Şapkadan türban çıkarmak

Şapkadan türban çıkarmak: Türk modernleşmesinde Altan ailesi

Türban tartışmaları sayısal ve siyasal alandan çıkıp sosyolojik tahlillerle sosyal alana kaydı. Muhtemelen türban üzerine daha çok konuşacağız ve türbanın bütün dünyanın kurtuluşu için yegane model olduğuna değin uzanacak bir sürü önermeyle karşılaşacağız. Türkiye’nin tanımlanması çok  zor olan sınıfsal ve sosyo ekonomik yapısı,  en sıradan kavramları bile tartışırken durumu çetrefilli hale getirmeye müsait malzemeler üretiyor. Türban üzerinden yürütülen tartışma furyasında da benzer bir gündemi izlemek mümkün. Sayısal veriler üzerinden yürütülen istatistiki tartışmaları bir yana bırakırsak konunun siyasi ve sosyolojik boyutu,  sıradan bir insanın düşünme düzeneğini altüst edecek bir boyuta geldi. Öyle ki bu tartışmaların  odağında bulunan kadınların kendileri bile gerçekte kim olduklarını unutup kimlik bunalımına girmek üzere!

Sabah yazarı Emre Aköz, Nurculuk akımının  kurucusu  Said-i Nursi’nin yaşamıyla ilgili dizi hazırladığı dönemden itibaren,  din ile “siyaseten” ilgilenenlerin yakından izlediği isimlerden biri oldu. Bu ilgiyi AKP’nin yazarlara verdiği söylenen karnede, Mehmet Altan ve Ahmet Altan biraderlerle birlikte  aldığı ‘pekiyi’ notuyla da pekiştiren Aköz, Tarhan Erdem’in anketiyle gündeme gelen türban tartışmalarında Nazlı Ilıcak’la yarışırcasına kaleme aldığı yazılarla da aldığı notun hakkını verdiğini ispatladı. Emre Aköz, Sabah’ta ( 7 Aralık 2007) yazdığı yazısında, Taraf Gazetesi’nden Yıldıray  Oğur’un ‘Başı açık kadınlar da araştırılsın’ talebine gönderme yaparak bu talebin son derece ‘makul’ olduğunu anımsattıktan sonra yapılan türban anketleriyle ilgili olarak başı örtülü kadınların yaşadığı sembolik  kesip biçme durumuna   işaret ediyor ve durumdan vazife çıkaracak araştırma kuruluşlarını göreve davet ediyor:

“Mesela gözyaşları içinde ‘Paşam, duruma el koyun’ diye bağıran… Ahmet Necdet Sezer’in görevi bitti diye ayılıp bayılan… Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olup arzu ettiği erkeğe kavuşup kavuşamayacağını öğrenebilmek için falcı falcı dolaşan… Sabahları ilk iş olarak şarkılı türkülü programları izlemek üzere TV’ye hamle eden ‘açık’ kadınların, zihinlerinde de açık olup olmadığını anlamak üzere bin bir çeşit araştırma yapılabilir…”

Türban araştırmalarından yola çıkarak akla ziyan zorlamalarla öne sürülen önermeler,  gelinen noktada Türkiye’de kadın ve kadın kimliğinin modernleştiriciler eliyle nasıl algılanageldiğinin de çarpıcı örneklerini sunuyor. Emre Aköz’e ve medyada benzeri kalem oynatıcılara başı açık kadınların da araştırılması gerektiği önermesini yaptıran  zihniyetin iki yüz yıllık Türk modernleşmesinin de ana izleği olması; halk, sınıf, kadın, iktidar ve bütün bu kavramların algılanışı üzerine yeniden düşünmemizi hatta ezberimizi bozmamızı gerekli kılıyor.

MODERNİZMİN SİMGESİ OLARAK TÜRBAN

Aköz’ün yazısı boyunca modernleşmeyle türban arasındaki ilişkiyi sıklıkla vurguladığını da ekleyelim. Türbanı modernleşme simgesi olarak görenlerin sayısı sanıldığından daha fazla ve yalnızca AKP’nin karnelerine ‘pekiyi’ not verdikleriyle sınırlı değil. Soğuk savaş sonrasının yarattığı algı bulanıklığının etkisiyle olsa gerek,  dünyayı ‘postmodern’  olarak okuma hastalığına tutulmuş liberaller kadar,  Amerikan düşünce kuruluşlarının devşirdiği yeni moda demokratlar da durumu böyle okuyor. İşin daha da ilginci Türkiye’deki ana muhalefet partisi başta olmak üzere kendilerinden alternatif siyaset,  dolayısıyla  toplumu dönüştürecek proje üretmesi beklenen siyasi partilerin bir çoğu ülkeyi  bu okuma üzerinden algılamayı  ve yorumlamayı sürdürüyor. Önceleri ılımlı İslam, sonrasındaysa Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin en önemli uygulama alanlarından biri olan Türkiye’deki sosyal değişim ve dönüşümler, dünyanın benzer herhangi bir ülkesindeki dönüşümlere göre tuhaf bir tezat ortaya koyuyor. Bu tezat, modernleşmenin işaretlerinin okunmasından tutun da modernleştiricilerin sınıfsal yapılarına kadar uzanan geniş bir alanı kapsıyor üstelik. 

