AVUSTURYA’DAN… Seçim öncesinde izin izlenimleri (II)

Başka bir gün ise bir de soğan sökmeye gidelim diyorum. Kayın babam gönülsüz olur diyor. Kızım, kayın babam, eşim ve ben arabaya atlıyoruz, soğan tarlasının yolunu tutuyoruz.  Yolumuzda “engeller” var.
Temmuz ayında hemen her gün siyasi partiler köye gelip,  büyük gürültülerle propoganda yapıyorlar. O güne kadar CHP’liler, MHP’liler, Refah Partililer ve AKP’liler gelmişlerdi. Sosyalist iddialı partilerden ses soluk çıkmıyor. Sadece İşçi Partisi geliyor. En fazla dikkatimi çeken seçim propogandası AKP’nin seçmiş olduğu zaman oldu. Gece saat 10’dan 11’e kadar köyün merkezi olan ana cadde üzerinde bulunan kahvehanelerin önünde partililer gecenin geç saatine aldırmadan hoparlörle  konuşmasını yaptılar. Köylü gece vakti rahatsız olur mu, ertesi gün erkenden kalkıp gene tarlalarına soğan sökmeye, bamya toplamaya ya da haş haş kırmaya gidecekler mi, rahatsız etmeyelim demeden, çağıra bağıra partilerini ve Tayyip’i anlattılar ve çekip gittiler.
Bir de CHP’nin çalışması dikkatimi çekmişti. Bir akşam kadınlı erkekli onbeş yirmi kadar kişi köy bakkalının önünde,  kapılarının önünde yığılı ürünleri ve köydeki genel yaşamla ilgili konularda sohbet ediyorduk. Orada bizim kalabalık olduğumuzu gören CHP’liler arabalarından inip, yanımıza geldiler. Ellerindeki seçim broşürlerini dağıtırken, “önce hanımlara, onlar okusunlar da aydınlansınlar” diyerek, ellerindeki beş cümlecik broşürle kadınların aydınlanacaklarını sanıp, konuşmaya bile gerek  duymadan ve bir iki soru sormamıza fırsat vermeden erkeklere de diğer el ilanlarını vererek, geldikleri gibi onlar da gittiler.  Aslında oy bile istemediler desem yerinde olur, sanırım, köylü kendilerinden başka zaten kime oy verir ki diye düşünüyorlardı!
Öğlen sıcağında soğan sökmeye giderken kahvehanenin önünde minibüse sırtını vermiş bir hanım konuşuyordu. “Bunlar İşçi Partili biraz dinleyelim” isteğimi kayın babam redetmedi.  Arabayı sağa çekip, konuşan İşçi Partili hanımı izledik.  Köylüler can kulağıyla İşçi Partisi Amasya milletvekili adayı hanımı dinliyorlardı. Oldukça güzel sayılacak İşçi Partisi milletvekili adayı hanım, ABD’nin Irak işgalinden, Büyük Ortadoğu Projesine, Avrupa Birliği’ni, tarıma konan kotaları, bunlardan köylülerin nasıl etkilendigini, toprak satışlarını anlatıyordu. İşçi Partili hanımın konuşmasının bitiminden sonra köylülerden birisi gelenekselleşmiş seçim sorusu olan, “sizin partiniz köyümüze neler yapabilir” oldu. Soruya daha çok kayın babam cevap vermek istedi. Kayın babam biraz da kızgın şekilde, “İşçi Partili hanım ülke bağımsızlığından, Irak işgalinden falan bahsediyor, görüyor musun köylü nelerle meşgul, neler onları ilgilendiriyor” diye bana dert yakındı. Kahve önünde elimizde çay bardaklarımızla, hem İP’lilerle, hem de köylülerle sohbet ettik. Belediye başkanı ile tanıştık, başkan belediye başkanlığı seçiminde CHP ve MHP’nin desteği ile CHP’den Alpaslan Kasabası’nın belediye başkanı seçilmiş. O da İP’lileri dinleyenler arasındaydı. İşçi Partililerle vedalaştık, onlar yollarına, biz ise soğan tarlasının yoluna koyulduk. Daha sonra öğrendiğime göre, köye gelen ilk hanım siyasetçi İP Amasya milletvekili adayı olmuş.
