Anayasa ile Leviathan yaratmak

Hobbes’in ünlü eseri Leviathan siyaset bilimi alanında “vahşi ve ezici devlet” olarak anılır. Vahşi ve ezici devlet, elindeki idarî ve siyasî araçlarla toplum üzerinde güçlü baskı kurarak hakimiyetini sürdürür. Anayasa fikri, tarihsel süreçte, toplum üzerindeki bu baskının kaldırılması amacına yönelik olarak geliştirilmiştir. Bu gelişim sürecinin sonucunda anayasanın tanımı, devleti kuran, devletin temel organlarını belirleyen ve devlet örgütüne karşı vatandaşların temel haklarını koruyan ve savunan temel yasa olarak belirlenmiştir. Hal böyle olunca, anayasanın toplumun tüm kesimlerinin, hiç değilse, kahir ekseriyetinin işbirliği ve ittifakıyla yapılması gereken bir yasa olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzdeki duruma baktığımızda, AKP kendi eseri bir anayasa üzerinde ısrar etmekte ve çok ciddî ve yetkili kesimlerin şiddetli itirazlarına rağmen topluma dayatmaya yeltenmektedir. Umarım, çok ciddî bir hatanın eşiğinde olduğumuzu, başta siyasî erk olmak üzere, tüm çevreler idrak eder ve bu vahim gidişten dönüş yapılır!

Ünlü siyaset hocası Yavuz Abadan’ın belirttiği gibi, Avrupa’nın aydınlanmasında temel ilke olan, “Kuvvetlerin ayrılmadığı ve hürriyetlerin teminat altına alınmadığı yerde, anayasa yoktur!” görüşünün günümüz Türkiyesinde çiğneniyor olması, maalesef, acı bir gerçek olarak tarihimize geçecektir! Kuvvetler ayrılığı ilkesi, Locke’dan esinlenen Montesquieu tarafından 1748 yılında yayınlamış olan Yasaların Ruhu adlı eserinde işlenmiştir. Montesquieu’ya göre, “Cumhuriyetin ilkesi erdem; Monarşinin ilkesi onur; Despotizmin ilkesi ise korkudur!” Matbaanın batı’dan Osmanlılar’a gelişine benzer şekilde, yaklaşık üç asır geçmiş olmasına rağmen, hâlâ kuvvetler ayrılığı ve gerçek anlamda özgürlükler fikrini içimize sindirememiş olmak utanç verici gericiliktir!

1982 Darbe Anayasası ile yönetilmeyi hazmedemeyen bir topluma, çağdaş olmayan bir siyasal partiler yasası gölgesinde ve seçim barajı uygulaması desteği ile toplumun % 47’sinin oyuyla parlamento çoğunluğunu ele geçirmiş olan bir parti anayasa yapma ve, gerekiyorsa, zorla topluma giydirme saygısızlığı içine girebiliyor. İlgililerin ve sorumlu yüksek yargı organları yöneticilerinin açık beyanlarına göre, kuvvetler ayrılığını ve yargı bağımsızlığını zedeleyebilecek böyle bir anayasa dayatması, pozitif hukuk açısından fazla sorun taşımıyor gibi gözükse de, siyaset etiğine ve maddî anlamda siyaset ve hukuk anlayışına uygun görülemez!

İkinci dönemine hazırlanırken AKP’nin bir anayasa paketi hazırlatması anlaşılabilir. Ama bu paketin, Türkiye’de açıklanmadan, bizzat iktidardaki siyasî partinin başkan yardımcısı ile anayasa komisyonuna başkanlık eden akademik sıfatı haiz kişinin ABD’de ilgililere sunulması Türkiye’nin gururunu rencide etmiştir. Bu sunum ABD’de sadece akademik kişi tarafından yapılmış olsa idi, bir dereceye kadar da olsa, akademik düzeyde fikir alış-verişi olarak kabul edilebilirdi. Ancak, heyete siyasî partinin başkan yardımcısı sıfatını haiz şahsın da katılması, bağımsız Türkiye resmi ile bağdaşmadı!
Anayasa Mahkesmesi 1961 Anayasası ile kurulmuştur. Bu tarihten önce anayasayı ihlalin hukukî müeyyidesi yoktu. Böyle bir eylem, ancak siyasî müeyyideye tâbi olabiliyordu. 1961 Anayasası ile Anayasa Mahkesi’nin ihdası bugünkü siyasîler tarafından dikkatlice irdelenmelidir. Zira, öne sürülen tasarıda yargı organlarını ve Anayasa Mahkemesi’ni baskı altına almaya yeltenmenin gerçek anlamı, 1960 öncesine özlem olarak yorumlanır. Anayasa ihlallerinin yargı denetiminden masun tutulmasının toplumsal sonuçları ise, bizzat 1960 yılı olayları ile tarihte sabittir. Böyle bir davranış sadece toplumu değil, siyasîleri de hüsrana sürükleyebilir!

Yargı mekanizması, siyasîler de dahil, tüm toplumun gerçek güvencesi ve sığınağıdır. Yargının bağımsızlığını kısıtlayarak baskı altına almak, toplumun can damarını sıkmak ve devletin tüm ilke ve işleyiş mekanizmasını değiştirmeyi amaçlamak demektir. Siyasî gücü eline geçirenler demokrasiyi karanlık emellere vasıta olarak görebilir, hatta bu yolda kullanmaya yelteniyor da olabilir. Böyle bir operasyona maruz kalan toplumun tepkilerini hangi mecrada dillendireceği kuşkulu olduğu kadar, korkunçtur da! Bu gidişe mutlaka bir son vermek gerekir! Gidişi frenleyecek en güçlü çevre, bizzat iktidardaki siyasî partinin bugüne kadar anlaşılmaz bir şekilde sessiz kalan ve parlamentoda ettikleri yemini yadsırcasına davranan elemaları ve yandaşlarıdır. Bu gruplar anlık çıkarlarını veya okyanus-ötesi emperyalistlerin emrideki köleden aldıkları muhtemel direktifleri bir yana atarak ve ettikleri yemine sadık kalarak toplumu ve bizzat kendilerini aydınlığa çıkartmaya gayret sarfetmelidirler. Söz konusu çevrelerin bu gayreti göstermemeleri durumunda, ettikleri yeminin aksine, iktidarı ele geçirmedeki amaçları netleşir. Bu birinci aşama başarılı bir şekilde geçilemezse, onları, emir aldıkları çevrelerin dahî kurtarmaya gücü yetmez. Çünkü, zillet altındaki milletin sabrı taşarak, adalet ve özgürlük anlayışı 87 yıl sonra aynı heyecan ve ruhla bir kez daha ayağa kalkarak, bu maceraya sürüklenenlere gerekli dersi verir! Zira, haysiyetini kaybetmemiş hiçbir ulus, baskıcı “Leviathan”a karşı özgürlüğünün koruyucu sigortası olan anayasayı, bizzat kendisine yöneltilmiş baskı aracı olarak kabul etmez!

Tarihi boyunca sömürgecilik yapmamış olmakla övünen bir ulusu, hiçbir siyasî yapı, cemaat veya anlayış, hangi merci veya güce dayanırsa dayansın, bizzat kendi unsurları marifetiylebaskı altına alamaz!

1595370cookie-checkAnayasa ile Leviathan yaratmak

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.