Fethullah Gülen cemaatini ve Türkiye’deki siyasal İslam’ı yakından izleyen ABD’li Sosyal Antropolog Jenny B. White, AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden hemen sonra Zaman Gazetesi’nde Şahin Alpay’a verdiği mülakatta ( 18.12. 2002), Türkiye’deki AKP’li ve türbanlı kadınların nasıl bir modernleşmeye işaret ettiğini hatta bir çeşit ‘feminizm’ hareketi gibi algılanması gerektiğini bakın nasıl anlatıyor:

“… AKP’nin başarısı, dayandığı sosyal hareketten kaynaklanıyor. Bu hareket partiden bağımsız. Parti, onlardan nasıl yararlanacağını biliyor. Parti  kapatılırsa çalışmalarına devam ediyorlar. Çünkü kurdukları ilişkileri parti icat etmiş değil. Ama parti olmadan da taleplerini ulusal düzeye taşımaları mümkün değil…  1990’ların sonlarında FP’ nin kadın kolları yöneticilerinden bazılarıyla görüştüm. ‘Eskiden evlerimizde oturup ekonomiye yük Oluyorduk; ama artık kendimizi bulduk’ diyorlardı. ‘Kendimizi bulduk’ 1960’larda  Amerikalı feministlerin  sloganıydı…  Baş örtülerini görmeseydiniz Amerikalı feministlerle konuştuğunuzu sanırdınız… ABD’ deki ‘megachurch’ akımları da tıpkı Ümraniye’deki gruplar gibi, birbirlerini tanıyan insanlardan oluşan  ‘hücreler’ kuruyor…  Hücre mensupları çeşitli sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında birbirlerine destek oluyorlar. Buna arkadaşlık yapmak hatta eş bulmak da dahil… Amerikalılar,  sanılanın aksine son derece dindar, muhafazakar insanlardır. Tıpkı Türkiye’de  kente yeni taşınan köylüler gibi, kentlerin kenar mahallelerine taşınan Amerikalılar burada çeşitli sorunlarla karşılaşıyorlar. Kiliseler onların güçlüklerle başa çıkmaları için yeni dostluklar, dayanışma grupları kurmalarına yardımcı oluyor ve onları ‘hücreler’  de topluyor…”

Ortadoğu ve Hazar Havzasının yeniden düzenlendiği süreçte Türkiye’deki ‘modernleşen’ kadına biçilen rol, türbanlı olmak. Yani başını örtmek. Oysa modernleşme macerası Türkiye’yle paralellik gösteren ve Amerika’nın Ortadoğu’daki en ‘sıkı’ müttefiklerinden olan Mısır’da durum tam tersi. Ülkedeki dini fetva kurumu olan ve AKP’nin de içinden çıktığı siyasi hareketin yapı taşlarını belirleyen El Ezher başta olmak üzere; Müslüman Kardeşler ve diğer köktendinci siyasi hareketlerin etkilerinin yoğun olduğu Mısır’da,  simgesel olarak Batılılaşma fotoğrafı veren kadın hareketlerinin liderleri ve aktivistleri neredeyse her gün ölüm tehditleriyle karşı karşıya kalıyor, cinsiyet başta olmak üzere kadının toplumsal statüsüyle ilgili her türlü ifade biçimleri yoğun toplumsal baskıyla cezalandırılıyor. Türkiye’de türban modernleşme aracı sayılırken, Mısır’da  Batılı tarzda giyinmek/yaşamak modernliğin işareti  olarak algılanıyor.  Mısır ve Türkiye örneğine modernleşme açısından ve tarihi bağlar üzerinden  bakarsak yine tersinden bir durumla karşılaşıyoruz. Tanzimat’tan cumhuriyet dönemine kadar Türk modernleşmesinin öncüleri arasında Osmanlı’nın Mısır için uyguladığı bir yönetici sınıfı olan Hidiv’leri görüyoruz. Hidiv’lerin etkisinde gelişen  bu süreçte, kapanmanın değil, giderek açılmanın ve kadının toplumsal rolüne ilişkin yapılan Batılı vurgunun modernlik işareti sayıldığını biliyoruz. Yazar Tayfun Er, Erguvaniler kitabında Türk modernleşmesinin ve Batılılaşma sürecinin Tanzimat’tan bu güne  kadar uzanan macerasında,  Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın önemli bir köşetaşı olduğunun altını çiziyor ve bu köklü  ilişkinin/ etkinin halen sürdüğünü dile getiriyor.

