‘Baş örtüsünü ilk kez Sumerliler taktı’

– Hayran olduğum bir bilim insanıydınız. Sizi tanıyınca hayranlığımın biraz daha arttığını söylemeden edemeyeceğim. Sizi Sumerler hakkındaki çalışmalarınızla herkes tanıyor ama ben sizin geçmişinize çocukluğunuza, ilk gençlik yıllarınıza dönmek istiyorum.


– 1914 Bursa doğumluyum. 1926 yılında Bursa Kız Muallim Mektebine girdim, 1931 yılında mezun oldum ve babamın da öğretmenlik yaptığı Eskişehir’de öğretmenliğe başladım. 1936 yılında Ankara’da Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesinin ilk ve tek kez olmak üzere öğretmenleri kabul etmesiyle buraya kaydımı yaptırdım. Ben ve Hatice Kızılyay adlı bir öğretmen arkadaşımla bu fırsattan yararlandık ve fakülteye başladık.


– Hitit ve Sumerlilere olan ilginiz tamamen bir tesadüfle başladı demek ki. Oysa ben Atatürk’ün Anadolu medeniyetlerine verdiği önemden dolayı bu bölüme bilinçli olarak kaydınızı yaptırdığınızı düşünmüştüm.


– Tamamen tesadüf oldu. Fakülteye kayıt yaptırdığımızda bütün bölümlerin dolu olduğunu söylediler. Sadece hocası yeni gelen Hititoloji bölümünde yer vardı. Yanında Sumeroloji, Arkeoloji ve yabancı dil de alacaksınız dediler. Biz de başka seçeneğimiz olmadığı için kabul ettik. Ne benim ne de arkadaşımın konuyla ilgisi vardı. Bilgimiz de yoktu. Sumeroloji nedir, Hititoloji nedir bilmiyorduk, ‘girelim de ne olursa olsun’ dedik ve bölüme kaydımızı yaptırdık.


– Hocalarınız kimlerdi?


– O dönemde üniversitelerimizde Nazi rejiminden getirttiğimiz çok değerli hocalar vardı. Biliyorsunuz 1933’de Hitler yönetime gelince ilk olarak Yahudi hocaları kürsülerinden attı. Ortada kaldı bu insanlar. İsviçre’de yardımlaşma derneği kuruyorlar ve bütün ülkelere bizi alın diye müracaat ediyorlar. Hitler korkusundan kimse kabul etmiyor onları. Muhacir memleketi olmasında rağmen ABD bile onları kabul etmiyor. 1932’de Atatürk bizde yeniden yapılandırılacak olan yüksekokul programını hazırlamak için İsviçre’den milletvekili de olan bir profesörü çağırıyor. Bu hocalar ‘Türkiye bizi alır mı?’ diye ona müracaat ediyorlar. Atatürk ‘derhal gelsinler’ diyor. Çünkü Atatürk yüksekokullar, üniversiteler açmak istiyor ama öğretim verecek uzman yok. Cumhuriyet kurulur kurulmaz birçok yerlere çeşitli konularda yetişsinler diye öğrenci gönderiliyor ama, bunların okuyup gelmesi zaman alacak bir proje olduğu için Atatürk bu teklifi hemen kabul ediyor. Böylece tarihte ilk defa beyin göçünü gerçekleştiriyor.  Ülkemizde bilimin temelini dünyanın en meşhur hocaları, profesörleri atmıştır. Onlar olmasaydı biz bu duruma kolay gelemezdik. Bizim hocamız Benno Lansberger’di.


– Hititoloji okudunuz ama Sumerlerle ilgili çalışmalar yaptınız. Buna okulda mı karar verdiniz?


– Biz okuldayken Hititlerle ilgiliydik. Hititçe’yi öğrendik ve çok da seviyordum. Akatça da çok yaygındı. Hocamız bize Akatça da öğretti. Akatça’nın yanında aldık Sumerceyi… Yan evlat gibiydi Sumerce. Müzeye geçtikten sonra çok fazla Sumer tabletiyle karşılaştık. O zaman Sumerceye eğilmek mecburiyetinde kaldık.


– Okuldan hemen sonra Arkeoloji Müzesinde çalışmaya başladınız değil mi?


