Asiye “kurtuldu”; ya Ala-Turka?

Kendi yazdıkları ve sahneledikleri oyunlarıyla tanıdığımız ve sevdiğimiz, Londra’da Türkçe konuşanların tiyatro grubu Ala-Turka, bu yılı Vasıf Öngören’in “Asiye Nasıl Kurtulur” adlı oyunuyla açtı.

Türk tiyatrosunun başyapıtlarından biri olan bu oyun, bir genel evde çalışan ve yaşama savaşı veren Asiye ve annesinin bu ortamdan kurtulmak için verdikleri mücadeleyi bazen hüzünlü, bazen gülünç ve ironik, bazen de öfkeyle anlatır. Bir tür, tiyatro içinde tiyatro gibi yazılmış ve seyirciyi adeta sesli düşünmeye, oyuna mudahil olmaya zorlayan üslubuyla da Ala-Turka’nın daha önceki oyunlarına kaynak olarak gösterebileceğimiz bu oyunu, Arcola’nın kurucusu Mehmet Ergen yönetiyor.

Oyunu seyretmeden önce, Ergen neden ‘Asiye Nasıl Kurtulur’u seçti diye düşünüyordum. Öyle ya, yazılışı üzerinde 40 küsur yıl geçmiş bir oyunu, burada, Londra’da Türkçe konuşanlara tekrar sahnelerken bir amacı, eğer bu oyunu, gideceği tatili harita üzerine attığı bir okla belirleyen maceracı bir gezgin gibi seçmediyse bir düşüncesi olmalıydı. Özellikle, neoliberalizmin ekonomik kriz yanında, sosyal ve kültürel yıkımının etkilerini ağır bir şekilde hissettiğimiz bugünlerde Brechtvari bir oyunla sahneyi açmak bir tesadüf müydü, yoksa değişen bazı şeylerle paralel bir gelişme miydi?

İngiltere’nin kamu harcamalarında yaptıkları kesintileri gerekçelendirmek için oldukça zorlanan muhafazakar-liberal koalisyon hükümeti, bir yandan kimlik merkezli politikalarla arasına mesafe koymaya çalışan, diğer yandan da, unutulmaya yüz tutulmuş sınıfların varlığını tekrar hatırlatacak girişimlerden uzak durmaya özen gösteren sosyal politikalar arayışı içinde. Çokkültürcülüğün (multiculturalism) azınlıklara sunduğu sahte çözümlerin kullanma tarihleri ard arda bittikçe, hala postmodernizmin yarattığı alanda kalarak farklı politikalar izlemek zorlaşıyor. Kaçınılmaz olarak azınlıklar, göçmenler ve yerli halkın kaderinin aslında aynı hamurdan yoğrulduğu gerçeği sırıtıyor. Böyle bir politik konjonktürde Vasıf Öngören’in yıllar önce yaptığı kapitalist sistem yorumuna geri dönmenin özel bir anlamı olmalıydı.

Bu sorunun yanıtını belki de oyunun içeriğinde bulabiliriz.

1969’da Vasıf Öngören, Türkiye’de tiyatro nasıl olmalıdır tartışmaları yanında, dünyada ‘devrimler çağı’ diyebileceğimiz bir dönemde, kapitalizme alternatif yönetim biçimlerinin gerçekleşebileceğine inancın giderek yükseldiği ve bunu pratikte gerçekleştirmek için süren mücadelelerin ortasında yazdığı bu oyunda, kapitalizmin sapkınlığını açıkça sergiler. Ancak oyun, sistemin dışında, insanca bir kurtuluş öngörmez; sisteme fahişelik yaptığınız oranda “başarı” şansınız artar ve kurtulabilirsiniz der, Öngören. Ancak böyle bir başarı mutluluk getirmez Asiye’ye.

Sınıf bilinci perspektifinden bakanlar, ideolojik olarak eksik bulunabilirler bu oyunu. Asiye’nin aradığı sorular –yanıtlar değil- bu sistemin dışında başka bir yaşam alanı var mıdır; hatta sistemin için de bile olsa, onunla asgari bir ilişkiyle sürdürebileği toplumsal bir aralık açılabilir mi sorularıdır. Ne ki, Asiye bu soruları dahi soramadan sistemin çarklarında öğütülür.

Öngören oyunu, ‘Fuhuşla Mücadele Derneği’ başkanıyla (Semiye Hanım) Asiye’ye sunulan seçeneklerin irdelenmesi üzerine bir diyalog içinde yazmıştır. Buradaki Semiye Hanım aslında seyirci, yani halkın ta kendisi değil midir? Eğer öyleyse, genel ev de toplumdan başka bir yer değildir. Asiye ise, cinsel kimliğinin verdiği ekstra yüke rağmen, aslında toplumdaki herhangi bir bireyi temsil eder. Asiye’nin kısa bir süre çalıştığı fabrikada tacize uğraması üzerine, usta başını bu yüzden işten atmaya kalkan patronun yeğeni de benzer bir ders alır, fahişelik konusunda: “senin için bir tek hedef olmalı, bir tek; kar!” der amcası ona. Onun, Asiye’ye göre tek avantajı ataerkil bir toplumda erkek olmasıdır, o kadar. İşte Öngören’in yarattığı bu mikrokosm içinde herkes için seçenekler basittir; ya sistemin istediğini yapacaksın –cinsiyetinden bağımsız olarak bir tür fahişeliktir bu- ya da onun dışına atılacaksın.. İşte can alıcı soru da burada doğar: Neresidir o ‘dışarısı’? Var mıdır öyle bir yer? Eüer yoksa yaratılabilir mi?

