ALMANYA’DAN… Kendi kalesine gol atmak…

Yaşamımın en güzel yılbaşı akşamlarından birini geçirmenin verdiği moral ile 2006 yılının ikinci yazısını kaleme almaktayım.
İkinci.
Çünkü birinci yazıyı 1 Ocak 2006 sabahı saat 9’da kaldığım otelde yeni çıkmakta olan ve Pazartesi günleri benim de yazdığım günlük gazete Forum Diplomatik için kaleme aldım.
31 Aralık 2006 akşamı İstanbul’da her zaman sevinçle  gidip dostlarımla olduğum  Çiçek Bar’da gerçekten özenle hazırlanmış bir yılbaşı akşamındaydım.
Ailemden üç kişiydik ve çevremiz babamın ve de benim dostlarımla doluydu. Bir kez daha Türkiye’de yılbaşı kutlamanın ne kadar güzel bir olay olduğunun tadına vardım.
Hele bir de Milli Piyango Çekilişi’nin en yüksek ikramiyesini kazanan biletin son iki numarasına verilmesi öngörülen hediye sepetini de kazanınca keyfime diyecek yoktu. 
Büyük ikramiyenin isabet ettiği biletin numarası “2138345” bana içki dolu bir sepet getirdi. 45 sayısının faydasını gördüm. Yaşım şans sayım oluverdi 2006 yılının başında.
Galiba ben de artık her göçmene özgü bir dönemdeyim: Sevdiğim, doğduğum ve kendimi huzurlu hissettiğim ülkem beni her geçen gün daha fazla çekmekte kendisine.
Bana Türkiye’yi böylesine sevdiren ve beni Türkiye’den ayrılamaz hale getiren kişiye milyonlarca teşekkürler. Ve sadece bunun için değil.
Ama gelelim şimdi asıl konuya.
Hani hiç bitmeyen tv dizileri vardır, işte bizim konumuz da öyle bir dizi galiba: AB Vadisi!
Eminim dizi biterse daha bir de filmi çekilecektir.
Bu dizi de tv izleyicilerinin aradığı her şey var.
Gözyaşı, kan, öfke, kin, sevinç ve bir tür aşk.
AB ve Türkiye birbirinden ayrılamayan ve de biraraya gelemeyen ikili.
24 Aralık 2005 Cumartesi Günü İstanbul’da aniden bastıran kar yağışı nedeniyle zar zor ulaşabildiğim THY uçağında kimse bir açıklama yapmadığı için hala nedenini bilmediğim iki saatlik bir bekleme sonrası Ankara’ya uçup oradan da otomobille Merzifon’a doğru yola koyuldum.
THY bence müşterilerine yönelik “otursun ve beklesinler ve de onları uçurduğumuza şükretsinler” tarzı uygulaması ile bir devlet havayolları olarak devlet ve vatandaş arasındaki ilişkinin Türkiye’deki konumunu gözler önüne sererken ben de buna rağmen hala müzakerelerden umutlu olmaktan yanayım diye eklemeden edemeyeceğim.
Türkiye bile değişirken elbet THY’de değişecektir diye düşünmekteyim. Bu dileğim tabii ki TCDD için de aynen geçerli.
İşin kötüsü böyle bir liste yapmaya kalktığınızda sonunun gelmediğini de görüp vazgeçiyorsunuz.
Neyse otomobille çıktığımız yolda Çorum’a otuz kilometre kala yol buzlandığından ve Türkiye’deki çok sayıda şöför kullandığı araca değil ama tanrıya sonsuz güven duyduğundan asfaltın üzerindeki bir buz tabakasında kalakaldık.
Aslında bu buz aşılmaz cinsten değildi. Ancak o sırada tanrının çok meşgul olduğu inancında olan bazı şöförler araçlarındaki yazın bile kullanılamayacak durumdaki yazlık lastiklerinin tanrının koruması olmadan yol alamayacağının farkına varmışlardı.
Rastgele durup yolu tıkama hakkını kendilerinde görmüşlerdi.
Neyse ki yazlık lastikleri ile yardıma yetişen bir polis aracının gerçekten kahraman olduğuna inandığım şöförü hiç kimseye çarpmadan olay yerine kadar varıp duruma el koydu da bizde o “aşılmaz” diye tanımlanan yirmi ya da otuz metrelik buzlu yolu kar lastikli aracımızı ayrıca zincirle takviye ederek aştık.
O gün aklımda kalan günün en güzel sorusu da ellerinde zincirlerle gezen kimilerinin “zincir takmasını bilen var mı ?” demesiydi.
Daha sonra İstanbul’da mükemmel bir caz konserinde izleme şansına sahip olduğum Woody Alleen’i aratmıyorlardı bazıları.
