“Ankara’nın taşına bak”

48 yıldır, bir çok acılar yaşadık. Ama böylesi acılar karşısında, suskunluk ve yönetimde bir kıpırdanma dahi olmaması, açıklamaları, yaşanaları gördükçe, acılarımız daha da artıyor doğrusu.

Boşa geçen bir zaman dilimini yaşıyoruz adeta. Acılara acılar katılıyor sürekli olarak. Yaşatılan, yaşadığımız bu.

5 koca ay geçti. 7 Haziran seçimlerinde, tek başına AK Parti Hükümeti’ne dur dendi. 13 yıldır yapılanlar ve gelinen nokta. 62 Hükümet uzun süre devam etti. Seçimler olmasın karşın. 63 Hükümet kuruldu kurulmasına da, devam Hükümeti. Bağımsızlar ve seçim Hükümeti deniliyor. Oysa görüyoruz ve yaşıyoruz ki, bir devam Hükümeti.

Beş aydır, neleri konuşmuyoruz:

– İşsizlik.
– Yoksulluk artıyor.
– Açlık sınırı had safhada.
– Sokaklarda dilenen Suriyeliler.
– 2 Milyonu aşan mültecilerle her yerde yaşama.
– Asgari ücret nihayeti BİN lira oldu! Bin beşyüz olmalı diyenlere yanıt yok.
– Emekli’nin ekonomik durumu iyi değil, bayramlarda iki ikramiye verilmesi. Dalgalanma, ama sonuç yok.
– Sendikal örgütlenme azalıyor.
– Toplu iş sözleşmesi düzeni iyi işlemiyor.
– İşyerlerinde, çalışma ortamları uygun değil.
– İş kazaları sonucu ölümler durmuyor.
– İşten çıkartmalar arttı.
– Yeni istihdam olanakları yaratılamıyor.
– İşsizlik sigortası ödemeleri yeterli değil.
– Taşeronluk arttı. En büyük taşeron Hükümet.
– Çalışma yaşamında ki düzenlemeler, yeni kaosları oluşturuyor.
– Torba yasalarla giden haklar.
– İşsizler sosyal güvence yerine, “gelir testi” ile çıkarılan ve faizi ile artan borç yükü.
– Sağlık giderlerinde ki artışlar.
– Çalıştırılmayan, sosyal diyalog kurumları.

Bu listeyi daha da uzatabiliriz. Ve dövizin artışı ile daha cebimize bile girmeden, küçük artıilardan daha fazla cebimizden alınanlar. 13 yılın kayıpları. Devam eden kayıplar.

Ve biz beş aydır, her gün yurdun değişik bölgelerinden gelen terör olayları sonucu, ölümleri görüyor ve konuşuyoruz. Yitirdiğimiz canlar. Çocuklarımız, kardeşlerimiz, yakınlarımız, tanıdklarımız, dostlarımız, hemşehrilerimiz, yurttaşlarımız.

Sorunlarımızı konuşamıyoruz, dile bile getiremiyoruz. Çözüm üretemiyoruz. Bir girdabın içinde dönüp duruyoruz ve sürekli acıları yaşayarak.

Beş aydır yaşadıklarımız. Her biri bir fidan, her biri bir gelecek. Her biri başlı başına bir yaşam. Sayı değil, İNSAN.

Ve beş aydır sürekli yitiriyoruz.

Ve gelinen son nokta, toplu katliamlar.

Ruhi SU, adeta yukarıdan sesleniyor. “ANKARA’NIN TAŞINA BAK”

Özgürlük, insanın insanı ödürmesi ile mi olacak. Din, insanları nasıl öldürmekle yaşam bulabilir. Din adına insanları öldürme hakkını, hangi din veriyor.

Asırlardır, Ortadoğu da yaşananlar, genişletilerek sürdürülmek istenirken kim kazanıyor?

Irklar, dinler, renkler, diller, bir çok farklılıklar arsında kardeşce ve barış ile sarılarak yaşanırken, nereden çıktı bu, ÖTEKİLEŞTİRME. Kim çıkardı. Görmüyormuyuz. Gözlerimiz kapandıysa, duygularımıza ne oldu. O da mı KÖR. Görmeyen gözler nasıl görüyor. “Uzun ince bir yoldayım. / Gidiyorum gündüz gece.” diyerek.

Kendimize ve bir birimize karşı getirilmek istenen bu YABANCILAŞTIRMA. Nasıl oluyor da yaşam bulabiliyor.

GAR’lar bizi bir birimize ulaştıran mekanlar. Kucaklaştığımız, tekrar buluşmak için el salladığımız alanlar.

Cumhuriyet ile birlikte gelişen, demir yolu ağları ve yolculuklarımız.

HAYDARPAŞA GARI. İstanbul’un simgesi. Önce yanma. Sonra boş adeta çürümeye terkedilme. RANT uğruna, paylaşma için uygun zaman bekleme. Haydarpaşa Garı boş. Tren oraya ulaşamıyor. Pendik’de dur ve trene binerken inerken o alt geçitte ki ızdrabı yaşa. 5 dakika sonra, denize İstanbul’a ulaşacakken şimdi aynı noktaya bir saatten fazla geçen sürede ulaşbilme. RANT uğruna, insanlara çektirilen ÇİLE.

Yukarıdan Ruhi SU sesleniyor. Acı ile. Divan sazı gümbür gümbür duyurmaya çalışıyor. “ANKARA’NIN TAŞINA BAK”

48 yıl sonra ANKARA. İlk ulaştığım yer ANKARA.’da. Ankara’nın TREN GARI.

Demir ağlarla yurdun yerinen örüldüğü, özgürlük ve sevgi çenberinin yeni bir ulus olma bilincinin dağıtıldığı, adeta bir merkez olan ANKARA GARI.

İki gün sonra oradan yine geçerken, neyi anımsayacağım. Nelerin izlerini göreceğim. Oradan her geçişim de neyi düşüneceğim.

İnsanları öldürerek mi özgürlük, insanları öldürmeyi göze alan ve bunu din adına yaptığını düşünen bir zihniyet. Ve bundan nemalanmak isteyen bir siyasi boşluk.

Biz buraya nasıl gelebildik, yada getirildik. Nasıl bu gelişmelere seyirci kalabildik.

Barış gibi nadide bir içiçeği, yeşertirken onu yok etmek isteyenlere karşı, DUR diyemedik.

Ruhi SU baba sesleniyor. Gümbür gümbür sesi ile “ANKARA’NIN TAŞINA BAK.”

Her şey gözlerimizin önünde. Ölümler, yitirdiklerimiz gözlerimizin önünde. Nasıl kıydılar, kıyabildiler onlara. Gözlerimizin önün de.

Bakmakla olmuyor. Ağıt yapmakla olmuyor. Acıları paylaşmakla da olmuyor. “ARTIK YETER” demek ve “DUR” demek gerekiyor.

“DURDURMAK.” Yarınlara karşı sorumluluğumuz ve geleceğimiz.

Bir ses geliyor. Hep birlikte duyabiliyormuyuz.

“ANKARA’NIN TAŞINA BAK.”

_________________

Ankara. 13 Ekim 2015. Salı. [email protected]

1576620cookie-check“Ankara’nın taşına bak”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.