Binlerce yıl önce bir “Gölova” olan Elmalı Ovası’nın doğa –insan tahribatının ardından, geriye kalan tek küçük gölü olan Avlan Gölü, dünyada eşine zor rastlanır bir bilisizlik örneği olarak, 1960’lı yıllarda tarım arazisi açmak amacıyla ‘devlet eliyle’ kurutulur. Devlet ve yörenin toprak ağaları eliyle açılan iki büyük tünelden Finike Ovasına tahliye edilen Avlan Gölü’nün sularının çekilmesiyle, ortaya çıkarılan tarım arazileri, yöre köylüleri ve toprak ağaları arasında bitmeyen kavgalara neden olur. Aynı zamanda, 68’ kuşağının! köylülerle ilk buluştuğu, kaynaştığı, mitingler yaptığı bir mekan da olur Avlan kıyıları …
Yıllar süren kavgaların ardından ortaya çıkan tarım alanları yörenin zengin toprak sahiplerince işlenmeye başlanır. Binlerce yıl su altında kalan topraktan beklenilen verim alınamaz ve yapılan hata sonunda anlaşılır.
Fakat bu hatadan geriye dönüş o kadar kolay olmaz. Önce bölge için çok önemli olan bitki örtüsü zarar görür.
Başta, dünyada benzeri olmayan ve bin yıllık sedirleriyle bölgenin can damarı olan “Çığlıkara Sedir Ormanı” olmak üzere, Kuruova, Sinekçi beli sedir alanlarının ekolojik dengesi tahrip olur. Avlan kıyıları’nın Yeşilbaşlı ördek, Dikkuyruk ve Ardıçkuşu gibi kuş türleri yok olur. Akçay’lı ozan Metin Demirtaş’ın dizelerinde adını andığı ve yöre halkının “Cırık” diye adlandırdığı Ardıçkuşu, özellikle ardıç ve sedirler için yaşamsal öneme sahip bir kuş türüdür.
Yalnızca ardıç ağacının tohumlarıyla beslendiği için, ardıçlar onun kursağından geçerek, dışkısından toprağa düşüp hayat buluyor. Kuş türlerinin bölgeyi terk etmesiyle, Çamkese, Kabuk böceği ve diğer zararlı böcekler bölge ormanlarını teh! dit eder. İsa’dan bile daha yaşlı olduğu öne sürülen bölgenin ünlü iki bin yıllık sedir ağaçları, ardıçlar, kızılçamlar tehdit altındadır.
Devlet eliyle açılan tünellerden akıtılan Avlanın suları çekilince, bütün bu olup bitenlerin üstüne birde gölün ortasına otoyol yapılır. Tek amacı “Finike –Elmalı yolunu iki kilometre kısaltmak” olarak açıklanan otoyol, gölün bağrına saplanan bir hançer gibi, insan eliyle yapılan bir çirkinlik abidesi gibi gölü ikiye ayırıyor. Gölde tekrar su toplanmaya başlayınca, kuşlar ve balık türleri , gölün ortasından geçen araçların /kamyonların gürültüsünden doğal koşullarında yaşayamaz, ölürler…
Düşünün , evinizin ortasına kocaman bir duvar örüyorlar ! ve kardeşlerinizi , anne, babanızı göremeden yaşamaya çalışıyorsunuz ! Gölün iki yanında biriken sularda ısı derecesi yükselir ve balıklar canlı canlı haşlanır!..