Bizim gazetede sürekli İşçi Partisi, Cumhuriyet, Kemalizm ve Türkiye aleyhinde yazılar yazan İngiltere ikametli yazarımızın tesbitine ilk defa katıldığımı belirtmek istiyorum. Nedenedir bilinmez, bir bağımlılığı vardır belki, İngiltere’ye bir çift kem söz etmemiş olan yazarımız, Türkiye’de CHP’nin alternatifinin sadece İşçi Partisi olduğu belirtiyordu. Türkiye’deki üç haftalık gözlemim bu tesbiti onayladı. Dolayısıyla o yazarımızın korkusu yersiz değil, korkmasında hakkı var. Vatan, millet bağı olmayan, toprak, bağımsızlık, emperyalime dik duruş gibi düşüncesi olmayan batmış, bitmiş gün neden korkar anlamıyorum. Onun için kimin iktidarda olmasının önemi var mıdır sanki!
Soğan tarlasına vardığımızda ırgatlar da mola vermek için fırsat beklermişcesine bizimle oturdular. Açık havada, bir dağın eteğinde taze semaver çayı da ne kadar lezzetli oluyormuş!  Ben ilk defa böyle bir ortamda çay içiyorum.
Soğancılığı konuştuk. Meyve ve buğdayda olduğu gibi, soğanı da tefecilere satıyormuş köylüler. Soğan fiyatından yakınıyorlar. Geçen sene de soğanın fiyatı  aynıymış. “Geçen seneden bu yana gübre, mazot, soğan tohumu herşey pahalandı, bizim satacağımız soğan aynı kaldı” diyordu evin delikanlısı.
Memurluk sınavına girmiş, birisinin yardımı olmadan işe giremem diyordu. Bana iş verene oy veririm intibahı edindim. Bir kilo soğan köy kahvanesinde satılan bir bardak çaya bedel, yani “bir bardak çay da, bizim soğanın kilosu da 25 kuruş” diyor. Meyvecilik, sebzecilik ve tahıl ekimi yapan köyde kooperatifleşme yok. Bir ara bir kooperatif kurulmuş, yeri belirlenmiş, hatta binanın duvarları çevrilmiş, daha sonra da kapanmış. Kayın babam “kooperatifin sayesinde birkaç kişi Almanya’ya gitme fırsatı buldu” diyor. Hepsi o kadar.
“Çay faslının da bitecegi yok, tarlada sökülmeyen soğanın da” diyerek kalkılıyor. Soğan sökmede bütün iş aleti küçük bir çapa ve bir eldivenden ibaret. Bir çapa ve bir eldiven alıyorum. Başlıyorum soğan sökmeye. Bu arada bana sürekli “dua et ki seni okuttuk” diyen amcam ile ekin biçmeye gittigimizde bana kıyamayıp da, tarlamızın karşısındaki havuzu gösterip “havuzda arkadaşların var, git biraz çim” diyen rahmetli annemi hatırlıyorum. Bizde tarımın çok zor olduğunu anımsıyorum, her iş insan gücüne dayanmaktaydı, makina da yoktu, makinayla yapılacak işte. 
Bir de soğanı topraktan her alışımda köyde kalsaydım gerçekten tarımla ailemin geçimini sağlayabilir miydim diye düşünüyorum. Aslında tarlada, bahçede pekala çalışabilirdim diye kendi kendimi avutuyorum.  
Tarladan eve geri dönerken kooperatif binasının yanından geçiyoruz, duvarlar sapasağlam öylecene duruyor. Akşam eve geliyoruz, kayın babam ile günün bir değerledirmesini yapıyoruz. Soğandan kar elde etmek mümkün görünmüyor.  Üniversite sınavlarında iyi puan almış delikanlı “soğan tohum olarak satılsa köylü daha karli iş yapmış olurdu bence” diyor.  Tıp okumak istiyormuş, ancak puanın girmek istediği tıp fakültesine yetmez diye yakınıyor.
Buğday satan kayın babama buğdayın fiyatını soruyorum.  Tonu 400 lira. Ektirme, biçtirme, getirme, gübre masraları çıktıktan sonra işin hamallığı yapılmış oluyor kısaca. Buğdaydan gelir sağlanabilir, ancak karasabanla sürülür, satılık gübre yerine evde beslenen hayvanların dışkıları gübre olarak kullanılır, orakla biçilir, sırtla taşınırsa kar kalır. Ancak köyde ne karasaban var, ne onları koşacak öküz, ne ahır. Onun için de mutlaka gübre, traktör ve biçer masrafı yapılması gerekmekte. Anlatılanlara göre,  masraflar çıktıktan sonra çiftçiye pek para kalmamakta.