– Üniversiteyi 1940 yılında bitirdim ve İstanbul Arkeoloji Müzesine tayin oldum. 33 yıl burada çalıştıktan sonra emekli oldum. Burada çalıştığım dönem içerisinde arkadaşım Hatice Kızılyay’la birlikte çiviyazılı belgeler arşivini oluşturduk. Buraya geldiğimiz zaman gazete kağıtlarına sarılı, çıkarıldıkları gibi toz toprak içinde tabletler konuldu önümüze. Ne bir sayı, ne bir hesap vardı ortada. Kimse bizi şunu yapın bunu yapın da demiyordu. Biz arkadaşımla emekli oluncaya kadar bunları halledeceğimize dair karar verdik. Hepsini tek tek elden geçirdik. Bizden evvel tayin edilen Dr. Kraus kazıdan çıkarıldığı gibi duran tabletlerin konserve edilmesi gerektiğini söylüyor. Bunu öğrenmesi için Almanya’ya bir eleman gönderiliyor. O eleman yetişip gelinceye kadar müzede laboratuar hazırlanıyor. Biz  gelinceye kadar bunlar hazırlanmıştı. Dr. Kraus’la birlikte bütün tabletleri tek tek konserve ettirtmeye başladık. Giden ve gelen tabletler arasında bir yanlışlık olmasın diye her verdiğimiz tabletin ilk ve son satırını not alıyorduk. 74.000 tableti tek tek arşivledik. Çevirdiğimiz tabletlerden 8 kitap basıldı. Kitapları MEB ve Tarih Kurumu bastı.


– Yanılmıyorsam okuyucuya ulaşan kitaplarınızı emekli olduktan sonra yazdınız…


– 1990 yılında, Prof. Dr. Samuel N. Kramer’in Türkçeye çevirdiğim ‘History Begins at Sumer – Tarih Sumerle Başlar’ adlı kitap  Türk Tarih Kurumu Yayınlarından çıktı. 1995 yılında Kaynak Yayınları’ndan ‘Kur’an İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni’, 1996 yılında ‘Sumerli Ludingirra – Geçmişe Dönük Bilimkurgu’, 1997 yılında ‘İbrahim Peygamber- Sumer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre’, 1998 yılında ‘İnanna’nın Aşkı – Sumer’de İnanç ve Kutsal Evlenme’, yine aynı yıl ‘Zaman Tüneliyle Sumer’e Yolculuk’, 2000 yılında ‘Hititler ve Hattuşa – İştar’ın Kaleminden’, yine 2000 yılında ‘Gılgameş – Tarihte İlk Kral Kahraman’, 2002 yılında ‘Ortadoğu Uygarlık Mirası’, 2003 yılında  ‘Ortadoğu Uygarlık Mirası 2’, yine 2003 yılında  ‘Sumer Hayvan Masalları’ adlı kitaplarım çıktı. Söz ettiğim kitapların hepsini Kaynak Yayınları bastı. Yine Kaynak Yayınlarından 2005 yılında ‘Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği’ ve ‘Vatandaşlık Tepkilerim’ adlı kitaplarım çıktı. 2005 yılında Epsilon Yayınlarından ‘Atatürk Düşünüyor’ adında bir kitabım daha basıldı. Bir de benim hayatımı anlatan Serhat Öztürk’ün kaleme aldığı ‘Çivi Çiviyi Söker – Muazzez İlmiye Çığ Kitabı’ var. Bu kitabı da 2002 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıktı…


– Söz kitaplarınızdan açılmışken ‘Vatandaşlık Tepkilerim’ adlı kitabınıza gelmek istiyorum. Bu kitapta cumhurbaşkanlarından başbakanlara, yazarlardan sanatçılara kadar pek çok isme mektup yazdınız. Kitabınız çok tepki aldı. Kitapta, camilere aşk odası konulmasından imamların genelevlerde nikah kıymasına kadar birçok konuya değindiniz. Yanılmıyorsam bir avukat hakkınızda suç duyurusunda bulunmuştu.


