ŞANLIURFA’DAN… Bir gün yolunuz düştü…

Diyelim ki bir gün yolunuz düştü, Şanlıurfa’ya geldiniz. Ya da neden yolunuz düşsün, isteyerek, karar vererek Urfa’yı görmek istediniz. Gözümde canlandırmaya çalışıyorum. Neler dikkatinizi çekecektir, diye. Ve hemen aklıma çevremden sıklıkla duyduğum ve bizzat gördüğüm, bildiğim Balıklıgöl’ün tarihini, 3 dilde anlatabilen çocuklar geliyor.

Şanlıurfa’nın en çok turist çeken mekanlarından biri olan Balıklıgöl’ün tarihi hikayesini, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün verdiği derslerle öğrenmiş çocuklar, oraya gelen ziyeretçilere Türkçe, İngilizce ve Almanca Balıklıgöl’ün efsanesini anlatıyor.

Soruyorum çocuklardan birine, daha önce ne yapıyordun, neyle uğraşıyordun diye, aldığım cevap beni düşündürüyor. “Demirci çırağıydım abla”, diyor. Demir karalarını siliyordum. Akşamları gözlerinin ağrıdığını, ilerleyen sohbetimizde öğreniyorum. “Okula gidemiyordum, sabahtan işlenmiş demirlerin bitmiş olması gerekiyordu”, diyor. On kardeş, iki odalı bir evin içinde yaşıyorlar. Babalarını kaybetmişler. Eve bakıyor, kahramanımız Yusuf.

Kahramanımız diye anlatıyorum. Yanlış anlaşılmasın, başkalarının zor yaşamları bazen masal gibi gelir ya insana, hani masallaştırıp anlatıyorlar ya saatlerce, öyle değil işte. Onun yaşam tarzını birer kahramanlık olarak görmeye başlıyorum. Onun gibi ne kadar çok çocuğun olduğunu da biliyorum üstelik. Ve sevinmeye başlıyorum, sabahları okula gidip, istediğinde bir kentin tarihini anlatmaya çalışan o çocuğa.

Aradan bir iki gün geçiyor, öğreniyorum ki onun gibi, sokakta dilenen, mendil satan, birçok çocuk, eğitilmiş. Planlı yapılmış tüm bu eğitimler. Nasıl seviniyorum, içim içime sığmıyor. Ne vakit yolum düşse onların oldukları tarihi yerlere, tekrar tekrar dinliyorum her birini. Defalarca dinlediğim ve ezbere bildiğim her hikayeyi baştan alıyorum. Biraz daha heyecanlı, biraz daha mutlu. Hatta aralarında, “abla bu defa ingilizce anlatayım mı” diye tanıyanlar çıkıyor. Olsun diyorum. Artık okullarına gidiyorlar. Sırada bekleyen sayısız çocuğu düşündükçe, benim kahramanlarım büyüyor.

Ve içlerinden her biri her defasında yineliyor: “ Devrin zalim hükümdarı Nemrut’un o yıl doğacak bütün çocukları öldüreceğini söylemesi üzerine annesi Hz. İbrahim’i bir mağarada gizlice doğurdu ve İbrahim 10 yaşına gelinceye kadar bu mağarada yaşadı. Mağaradan çıkıp baba evine gelen Hz. İbrahim, Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye ve onları kırıp parçalamaya başlayınca, Nemrut tarafından bugünkü kalenin bulunduğu yerden ateşe atıldı. Allah tarafından ateşe : “Ey ateş İbrahim’e karşı serin ve selamet ol” emri verilince ateş “Su”, odunlar da “Balık” oldu.  Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı yer Halil’ür Rahman Gölü, ona inanarak kendisini Hz. İbrahim’in arkasından atan Nemrut’un kızının düştüğü yer de Aynzeliha Gölü olarak adlandırılıyor.”

Hikayeyi bilen tekrarlamış, bilmeyen de yıllar yılı anlatılan bu efsaneyi okumuş oldu, ama isterdim ki, siz bu efsaneyi anlatan çocukların heyecanını da tadın. Anlatırken ki soluk alış verişlerinde ki sıklığı, gözlerini karşıya odaksız dikip, göz kırpışlarını, ezberlerine yön vermek için sıklıkla yukarı yukarı bakışlarını da görün.

Neden olmasın ki, bir gün sizin de yolunuz düşer ve daha iyi anlarsınız, ne anlatmak istediğimi.

1081460cookie-checkŞANLIURFA’DAN… Bir gün yolunuz düştü…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.