İzin günlerim Alpaslan Kasabası, Taşova, Erbaa ve Ankara’daki insanlarla sohbet ve çevreyi tanımakla geçti. Tokat’ın Erbaa ilçesine de gittik, hava sıcaklığı 40 derecenin altında değildi. 40 derecelik sıcakta şehrin merkezinde kamuya ait binanın bahçesinde hummalı bir şekilde torbalarla kömür yığılıyordu. Çalışanlara uzaktan laf attım, “çok soğuk, acele edin milletin kömüre ihtiyacı var”. İşçilerin reaksiyonu sadece gülümsemek ve kafa sallayarak onaylamak oldu.
Şeçimden bir gün  önce 21 Temmuz tarihinde Viyana’ya ailecek tekrar döndük. Aslında büyük bir gönül  rahatlığı ile döndüm. Bu seçimde Akp’ye kimse oy vermez intibahı oluşmuştu bende. Zira konuştuğum memur, çitfçi, esnaf, öğrenci bu iktidardan mutlaka kurtulmak için sandığa gidecegiz diyorlardı. Yüzlerce insanla konuştum, içlerinden bir kişi bile Akp’ye oy verecegini belirtmedi.
İşsize “taşı sık suyunu iç diyene”, hak isteyen memura “meydanlar boş gidin hakkınızı arayın”, çiftçilere “bu millet hep sizi mi besleyecek” diyerek azarlayan, ülke topraklarını “babalar gibi satacağız” diyenlere milletin oy vermesi için hiç bir sebep yoktu.  Dahası kendisi günden güne yoksullaşıp, açlık sınırında yaşarken, “gemicikler” almış, sayıları binleri bulan daire sahibi ve tavukculuk yapıp en düşük oranda vergi ödeyerek akşamdan sabaha katrilyoner olmuş çocukların babalarının partisine oy verecek değillerya diye düşünmekteydim.  Yanılmışım. “Emek, ülke bağımsızlığı, ülke toprakları namustur satılamaz, Irak’ta katliam yapılıyor, BOP projeleri ile Türkiye dağıtılmak isteniyor” diyenler seçim çephesini kaybettiler. Aksini savunanlar kazandı, biz ise kaybettik.  Meğer açlık, yoksulluk, iş vaatleri, kömürler, makarnalar, küçük altıncılar, düdüklü tencereler, bağımsızlığın, toprak bütünlüğünün savunulmasından ve komşumuz Irak’ın tarumar edilmesine karşı durmadan daha baskınmış. 
Hiç şüphesiz seçimi yanlız bir parti kazanmadı, esas onların destekçileri kazandı. 
AB ülkeleri, ABD , işbirlikçi sermaye, mason örgütleri, tarikatlar, masonlar, her türlü ayrılıkçılar kazanmak için benim güzel milletimi yanılttılar ve işbirlikçi partilerini destekleyerek kazandırttılar.
Avusturya’nın bile seçimde Akp’yi desteklediğini gördüm. Seşim öncesi Akp lehinde yazılar basında sürekli boy gösteriyordu. Ayrıca seçim sonucunun Akp’nin lehinde olmasına Avusturya basını pek sevindi, kendi ülkelerindeki seçimlere hiç bu kadar sevinmemişti. Bugünlerde “Türkiyeyi ihmal etmemliyiz” yorumları Avusturya basınında sık yazılmaya başlandı bile.
Dtp’li eşbaşkanlardan Ahmet Türk “güçlü olduğumuz yerlerde bağımsızları, güçlü olmadığımız yerlerde de Akp’ye destek olacağız” açıklamasını Tempo dergisi’ne yapmıştı.  Dtp’nin listelerinden aday olan ve onların destegi ile meclise giren ve kendisine sosyalistim diyenler de dolaylı yoldan Akp ile aynı saflarda, yani Irak işğalcileri ABD ve İngiliz emperyalistleri ve AB ile aynı saflarda buluşmuş oldular.
Emperyalistler ve onların her türden işbirlikçileri bir seçim zaferi elde ettiler, biz bağımsızlıkçı cumhuriyetçi güçler seçim cephesinde yenildik. Bu yenilgiden çıkarttığım ders; Bir sonraki seçim öncesi, seçim çalışması için izin alıp, alacağım izin ücretimle ve arabamla seçim çalışmalarına daha örgütlü katılacağımdır. Bunu şimdiden beyan ediyorum.

1597340cookie-checkAVUSTURYA’DAN… Seçim öncesinde izin izlenimleri (II)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.