– Evet kitabımda söz ettim bunlardan. O sıralarda televizyonlarda, gazetelerde genç güzel başı bohçalı ve makyajlı bir hanımın tarikatlarda imam nikahı ile seks yaptığını okuyunca çok kızdım. Benim inandığım Allahı kandırmaya çalışıyorlar, onu en aşağı şekilde kullanıyorlar, diye çok kızdım. 4000 yıl önce yüzlerce tanrısı, tanrıçası olan Sumerliler evlenmenin bir hukuki andlaşma olduğunu bilerek yargıç önünde onu belgelemişlerdir. Belgesi olmayan birleşmeler de evlilik sayılmamıştır.   Madem dinimizde imam nikahı ile seks doğal görülüyor, o zaman gizli yerlerde değil, eski mabetlerde olduğu gibi, camilere de birer aşk odası konsun, isteyen gidip orada bir imam nikahı ile seks yapsın dedim. Böylece hem camiye gelir olur, hem de imam para kazanır. Fakat ülkemizde din kanunu değil, medeni kanun geçiyor. İmam nikahı, diye hem kanunu çiğniyorlar, hem de Allahın adını kullanarak insanları kandırıyorlar. Yine televizyonlarda görmüştüm, Fatih’te bazı evlerde yapıldığı gibi geneleve de bir hoca konsun, geleni nikahlasın, çıkanı boşasın diye yazdım.


– “Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği” adlı kitabınızda  Sumer’den Tevrat’a fahişeliği irdeliyorsunuz. Sumerlerde fahişelik kutsal bir iş olarak kabul ediliyor değil mi?


– Tanrıça İnanna’yı ‘göğün fahişesi’ diye adlandıran belgeler var. İnanna’ın mabetlerinde rahibelerin bir görevi de fahişelik. Kendilerini, tanrı namına bu işe gönüllü olarak adayan kadınlar bunlar. Onlar diğer kadınlardan ayrılsın diye baş örtüsü takıyor.


– Bugün ki türban gibi mi?


– Bugün takılan türban değil, baş örtüsü de değil, baş bohçası.


– Siz yapıtlarınızda yüzyıllar boyunca Batı kültürünün temelinin Yunanlılara, dininin de Tevrat’a dayandırıldığını, fakat Sumerlilerin kültürü ortaya çıkmaya başlayınca, Batı dünyasının gelişmesindeki ana kaynağın Sumer’de olduğunun  anlaşıldığını söylüyorsunuz. Sumerlilerin dini çok tanrılı bir din, Yunan’da da çok tanrı var. Neden çok tanrılı din tercih ediliyor?


– Nedenini ben de bilemiyorum. Sumer dininde doğada görülen her nesnenin bir tanrısı var. Yer, Gök, Hava, Su tanrıları yaratıcı, diğerleri yönetici ve koruyucu tanrılar. Şehirlerin bile tanrısı var.


-Bunlar bugünkü vali ya da belediye başkanı ya da emniyet müdürlerine mi denk geliyor?


– Hayır, şehir tanrılarının mümessilleri var. Şehri yönetenler onlar.


– Sizi en çok etkileyen tanrı ya da tanrıça kim Sumerlerde?


– Tabii ki İnanna… Yunan’da Afrodit, Roma’da Venüs, Akad’larda İştar olarak adlandırılan İnanna; güzelliğin, aşkın, cinselliğin bereketin ve çoğalmanın sembolüdür. Sumer ekonomisi tarıma dayalı olduğundan, bolluk ve bereketin tanrıçası İnanna çok önemli onlar için.


– Bu tanrılar yetenekli insanlar mı yoksa insanlarda olmayan tanrısal özellikleri var mı?