Ergen, bu oyunu seçmesiyle işte bu soruyu tekrar gündeme getiriyor. Kapitalizmin en ciddi krizlerinden birinin ortasında, Londra’da yaşıyoruz. Çokkültürcülüğün sanrısı dağılırken ardından gelecek, gelebilecek olanı gündeme alıyor. Ala-Turka’nın bu oyunu seçiminde eğer yaklaşım buysa, Öngören’in oyununa güncel bir yorum da gündeme getirilebilirdi. 70’lerin iki kutuplu, çelişkileri açık ve keskin, alternatifleri belli dünyasında yaşayan ‘Asiye ’ yerini, Melisa’ya, Rojda’ya, Peter’a, Anna’ya bırakabilir; genel ev, bir bankaya dönüşebilirdi. Ancak Ergen bunu yapmıyor, yapıtın içeriğini aynen koruyarak sahneliyor. Toplumdaki en temel çelişkinin değişmediğine mi işaret ediyor yoksa bu yorumu seyirciye bırakmak için mi orijinaline sadık kalıyor? Sanırım ikiside.

Asiye gerçekten kurtulur mu? Agatha Cristie romanından uyarlama olmadığı için sonunu burada yorumlamakta bir sakınca görmüyorum. Zaten sonu da yoktur bu oyunun, daha doğrusu, hangi perspektiften baktığımıza göre değişir son; sistemin bakiliği açısından Asiye, kendisine sunulan yaşamın kurallarını öğrenir ve başarıya ulaşır. Sistemin karşıt bir noktasından ise, Asiye sistemin sadece bir diğer kurbanıdır.

ASİYE’NİN BAŞARISINI MI, MUTSUZLUĞUNU MU TERCİH EDERSİNİZ?

Kimlik politikaları ve onunla bağlı olarak azınlık ve göçmenlere verilen bazı sosyal hak ve olanaklar da yavaş yavaş budanmaya başladı. Arcola kurulduğu ilk yıllardaki hedef ve gerçekleştirdikleri açısından gerçekten başarılı bir tiyatro örneği oldu. Sadece Londra’daki Türkçe konuşanlar için değil Londra’daki tüm tiyatro sevenlerin bir mekanı olmayı başardı. Ulusal basının en saygın gazetelerinde övgü dolu yorumların konusu oldu. Peki Arcola’nın bu başarısını Asiye’nin başarısıyla karşılaştırırsak nasıl bir resim çıkıyor karşımıza.

Şüphesiz Arcola çokkültürcülük politikalarının kaynaklarını verimli ve sağlıklı bir şekilde kullandı, kendine saygın bir yer yarattı. Türkçe konuşanların tiyatrosu tanımının çok ötesine ulaştı. Ancak tam da burada Ala-Turka’nın yerini tekrar gözden geçirmesini istiyorum Ergen’den. Arcola’nın başarısının mağduru, diyeti olmasın Ala-Turka. Arcola ‘mainstream’e yaklaştıkça, Türkçe konuşanların tiyatrosu, kimlik siyasetinin kozmetik bir unsuruna dönüşmesin. Türkçe konuşanların İngiltere’deki varlıklarının kültürel bir ifadesi olarak kalsın Ala-Turka. Biz seyirciler, mutsuzluğu tercih ederiz, Asiye’nin ulaştığı “başarı”ya.

Açlıktan ölmeyi savunmuyorum ama açlıktan ölmeyi zayıflama rejimiyle karıştıranlarla da birlikte olmayı istemiyorum. Paul Valery’nin bir sözü bunu özlü olarak anlatıyor: “Zamanımızın sorunu şudur; gelecek, artık eskisi gibi değildir.” Bu sözü bir örnekle açıklarsam: Pozitif içeriklerine rağmen genelde kasvetli bir başarısızlık örneği olan sosyalist rejimler, acı ve hayal kırıklığı üretmesine rağmen aynı zamanda da, eski jargonla söylersem reel sosyalizm, yani gerçekten var olan sosyalizmin yanlışlarını ölçebileceğimiz, ütopyacı beklentiler için bir alan açmıştı. İşte bugün kapitalizmin tüm haksızlığına, çürümüşlüğüne rağmen insanlar hiç bir alternatif üretemiyorsa bu ütopyacı ‘öteki alan’ın belleklerimizden, algılarımızdan yok olmasındandır. Bu oyunu seyrettikten sonra Asiye’nin “başarı”sını taklit etmek yerine, onun mutsuzluğuna bir çare bulmak için düşünmeye başladıysanız böyle yeni bir alan açmak için hala bir umut var demektir. Öngören’in göstermek istediği de budur aslında; Asiye’nin mutsuzluğu. Teşekkürler Ala-Turka.

“Asiye Nasıl Kurtulur” 20 Mart, 2 ve 17 Nisan, 29 Mayıs ve 19 Haziran’da Arcola’da tekrar sahnede. Arcola Theatre: 24 Ashwin Street, Dalston, E8 3DL

1632820cookie-checkAsiye “kurtuldu”; ya Ala-Turka?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.