığlıkları atarlar bir yandan da hep bir ağızdan La Marseillaise’i söylerler. 24 şubat günü Baudelaire yazar arkadaşı Armand Barthet’yle Buci kavşağında barikatlara girmiştir. Her ikisinin elinde birer av tüfeği vardır, birer de fişeklik takmışlardır. Silahlar da fişeklikler de bir silahçı dükkanından aşırmadır. Baudelaire arkadaşı Barthet’den çok daha heyecanlıdır. Bir o yana bir bu yana koşturur, avazı çıktığı kadar bağırır:
-General Aupick’e ölüm!

642090cookie-checkŞairin çocuk dünyası

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.