Aşkın sıradanlığı

1930’lu yıllar, o döneme ait ne kadar çok söylendi, ne kadar çok şeyler yazıldı ve yazılmaya da devam ediyor, çünkü o yıllar dünyanın en barbar ve yamyamı olarak kabul ettiğim Hitler’in iktidara geliş süreci ve o süreçte insanların ona nasıl hizmet ederek iktidara taşıdığı dönemdir. Suça ve suçluya ortak olmak istiyorsanız, onu iktidara taşıyın, mutlaka üzerinize kan sıçrayacaktır.
Yahudiler öteki ilan edilmiştir, iktidara gelecek olan partilerinde aynı zamanda hedefi konumundadır. Yahudiler aslında Avrupa’da insan olarak kabul edilmeleri henüz yenidir, yerli halkın yanında yaşamış ama onların hep kölesi,işçisi ya da hayvanı olarak görülmüşlerdir. Avrupa kıtasında köklü bir Yahudi düşmanlığı geleneği vardır, her türlü ayaklanmada, toplumsal sorunda Yahudiler hedefe konur ve hesapsızca öldürürlerdi. Çünkü hiçbir şekilde onların ölümleri sorgulanmamış ve hesap dahi sorulmamıştır. Tarih Avrupa kıtasında Yahudi cinayetleri ile doludur. Hatta Protestan dinin doğumunda bile Yahudi düşmanlığını görebilirsiniz, çünkü filler kavga ederken hep en alta kanlalar ezilmişlerdir, Yahudilerde Avrupa’nın hep en altında olanları temsil etmiştir.
Ah bir zengin olsam diye bir şarkı vardır, bir zamanlar bizim dilimizden düşmezdi, şimdilerde onun filmleri değişik kanallardan yayınlar ama hiç merak edipte onların yaşadığı dramı incelediniz mi? Olay Rusya’da geçmiş olması genel olarak en alttakilerin yaşadığı gerçeğini saklamıyor. Avrupa’nın ya da dünyanın neresinde olursa olsun en altta gözüken ve savunulamayan hakların kaderi ne yazık ki ortaktır, her türlü acıya, eziyete, sürgüne, soykırıma uğrayanların sesleri tarih sayfaları için kaybettirilmiştir. Kazananlar tarihi hep kendileri yazmıştır, o yüzden tarihi yazanlar yok ettiklerini adam yerine koymadıkları için bahsetme gereği bile duymamışlardır. Hitler rejimi eğer bugün yaşıyor olsaydı, Aşkın Sıradanlığı adlı eser yazılabilinir miydi? Elbette yazılamazdı ama aynı senaryoya uygun aşklar yaşanmaya devam ederdi, bugünde dünyanın herhangi bir yerinde yaşanmaya devam ediyor.
Oyunumuzu Savayon Liebrecht kaleme almış, Tarık Günersel dilimize kazandırmış, Özgür Yalım ise sahneye koymuş. Oyunu bir bütün olarak incelemek gereklidir elbette, ses, ışık, sahne düzeni ve oyuncular ile birlikte seyircileri. Seyirciler oyuna her zaman pasifte olsa bir şeyler katar, aksi halde ekrana yansıyan görüntüler gibi değildir. Ekrana yansıyan görüntüde zaman durdurulmuştur, zamanı olmayan görüntüden yaşam belirtisi almaya çalışmaktadır her izleyici her seyrettiğinde. O yüzden tekrar tekrar yayınlanan dizler ilk yayınlandığı kadar izleyici çekemezler, çünkü zaman yok olmuştur, o zamana uygun duygu algılayışı da. Tiyatro her sahnelendiğinde yeniden yaratılır. Her seyirci ayrı algılar ve yorumlar, fakat salonu terk ederken ortak bir kanıda olur… beğendik ya da beğenmedik konusunda. Kapı önünde oluşturulur bu ortak kanı ya da bir tiyatro dergisinde ya da her hangi bir yerde oyun hakkında yazılmış yazıyı okurken. Toplum psikolojisinde ortak kanı oluşturmanın ne kadar kolay ama oluşanında parçalanmasının ne kadar zor olduğunu deneyler ile kanıtlamışlar. Bugün bu yazıyı yazarken bu konuda yazılmış hiçbir yazıyı okumadan, geçmiş deneyimlerimin ve eğitim denilen o garip biçimlendirmeden geçmiş olan beynimin bana izin verdiği kadarını yazabiliyorum.
Bir alman şehri, Marburg. O bölge genelde Katolik’tir. O bölgelerde yaşamış ve gezmiş biri olarak söyleyebilir ki, o dönemden kalmış sessiz çığlıkların izleri hala sokaklarda taşlar arasında durmaktadır. Kapıların önünde çakılan metal bir isimlikte orada yaşamış olanların sadece isimlerini görebilirsiniz ama hayatlarını duygularını göremezsiniz. Hayatlarını ve duygularını işte bu gibi sanat eserleri içinde yakalama şansına sahipsiniz. Oyun, bir okul ve okulda ders veren ve alanlar arasında küçük bir çerçeve içinde geçiyor. İç içe geçmiş zaman dilimleri içinde yazının yazıldığı ikinci dünya savaşı sonu ve Hitler rejiminin kısa süre öncesi ve rejimin tarihi içinde geçmektedir.
