Aynen öyle

Geçen yıl iyiden iyiye soğuk bir kış günü uzak bir Anadolu kıyı kasabasında bir toplantıya hazırlanırken arkadaşlarla sohbet ediyorduk. Ben insanların tembelliklerini kolayından dile yansıtmakta olduklarını söyledim. Kafalar uyuşukluktan daraldıkça kalıp sözlerle konuşmayı yeğliyoruz. “Performans” sözcüğünü dilimize pelesenk ettik, çok yaşasın spor yazarı dostlarımız, bunda onların büyük payı var, pekçok anlamı bu çilekeş sözcüğün içine sığdırıveriyoruz. Çok kötü tınlayan bu garip sözcük, evet, birçok anlama geliyor sayemizde. Başarıdan başarısızlığa, yeteneklilikten yeteneksizliğe, düzenlilikten düzensizliğe, isteklilikten isteksizliğe kadar ben diyeyim yüz siz deyin bin anlama uyuyor, her ayağa uyan nalın gibi. Biz bunları konuşurken Amazonlar döneminden kalma genç ve görgülü bir “bayan” arkada bir yerlerden fırladı geldi, beni dövecekti neredeyse, kendini tanıtma gereği duymadan bana çıkıştı: “Evet efendim, performans diye bir şey var, var ki ben performans uzmanıyım!” Bunu der demez çekti gitti. Yanıt almayı bile düşünmemişti, o kadar sağlam güveniyordu kendine. Bizim sorunumuz “performans”la değildi, “performans” bir örnekti. Bizim sorunumuz zihin tembelliğiydi.

Şimdi birileriyle konuşmaktan korkuyorum. Bu görgülü “bayan” bana saldırdı diye değil, biri ben bir şeyler söylerken bu basmakalıp deyimlerden birini kullanacak ve benim sinirlerimi bozacak diye. Son günlerde bu durum başıma gelmedi dersem yalan olur. Adam ya da “bayan” bir şey soruyor, ben de gerçekten merak ediyordur diye sorduğu şeyi yanıtlamaya çalışıyorum. Birden kafama balyozla vurur gibi “aynen öyle” deyip çıkıveriyor. Bana sorarken neydi eğilimi bilmiyorum ama beni dinlemediği kesin. İşte bizler zaman zaman eğitim denen karmaşadan yakınırken bunun için, bu gibi şeyler için tedirgindik. Bilinç bozulmalarının doğrudan dile yansıdığını biliyorduk. Şimdi yalnız çok genç insanların değil benim yaşıtım olan insanların bile ne konuştuğunu anlamakta güçlük çekiyorum. Konuşmada sözcükler birbirine giriyor, söz karmakarışık bir ses yumağına dönüşüyor. Efendim? Başlıyor dostumuz yeniden anlatmaya. Ama konuşurken enaz çabayı kullanmakta dirençli görünüyor.

Kültür düzeyi düştükçe acılı görünümlerle karşılaşıyoruz. Geçenlerde bir toplantıda dinleyici durumundaki genç insanlar üzerime saldırmaya kalktılar. İnançla felsefeyi birbirine karıştırıp güzel bir renkli hamur yapmamı istiyorlardı. Bunu bulamayınca öfkelendiler. Benimle birlikte konuşan iki arkadaşım durup durup gizemli bir hava içinde iki ellerini zaman zaman havaya kaldırarak inanca gönderme yapıyorlardı. Onlar adına çok üzüldüm. İkisi de “profesör” unvanı taşıyordu. Beni en çok üzen, gencecik bir kız çocuğunun açığımı yakalamış olmanın heyecanıyla bas bas bağırması oldu: “Bu sizin görüşleriniz pozitivizme girer.” Bu garip çocuk belli ki kendisine verilen yalan yanlış eğitimin kör ışığında bilime dayalı düşünceyi bir suç gibi değerlendiriyordu. “Haklısın, doğru görmüşsün, ben bir pozitivistim, benim safsatayla işim yok, ben felsefe adamıyım, beni ilgilendiren düşünce aydınlık düşüncedir. Bu topraklar üzerinde cumhuriyeti kuranlar da bu düşüncelerin ışığında emek harcadılar.” Böyle dedim ona, o daha başka bir şey söylemedi, çünkü o sırada başka saldıranlar vardı, belki bir daha ona sıra gelmeyecekti. Bu olanların Ankara’da olması ayrıca acı verdi bana. Yıllar önce bir toplantıda esip savuran bir profesör bey “Ben pozitivizm diye bir şey tanımıyorum” deyince ben kabalığımı ele alıp dinleyici sırasından “Sen zaten felsefe de bilmezsin” demiştim. Bunu öfkemden söylemedim. Gerçekten felsefe tarihi bilmez, bu tür bir bilgiyi adam yerine koymazdı. Bir takım garip işaretlerle mantık yapmaya çalışıyordu.

Siz siz olun genç kardeşlerim, her türlü görüşe saygı gösterin ve bu iyi bu kötü ayrımı yapmadan düşünce tarihi boyunca ortaya konmuş olan bütün öğretilerin en azından temel özelliklerini bilin. Her düşünceyi kendinize yakın bulmanız gerekmiyor ama her düşünceye saygılı olmanız gerekiyor. Bir düşünceye yönelirken kuşkuculuğu elden bırakmamak gerekiyor. Biz doğruyu bulmuş bulunuyoruz, kalanı bizi ilgilendirmez duygusu bilgi açısından olduğu kadar ahlak açısından da son derece sakıncalıdır. Bir ara bu kafayla solculuk yapanların nasıl sert kayalara takıldıklarını hepimiz biliyoruz. Bilgiye yönelirken işinize geleni bu yana işinize gelmeyeni öbür yana ayırırsanız ayıp etmiş olursunuz ama daha da önemlisi topluma kötülük etmiş olursunuz. Tek doğru düşünce vardır o da benim düşüncemdir demeye alışırsanız önce kendinize olan saygınızı sonra insanlığa olan güveninizi yitirirsiniz.

643320cookie-checkAynen öyle

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.