Ali Bey

Yıllar önce okumuş olduğum kitaplardan bazılarını yeniden okuyorum. 1866’da Basiret gazetesini kuran ve üç yıl boyunca yayımlayan Ali beyin İstanbul’da elli yıllık önemli olaylar adıyla yayımlanan kitabını da yeniden ele aldım. Ali bey ilginç bir kişiymiş. Fransa-Almanya çekişmesinde Almanları tuttuğu için Prens Bismarck’ın çağrılısı olarak Almanya’ya gitmiş, bu arada Almanlardan para da almış. Osmanlı devletinin son dönemlerindeki çoğu siyasal nitelikli bazı ilginç olayları anlatıyor Ali bey bize. Bu arada bazı ilginç kişilerin bazı özelliklerini de bir öykücü yatkınlığıyla yansıtıyor. Sözünü ettiği kişilerden biri zaptiye müşiri Hüsnü paşadır. Ali bey Hüsnü paşanın portresini iki satırla şöyle çiziyor: “Hüsnü paşa gayet sahtekar ve kıyıcı bir adam olmakla birlikte dervişliğinden de dem vurur, elinden tesbih düşmez, sözün kısası her telden çalar, bukalemun gibi bir adam idi.” Hüsnü paşa Basiret’in yayınlarından son derece rahatsızdır. Bunu Ali bey “kişisel garez”e bağlıyor. Belli ki Ali bey de Hüsnü paşayı gazetesinde ince ince iğnelemektedir. Kendisi söylüyor: “Bunun can yakıcılığını ve zabıta yöneticiliğiyle yakışıksızlığını arasıra gazeteye yazdıkça bize karşı kızgınlık ve zorbalığını artırır idi.”
Babıali insanları paşanın yaptıklarını her nedense hoşgörüyle karşılarlar, o da bu koşullarda bildiği gibi at oynatmaktan geri durmaz. Öylesine sorumsuz bir kişidir ki bu zaptiye müşiri Hüsnü paşa, işi gece fenersiz dolaşanları öldürmeye kadar vardırır, buna karşılık cinayet işleyenleri bağışlamakta sakınca görmez. “Müşirlik dairesinin karşısındaki hapishane yapısına kapıları demirden olarak birkaç mahzen yaptırıp işine elvermediği birisini adi suçla tutuklandığında o mahzenlerden birisine atar, sözde orası nemli olduğu için suçlu üşümesin diye içerisine kömür dolu bir mangal koydurur, zavallı suçlu, ‘Aman efendim, temmuz ayındayız, mangalın gereği yoktur’ diye bağırdıkça ‘Sen bilmezsin. Her ne kadar temmuz ayında isek de burası soğuktur. Müşir paşa efendimiz, acıdıklarından böyle emrettiler, siz rahat ediniz’ diye demir kapıyı kapayıp giderler. Zavallı adam ertesi günü ‘doğal ölümüyle ölmüştür’ diyerek cenazesini kaldırttığı pekçok defa olmuştur.”
Ali bey üç padişah dönemi görmüştür: Abdülaziz, Murat V, Abdülhamit. Bu üç padişahtan yalnızca birini içine hiç sindiremiyor. Ona göre Abdülhamit “dini, devleti ve milleti parçalayıp yıkmış, her türlü kötülükleri işlemiş bir adamdı”. Padişahın uygulamaya koyduğu bütün kötülükler tahttan indirilme ve öldürülme korkusundan kaynaklanıyordu. “Abdülhamit’in otuz üç yıl süren saltanat döneminde Osmanlı Devletinin uğradığı büyük belaların, felaketlerin sayılıp dökülme olanağı yoktur. Yalnız nüfus ve topraktan dolayı olan kayıplarımızın niceliği göz önüne alınır ise insanın tüylerini ürpertir.” Onun bir kişiyle bir görüşmesi sırasında şu sözleri söylemiş olması Ali beyi öfkelendirir: “Ben para biriktirmez isem evlatlarıma hayırlı baba ve karılarıma hayırlı koca olmam.” Abdülhamit bu sözleri söylediğinde rus ordusu Ayastafenos’ta yani Yeşilköy’dedir. Bu da padişahın bir özelliğini, devletin ve milletin kalıcılığına inanmadığını gösterir.
Ali bey şöyle yazıyor: “Rus ordusunun Ayastafenos’da bulunduğu sırada bir gün iş gereği Yıldız Sarayına gitmiştim. Mutfak tarafında yüz kadar tenekecinin büyük bir çabukluk ve beceri ile teneke kutular yapmakta olduklarını gördüm. Bir yandan da koyunlar kesilip kazanlarda kavurma yapılıyordu. Beni şaşırtan bu durumun nedenlerini saraya bağlı bir kişiden sorduğumda beni bir yana çekip: ‘Ruslar İstanbul’a girip zaptedeceklerine kuşku yoktur. Sultan Abdülhamit’i de tutsak edeceklermiş. Bu günleri görmemek ve tutsaklık altına düşmemek için Padişah, Peygamberin hırkasıyla padişahlık sancağını ve kutsal emanetleri ve kendi çoluk çocuğunu birlikte alarak Bursa’ya kaçmak ve göçmek düşüncesine kapıldı. Yol yemeği olmak üzere sekiz yüz teneke kavurma hazırlamakla uğraşıyorlar’ dedi.”
Padişahı bu kararından Darüssaade Ağası Behram Ağa vazgeçirir. Bursa’ya kaçmasına kaçalım da der, işler yoluna girdiğinde millet bizi yeniden İstanbul’a kabul eder mi? Ne yapalım, herkesin başına gelen bizim de başımıza gelecektir. Sabretmekten başka yapılacak bir şey yoktur. Padişah bunun üzerine İstanbul’dan kaçmak kararından vazgeçer. Ayastafenos anlaşması imzalandıktan sonra Grandük Nikola İstanbul’a gelip Yıldız’a gitmiş. Padişah iki gün sonra verdiği bir şölende Rusya’nın ve Grandük’ün sağlığına kadeh kaldırmış.

644100cookie-checkAli Bey

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.