Anadolu coğrafyasında toplu ensest

Dünyanın küresel bir köy olduğu gerçeği giderek her alanda daha çok karşılık buluyor. Japonya’da deprem oldu, artçısı Almanya’da Merkel’i vurdu. Merkel’in partisi, dört nükleer santral inşa edilen muhafazakârların kalesinde, anti-nükleer söylem üzerinden siyaset üreten Yeşiller karşısında ağır yenilgi aldı.

Lorenz’in kelebek teorisinin siyasal alandaki karşılığı budur. Japonya’da ‘doğal olarak’ kanat çırpan kelebek, Almanya’da ‘siyaseten’ fırtınaya neden oldu!

Başbakan Erdoğan, eğer siyasi körlükten ya da danışmanlarının yetersizliğinden değilse, siyaseten intihar anlamına gelecek açıklamalarıyla giderek daha çok tepki birikimine neden oluyor. Enerjiden madenciliğe, turizmden ulaşıma birçok alanda AKP döneminde uygulanan politikalar kırsal yaşamı derinden sarsan izler bıraktı. Kalkınma ve büyüme masalının yalnızca dinleyicisi olan kırsal nüfus, giderek bu politikaların yarattığı sonuçlar yüzünden köklü bir dönüşümün ortasında buldu kendini.

Dünyanın birçok ülkesinde benzer uygulamaların yarattığı sonuçları dehşetle izledik. Daha bir kaç hafta önce Hintli Eğitimci Shireen Weston’la Kaş’ta yaptığımız söyleşide, 1 milyon Hintli kadının HES’ler yüzünden yaşam alanlarını terk etmek zorunda kaldıklarını ve kentlerde yaşanan işsizlik sonucu vücutlarını satmak durumuna geldiklerini, tüylerimiz ürpererek dinlemiştik.

Türkiye’deki durum şükür ki henüz o raddeye gelmiş değil ancak iki yıldır kırsaldan yükselen isyan giderek büyüyor. Yalnızca HES’ler değil, altından çakıl taşına 80 bin maden ruhsatı; Anadolu coğrafyasının altını üstüne getirmek için yerleştirilen dinamitleri gibi dört bir yandan kuşatmış durumda. Yayladan sahile, Ağrı dağından Konya ovasına Anadolu’dan yükselen çığlığa ne siyasiler, ne de merkezi medya kulak kabartıyor…

İktidarını ikinci kez perçinlediği 2007 seçimlerinin ardından rövanşist tavırlarla yürütülen Ergenekon operasyonları üzerinden siyasi intikam alma peşinde koşan AKP ile yerleşik iktidar odakları arasında süren savaşın şiddeti Anadolu’daki bu yangının üzerine perde çekti. Medyada yürütülen kuşatma harekâtı ve merkez medyayı elinde bulunduran holdinglerin zaten bu yatırımların birer öznesi olması durumu da toplumsal muhalefet ve mücadele olanaklarını da neredeyse imkânsız hale getirdi. Bir başka deyişle, Anadolu’da yükselen çığlığa İstanbul kulaklarını kapadı.

Ancak buna rağmen Anadolu’da içten içe giderek büyüyen isyan ateşi, giderek kırsal alandan taşıp kentleri de kuşatacak gibi görünüyor. Şimdilik bu ateşe kör bakanların, giderek muhalif isyan dalgasına rağmen varlıklarını bu biçimde sürdürebileceklerini söylemek en hafif ifadeyle ‘saflık’ olur. Şimdilik çok parçalı görünse de kırsalda başlayan yaşam alanı savunusu giderek hukuki ve bilimsel deneyimlerini birleştirerek yoğuracağı eylemlilikle, eğitimden sağlığa, tarımdan üretime yaşamın tüm alanlarındaki açmazlara karşı da yeni bir bilinç sıçraması yaratacaktır.

Bütün bunlar madalyonun bir yüzü ve kırsal nüfusun yalnızca belirli bir bölümünü kapsıyor. Öbür yüzünde ise içinde yaşadığı coğrafya ve kültüre giderek yabancılaştırılan koca bir kitle var. İzletilenin, izleyen üzerinde denetim kurduğu bu gösteri çağında, medya aracılığıyla sürdürülen iktidar savaşının sonu gelininceye kadar Anadolu’yu cehenneme çevirecek olan yağmanın da tam ortasında olacağız.

AKP iktidarının paydaşı konumundaki Çalık, Albayrak ve Koza grubu başta olmak üzere, Doğuş, MNG, Çukurova ve Doğan Holding gibi medya yatırımları bulunan sermaye gruplarının, sahip oldukları iletişim araçlarıyla halk üzerinde vasatın yeniden üretilmesine yaptıkları katkının bedelini koca bir uygarlığı elbirliğiyle yok ederek ödeyeceğiz!