Tıpkı Mısır örneğinde olduğu gibi İran’da ve diğer Ortadoğu toplumlarında, -Batı karşıtı siyasi hareketlerin tavırlarını saymazsak- modernleşme göstergesi olarak algılanan giyim/kuşam ve yaşama biçiminin Batılı örneklerden etkilendiği,  bunu izlediği ortadadır. Öyleyse Türkiye’nin iki yüz yıllık modernleşme macerasında izlediği olağan süreç neden birden bire dönüşüm geçirdi de başlangıçta çarşaf, fes ve sarık gibi kıyafetler ‘Batı dışı’ dolayısıyla çağdışı sayılırken günümüzde bu sembollerin evrilmiş hali/ bileşkesi olan türban birden modernliğin simgesi haline geldi?

Bu soru bir çok biçimde yanıtlanabilecek verileri içinde barındırsa da bana göre durumun sınıfsal olarak açıklanabilme olasılığı daha heyecan verici. Ve bir o kadar da Türk modernleşmesine farklı yerlerden bakmamızı sağlıyor. 

ŞAPKADAN TÜRBANA TÜRK MODERNLEŞMESİNDE  ALTAN AİLESİ

Türban ve modernleşme arasındaki ilişkiyi en sık dillendirenlerin başında Mehmet Altan geliyor. Kardeşi Ahmet Altan’ın geçtiğimiz yıl Zaman Gazetesi’ne verdiği bir söyleşide dile getirdiği Süleymaniye Camii’nde ‘bayman namazı’ kıldırma hayalini de eklersek, yukarıda andığımız AKP’nin yazarlara verdiği karnede ‘pekiyi’ notu ile ödüllendirilen  Altan ailesinin din soslu  tanımlarını Türk modernleşmesi içerisinde ayrı bir yere oturtmak gerek. Ailenin modernleşme işaretleriyle kurduğu ilişki üç – dört kuşaktır ve her iktidar döneminde aralıksız sürüyor.  Çetin Altan,  nüfuzlu bir asker olan dedesi Hasan Paşa’nın da içinde bulunduğu bir heyet tarafından Cumhuriyetin modernleşme simgelerinden biri olan şapkaya muhalefet ettiği gerekçesiyle idam edilen ‘Şalcı Bacı’ adında Bohçacı bir kadının dramını büyük bir soğukkanlılıkla anlatır: “ Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenciyken,  Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonra ünlü komutanlar olan bu dönemin öğrencileri anlatır dururlar Hasan Paşa’nın sertliğini… Şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği şehirde hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal suçtan dolayı asılan ilk kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce ‘ Ben bir hatun kişiyim.  Şapkayla  ne derdim ola ki?’ demiş galiba.  ( Tayfun Er- Erguvaniler Türkiye’de iktidar doğanlar, Duvar Yay.)

Çetin Altan’ın dedesi Hasan Paşa’nın, dün modernliğin göstergesi sayılan şapkaya ve  şapka kanununa muhalefet ettiği gerekçesiyle, üstelik bohçacı bir kadını ‘siyaseten’ idam etmesi, bu gün dördüncü kuşak Altan’ların, tarihin tuhaf bir ironisi olarak bir çoğu bohçacı kadınla aynı sınıfsal alandan gelen türbanlı kadınları modernliğin işaretçisi saymaları; Türk modernleşmesinin öncülüğüne soyunanların halka nasıl baktığını göstermesi bakımından çok çarpıcı ve trajiktir.

Bugün türban üzerinden tartıştığımız modernleşme kavramının, iki yüz yıldır yönetime talip olan iktidarlar eliyle yaratılan işbirlikçi ve çıkarcı sınıfların elinde sadece bir araç olduğunu söylemek abartılı olmaz. O kadar ki, içinden çıktığı siyasi hareketin kendini kodladığı Batı dışı vurgu ve bu hareketin öncülerinin sıklıkla konuşmalarını süsleyen  Mehmet Akif’in ‘Tek dişi kalmış canavar’ diye tanımladığı Batı medeniyetinin, üzerinde yaşadığı coğrafyanın değerlerini tektipleştirmesine seyirci kalan, dün şeytan ilan ettiği moderni bu gün varlığını meşrulaştırmak adına tanrı mertebesine yükselten ve ülkesinin her türlü varlığını bindiği medeniyet treninin lokomotifine odun olarak taşıyan AKP ve yandaşları için söylenecek  tek söz “medeniyet bahane iktidar şahane” şeklinde olmalıdır. İki yüz yıllık Batılılaşma macerasında bocalayan Türk halkı, kendi kimliğini eritirken büyülendiği siyasi illüzyonistlerin, modernleşme numaralarıyla şapkadan türban çıkarmasına seyirci kalırken;  her dönem iktidar araçlarına sahip olma histerisine yakalanmış ‘modernleştiriciler’ eliyle yaratılan ‘post-modern’ sınıfların faturasını ödüyor.

[email protected]

1195690cookie-checkŞapkadan türban çıkarmak
Önceki haberZaim hoca uğurlanıyor
Sonraki haberOperasyonda bir kadın öldürüldü
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.