Avlan Gölü’nün acıklı hikayesi çok uzun ve böyle sürüp gidiyor. Gölde yeniden su tutulmaya başlanmasıyla, bu gölün çevresini yaşama alanı olarak seçen kuşların, ördeklerin ve su canlılarının yaşam mücadelesi için yeniden umutlar yeşermeye başlamıştı. Ne yazık ki her umudun, her yaşam kıpırtısının hoyratça köreltildiği zihniyet yine ortaya çıktı ve Avlan kıyılarına, Elmalı Belediyesi başta olmak üzere diğer bazı sivil toplum örgütleri eliyle, Avlan’ın çığlığına aldırmadan kocaman bir piknik alanı inşa edildi. Geçtiğimiz haziran ayında açılışı “devlet eliyle” yapılan bu piknik alanını dolduran kalabalığın arasında çok sayıda üst düzey kamu ! görevlisinin bulunması, fonunda “Avlan’ın çığlığı” nın bulunduğu bir yurdum seramonisini andırıyordu .
Valiler, belediye başkanları, milletvekilleri ve bürokrasi kesiminden oldukça yoğun bir katılımın olması, açıkçası üzücü manzaralar ortaya koydu. Avlan kıyılarında; elleri telsizli siyah gözlüklü korumalar, siyah makam araçları, Yörük çadırları, otağlar , mini etekli servis elemanlar, dev mangallar, kahve makinaları, çerez satıcıları, kokteyller, kanepeler ve gürültülü bir “iştah” eşliğinde tıkınan insanlardan,yeşilbaşlı ördeklerin çığlığını duyan olmadı. Doğa bu sesler karşısında biraz daha ürktü, ağladı .
Çevre ile kurduğumuz ilişkinin piknik yapmaktan öteye gitmediği bir anlayış eşliğinde çevreyi ürküttük. Onlarca otobüsün, yüzlerce otomobilin eşliğinde göl kıyısına doluşan insanlar, Elmalı Belediyesi’nin yeni piknik alanının açılış törenine şahitlik edip el çırptılar. Avlan’ın çığlığına, kuşlarla beraber ağlayamadık .
Onca bilim adamı ve bürokratın ağzından duymadığımız bilgileri torunlarını salıncağa bindiren bir ihtiyar köylüden duyduk. Avlan’ın hüzünlü hikayesini birkaç cümle ile özetledi ihtiyar köylü: “ Bu göl tapuludur evlat. Hasan Subaşı, bakın şu ileride, ovada arazileri var, yarısı onun üstünedir bu gölün. Her seçim öncesi birkaç yüz dönüm arazi satar o. Arazi bol, sat sat bitmez…”
Likya uygarlığının en büyük serveti, kuzeyde, bu günkü Elmalı bölgesinde bulunan sedirlerdi. Bütün Akdeniz uygarlıklarını besleyen, reçinesi parfüm ve sağaltıcı olarak kullanılan, kerestesi gemi yapımında kullanılan bu değerli ağaç, koca bir uygarlığı bu dağlık bölgede çağının en demokratik, barışçıl, onurlu halkı olarak yaşamalarına olanak sağladı. Öyle ki, 1982 yılında Kaş açıklarında bir sünger avcısı tarafından tesadüfen bulunan ve dünya bilim çevrelerinin dikkatini bu yöreye çeken ünlü “Uluburun batığı” nın taşıdığı malzemeler bu zenginliğin boyutlarını gözler önüne seriyor.
Gövdesi sedir ağacından inşa edilen ve halen bir benzerinin Bodrum Sualtı Müzesi’nde sergilendiği Uluburun batığı’na, 1984- 19994 arasında yapılan binlerce dalışta, her defasında sualtı arkeologlarını şaşırtan malzemeler çıkartılıyordu. 15 metre uzunluğundaki batıktan çıkartılan malzemeler arasında; kunik biçiminde kobalt ve turkuaz mavisi cam külçeleri, abanoz ağacı, fildişi, gergedan boynuzu, yüzlerce küçük süs eşyası, plakalar halinde; on ton bakır, bir ton tunç, onlarca değerli vazo, içi parfüm dolu onlarca küp ve sedir ağaçları …
Yani sedir öyle bir ağaç ki, mücevherler ve anforalarla birlikte benzer ekonomik işleve sahip.
Avlan’ı kendi elleriyle boğan devlet, şimdi cenaze törenini de kendi düzenliyor!