Anadolu’da binlerce dere, yüzlerce nehir var. Her nehrin de ayrı bir hikâyesi… Nisan-Mayıs aylarında en coşkun akışına kavuşan nehirlerin dağlardan taşıdığı toprak, Haziran’a doğru sular yatağına doğru çekildikçe kıyılardaki düzlüklerde birikir ve giderek balçığa dönüşür. Zamanla yavaş yavaş kil hamuruna dönüşen balçık, yaz aylarında dünyanın en şaşkın ve en acemi heykeltraşlarını çeker kendine…

Yaz güneşinin altında bal kavanozuna üşüşen sinekler gibi kasabalı yeni yetme oğlanlar anadan üryan nehirlere koşarlar. Saatlerce yüzerler… Söğüt dalı, çınar yaprağı, kara lastik ayakkabı; bir de balçık…

Kasabalı, 16 yaşında yaramaz oğlan çocuklarının nehir kıyılarındaki oyuncakları bunlardır. At sinekleri ve Yusufçukların vızıltıları arasında vadilerde çınlayan ilkel gülüşmelerin eşlik ettiği sahne birazdan başlayacaktır…

Nehir kıyısına biriken dünyanın en şaşılası kil hamuruyla başlayan oyun, giderek kilin şekillenmesine dönüşür. Sırtlarına konan at sineklerini söğüt dallarıyla kovarak, Âdem’in topraktan Havva’yı yaratmasını andıran sahneler eşliğinde kile şekil veren yeni yetme elleri, giderek kendi coğrafyalarından yarattıkları birer kadına dönüşür. Belli belirsiz bir yüz, kollar, bacaklar ve ille de göğüsler. Nehir boyunda düzenlenen bir heykel sempozyumu! Nehir kıyısında birazdan aya kalkacakmış gibi uzanan onlarca çamurdan kadın. Kimi ustaca, kimi acemice; kimi de ilk kez yapılmış küçük ellerle… Ve bu heykel sempozyumunun, ruhları henüz bu olup biteni anlamaktan uzak küçük seyircileri… Küçük seyircilerin görevi kara lastik ayakkabılarla heykeltraşlara su taşımak…

Ve kasabalı, 16 yaşında yaramaz oğlan çocuklarının ilk cinsel deneyimi başlar. Çamurdan yaptıkları kadın figürlerinin üzerine abanıp devindikçe sırtlarına konan at sineklerini unutup, dağlardan gelin aldıkları toprağın ırzına geçerler! İlk cinsel deneyim. Kendi coğrafyasıyla ilk tanışma. Bin metreden bakınca köyüyle, uzaydan bakınca dünyasıyla. Bu bir ilkel ‘installation-yerleştirme-‘ değil, ilk toplu ensest!

Toprak kadının cinsel organı güneşte kurudukça, yeni yetmelere seslenilir: “kara lastikle su getir hele, kurudu bu!”

Anadolu’daki kırsal yaşam dışarıdan görüldüğü gibi pastoral ve romantik değildir. Edebiyatta Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, sinemada Metin Erksan gibi ustalar kırsaldaki gerçekliği olabildiğince yansıtmışlardır. Dövüşmek yumrukla değil, boğazına çökerek, sevişmek dudakla değil, üzerine çökerek! Taşra iyisiyle kötüsüyle akıl almaz ayrıntılarla doludur. En ilkel benliğin, en naif benlikle kol kola, koyun koyuna yaşadığı kapalı bir kutu.

Modern devlet, eğitim bu kutuyu açmak için vardır. Kent, dünyanın bu en gizemli kapalı kutusunun işlendiği, altın varakla süslendiği yerdir. Kent, kapalı kutudaki ilkel benlikle, ince ruhun bir potada eritildiği, harmanlandığı yerdir. Ancak Türkiye’de üretilen siyaset etme biçimi, ne yazık ki bu kara kutuyu semirtmekten öteye gidemedi. Vasat üretimine katkıda bulunan medya da, siyasetle kolkola girerek bu kara kutuyu besleyen yayıncılığını sürdürdü.

Son beş yıldır tarihte benzeri görülmedik biçimde Anadolu’nun taşı toprağı liberalizmin seliyle taşınıyor. Bakmaya kıyamayacağınız Anadolu’yu kapitalizme gelin ediyorlar. Anadolu’yu, 16 yaşındaki kasabalı oğlan çocuklarının ruhuyla satıyorlar. Medya da bu kara lastik gibi televizyonlarıyla bu yağmaya su taşıyor. Anadolu’da tarihin en ağır toplu ensestini yaşanıyor.

Bu ensest’in çocukları bizi Anadolu’da kovacaklar!

1196190cookie-checkAnadolu coğrafyasında toplu ensest
Önceki haberDeğişime ayak uydurmak…
Sonraki haberMilli Mücadelede Polisler
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.