Sonunda Merzifon’a vardığımızda Merzifon Sosyal Dayanışma, Kalkınma ve Tanıtma Vakfı tarafından organize edilen “Merzifon İçin Güç Birliği” toplantısı bitmişti. Ve ben “AB Katılım Süreci İçersinde Sanayi Boyutunda Yapılacak İşbirliği” başlıklı konuşmamı yapamadan toplantıcının katılımcıları ile birlikte yemek masasına oturdum.
Merzifon Kaymakamı, Belediye Başkanı ve nice değerli işadamı ile birlikte sohbet ederken bir dost bana katılımcılarının hepsinin uzun bir yemek masasında oturduğu bu ortamda konuşmamı yapmamı önerdi.
Ben de “bu restaurantta yemek yiyen diğer masaları rahatsiz etmez miyiz?” diye sorduktan ve böyle bir sorun olmadığı yanıtını aldıktan sonra konuşmaya başladım.
Konuşmamın sonuna doğru bir sivil memurun Merzifon Kaymakam’ına bir not ilettiğini gördüm ve “eh artık sussam iyi olur” diye düşünerek konuşmamı bitirdim.
Konuşmam nedeniyle kutlandıktan sonra “Size bir not verdiler. Galiba konuşmam uzun oldu. Rahatsız olanlar mı var?” diye sorduğumda  Kaymakam Bey “Sormayın Ozan Bey, az evvel bir bomba ihbarı aldık. Siz de aynı fikirdeyseniz, burayı sakince boşaltalım.” şeklinde kibarca yemeğe son vermemiz gerektiğini belirtti.
Politikacı olarak bazen uzun konuştuğunuzda sizi dinleyenlerin yüzlerine bakarak “artık susma vakti” geldiğini anlayabilirsiniz. Ancak bomba ihbarı ile kaçırılan trenlerin filan durdurulduğunu okumustum da konuşma kesilmesine tanık olmamıştım.
Merzifon’lu dostlarım çok üzüldü. Şubat ayında Adana’da da gerçekleştireceğimiz çok yararlı bir toplantı ile güzel bir başlangıç yaptılar. Haklı olarak bu güzel günün tatsız bir olay nedeniyle gölgelenmesini istemiyorlardı.
Çünkü Merzifon gerçekten huzur dolu bir yer olarak tanınmaktaydı ve o güne kadar da böyle bir olay yaşanmamıştı.
Polis çok hızlıydı. Olayı duyduktan bir saat sonra ihbarı yapanın yakalandığı haberi geldi.
Kendisi Merzifon’un yerlilerinden değildi. Ve gerçekten AB ile ilgili bir konuşmaya da tahammülü yoktu. Yemek masasından kalkıp, dışarı çıkıp ihbarda bulunmuştu.
Bu da bir kültür her halde.
Yazık.
Oysa kendi karşı görüşlerini o ortamda dobra, dobra söyleyebilirdi ve tartışırdık.
O ise bomba ihbarı yapmayı tercih etti.
Nedense böyle kendi kalesine atılan gollerle uğraşmak zorundayız.
Aynısını şimdi Kıbrıs’ta yaşamaktayız.
Avrupa Parlamentosu’nda kimsenin ciddiye almadığı ama ne yazık ki ülkesinin halkının seçtiği bir milletvekili var.
Türkiye’yi ve Kıbrıs Türkleri’ni kışkırtarak reyting yapmaya çalışıyor.
Gene aynı numarayı yaptığında kendini KKTC Askeri Mahkemesi’nde buluverdi.
Bence keşke anında sınır dışı olsaydı ve mahkeme karşına çıkartılmasaydı.
Ona da suç işleyen ufak çocuklara yapılan muamele yapılsaydı. Yani adam yerine konulmasaydı.
Sınır dışı edip kendisine “KKTC’ye kafa tutup yargılanan adam” kartviziti hediye edilmeseydi.
Bence onun Türk Bayraği’na hakaret etmesi nedeniyle ona kızanlar, Türk Bayrağı’na ne yaptığını bilmeyen birinin hakaret edemeyeceğini gözler önüne serip söz konusu şahsa  verdikleri önemi sergileselerdi.
Biliyorum bu yazdıklarıma kimileri kızacaklardır ve “ama o bayrağımıza hakaret etti” diyeceklerdir.
Bence ilgi çekmek amacıyla bu tarz tavırlara yönelenlere karşı en büyük ceza onları hiç fark etmemektir.
Türkiye’nin ve KKTC’nin yeterince sorunu var. “Ben illa sizin sorununuz olup, ciddiye alınmak istiyorum” diye uğraşanlara ayrılacak vakte yazık.

1614580cookie-checkALMANYA’DAN… Kendi kalesine gol atmak…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.