Almanya’da üniversitede her ders verene profesör denir. Bizdeki adı ile hocaya da öğrenmen, son dönemde öğretim üyesi denmektedir. Profesör evlidir, (Heidegger) öğrencileri ile kaçamak yapmaktadır. Okulunda dikkat çeken bir öğrencisi ile şehrin dışında parklar içinde bulunan küçük bir kulübede buluşmak ister. Bugün dahi o evleri görme şansına sahipsiniz, küçük olarak tahtadan inşaat edilen bağ evleri diyelim. O evde bir Yahudi öğrenci yaşamaktadır (Michael), onun evinde kız (Hannah) ara sıra ziyaret etmekte ve bugünkü söylem ile kankasıdır. Candan dostudur yani. Dersi bahane ederek burada buluşan profesörün unvanı, tecrübesi ve dili iyi kullanması sayesinde kızı kendisine aşık edip, birlikte ara sıra kaçamak yapacak bir ilişkiye girmesini zaman sağlayacaktır. Evlidir, karısı Hitler hayranıdır, varlıklıdır ve saf alman ırkının kötü talihini Hitler yeneceğine inancı sonsuzdur. Kocasını da etkilemektedir, kocasının kaçamağıma sessizce göz yumduğunu bile söyleyebiliriz, çünkü kaçamak yaptığı kadın bir Yahudi, Yahudi insan olmadığına göre sorun oluşturmaz. Bir Alman bir Yahudi için eşini terk etmeyecektir!
Her evli kadın bir anlamda eşinin kaçamak yaptığını bilir, gerektiğinde gündeme getirir!
Aşk gözü kör eder, görülmesi gerekeni gizler, fakat genç kızın tecrübesizliği, öğretmenine olan büyük bağlılık, onun düşüncesi ile yaşamını, duruşunu belirten tercihleri sanki ona endekslenmiştir. Öğretmenin bir Nazi olduğu gerçeği ortada olmasına rağmen, okulda bir Nazi Alman öğretim üyesinin yapması gerektiği gibi davranmasına rağmen, o küçük kulübede yaşamdan kopuk bir aşk yaşanmaktadır. Her ne kadar dışarıda başlayan dalgaların gürültüsü o kulübeye gelse de duymamazlığa gelinmektedir. Bir gün artık diploma çalışması için başka üniversite gönderilmesi gereklidir, çünkü ilişkileri göze batmıştır. Heidegger’in tavsiyesi ise başka bir üniversitede tezini verir. Hannah orada bir hayat arkadaşı bulmuştur, onun ile evlenme kararını Heidegger ile konuştuktan sonra verecektir. Hitler iktidarı artık kesin bir döneme gelen süreçte yol ayrımı kaçınılmazdır. Hannah hem eğitimini hem de can güvenliği için Amerika’ya gidecek orada önemli bir insanı olacaktır. Heidegger ise iyi bir Nazi propagandisti, hatta akıl hocası olacak, üniversiteye de rektör olacaktır. Savaşın galipleri ve yenilgileri belli olduğunda Heidegger kendisinin Nazi olmadığını kanıtlanması istenmektedir ve eski öğrencisi ve sevgilisi Hannah ile buluşup, ondan destek istemiştir.
Yahudi dünyasında savaş sonrası yazdığı bir kitap ile fırtına koparan Hanah Arendt, İsrail devleti ve üniversiteleri ile barışmak istemektedir. Ona bu fırsat bir röportaj ile gelecektir. Hemen o röportajı kabul etmiş, geçirmiş olduğu bir kalp spazmı sonrasında evinde o röportajı verecektir. Sigara düşkündür, onu da ilk sevgilisi profesöründen almıştır. Kötülüğün Sıradanlığı adlı çalışması onu Yahudi toplumun dışına iteklenmesine sebep olmuştur, en azından bu röportaj ile kendi derdini daha doğru anlatmak istemektedir. Adolf Eichmann’ın davası üzerine görüşlerini yazmıştır. Eichmann Nazi ideologudur ve yaptıklarını yasalar içinde yaptığını söylemektedir. “ölü yıkayıcısının elindeki ölü gibi itaatkar olan Yahudileri” ele almış, Siyonist ideolojiyi eleştirmiştir. Sınıf sevgisi ve bağımlılığı yerine bireylere inandığını ve sevdiğini dillendirir. “sıradan olan şey, suçlunun otoriteye boyun eğiş tarzlarıydı. Üzücü olan gerçek şu ki, gaddarlıkların çoğunu yapanlar, hayatlarında hiçbir zaman bilinçli olarak iyi ya da kötü olmayı seçememiş insanlardı. Nazilerin çoğu çocuklarına düşkün babalar, müzikseverler kişilerdi. Ürkütücü olan onların normalliğidir. Kötülüğün sıradanlığı budur işte.”

İsmail Cem Özkan

Aşkın Sıradanlığı
Yazar: Savyon Lienrecht
Yönetmen : Özgür Yalım
Çeviren : Tarık Günersel
Dekor Tasarım : Behlüldane Tor
Kostüm Tasarım : Nalan Alaylı Türkoğlu
Işık Tasarım : Yüksel Aymaz
Yönetmen Asistanı : Gamze Yalım, Saydam Yeniay
Oyuncular
Nisa Yıldırım, Saydam Yeniay, Deniz Elmas, Efe Tunçer

1588180cookie-checkAşkın sıradanlığı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.