– İnsanlar çözemedikleri olayların insanüstü güçler tarafından yapıldığını düşünmüşler ve tanrıyı yaratmışlar. Sumerlilerde her şeyin bir tanrısı var. Güneş neden doğuyor, rüzgar neden esiyor diye cevaplayamadıkları sorulara tanrılarla cevap vermişler. Çözemedikleri şeyi tanrı yapmışlar. Ama Sumer dini günümüz dinine örnek teşkil etmiş. Tanrının yaratıcı ve yok edici gücü, tanrı korkusu, kurban adamak, törenler, ilahiler, dualar var Sumerlilerde. Sumer tabletlerinde baş örtme,  Ademin cennetten kovulması ve tufan gibi konular yer almış. Örneğin tufan efsanesi Sumer’de başlamıştır ve oradan diğer dinlere geçmiştir. Ben  Sumer’de yazılan tufanın, Orta Asya’da olduğunu, Sümerlilerin oradan geldiklerini kanıtlamaya çalışıyor ve bu konuda bir yazı hazırlıyorum. yeni jeolojik bilgilere göre Orta Asya’da  muazzam  taşkınlıklar yaşanıyor ve Aral gölü Hazar’la birleşiyor. Doğu Anadolu’ya kadar her yeri sular kaplıyor. ABD’li bir bilim adamı tufanın Karadeniz’de olduğunu söyledi ve bunu kanıtladı. Sumer tufanı da oradan geldi, dedi. Ben bunun bağlantısını bir türlü kuramamıştım ve o yüzden üzerinde durmamıştım ama, son okuduğum kitaplar bana yepyeni bir ufuk açtı. Özellikle Begmyrat Gerey’in , ‘5000 yıllık Sumer- Türkmen Bağları’ ve Tahsin Parlak’ın ‘Aral’ın Sırları’ kitapları. Bunlar bir taraftan Orta Asya’da büyük taşkınlıkların olduğu kanıtlarken diğer taraftan Türkmenistan ile Sumerliler arsındaki bağlantıyı kanıtlıyorlar. Sumer’deki buluntuların aynı  Türkmenistan’da da bulundu. Türkmenistan’da tarımın çok eskiden başladığı, tekerleğin çok eskiden kullanıldığı kanıtlanıyor. Türkmen diliyle Sumer dilinin mukayesesi yapılıyor, hem kelime bakımından hem gramer bakımından birbirleriyle çok benzeştikleri görülüyor. Belli ki Sumerliler Orta Asya’dan gelmişler. Tufanı da atalarından duymuş olmalılar. Çünkü Tufan İ.Ö 10. bin. 12. bin yılları arasında olmuş. Sumer metni ilk 2000’lerde yazıldı.  Akatça yazılı  Gılgameş destanının  son kısmını oluşturan bu hikaye, ölümsüzlüğü arayan Gılgameş’e, tufandan kurtulup Tanrılar tarafından ölümsüzlük verilen Utnapiştim tarafından anlatılmış. Daha sonra bulunan Sumer tabletlerinde ise Tufan kahramanının adı Ziusudra.


– Tufan nasıl olmuş?


– Birdenbire buzlar  eriyor, bir ısınma oluyor. Karadeniz’deki taşkınlıklar o zaman oluyor. Asya’daki bir anlatıya göre, Aral gölünün tam kenarında adı ‘Gemi Yapılan Yer’ olarak geçen bir yer var. Burada sonra kutsal kitaplarda Nuh olarak adlandırılan biri gemi yapıyor. Tufan kopunca gemiye biniyor ve Kafkasya’dan dolaşarak Cudi dağına geliyor. Orada konaklıyor. Sonra yine kendi memleketine dönüyor ve orda halkı büyütüyor.


– Sumerlilerin Orta Asya’dan geldiğinin başka belirtileri var mı?


– Örneğin Mezopotamya’da taş yok, ama Sumerlerde taş işçiliği var. Belli ki öğrenip gelmişler. Gılgameş destanında akrep adamlar vardır. İran’daki bir kazıdan üzerinde akrep figürü olan madeni eşyalar bulundu ama Mezopotamya’da bulunmadı. Bunlar birer kanıt.


– Tarihte ilk tek tanrılı din hangisi?


– Tek tanrı Mısır’da başlıyor. Firavun Akhneton birdenbire ‘Bir tek Güneş tanrısı var, başka tanrı yok’ diyor. Diğer tanrıların rahiplerinin gücünü azaltıyor böylece Akhneton. Bu durum uzun sürmüyor, çünkü erken ölüyor. Onun ölümünden sonra tekrar çok tanrılı dine geçiliyor ve tek tanrıya inanalar öldürülüyor. Musa bu katliamdan kaçıp İsrailoğullarına sığınıyor. Daha sonra Musa tek tanrılı din olan Museviliği başlatmıştır biliyorsunuz.


– Gelelim Sumerlilerdeki yaşama… Sumerlilerde bilimin, tıbbın, astronominin çok ileri olduğu biliniyor.


– Sumerliler gökyüzünü inceleyerek, ayın hareketine göre seneyi otuzar günlük 12 aya bölmüşler. Güneş sistemine göre de her yıl artan 10 günleri toplayarak üç yılda bir seneyi 13 ay yapmışlar. Burçları Sümerliler saptamış. Dünyadaki bütün olayların gökyüzünde yazılı olduğuna inanan Sumerliler, onu incelerken astronomi ve astrolojinin temelini kurmuşlardır.


Matematikte çok ileriler. Cebirin kökeni de Sumerlilere dayanmaktadır. Tıp alanında da ileri düzeydeler. Hastalıkları ve onlara yarayacak ilaçları bulmuşlar.”


– Muazzez Hanım, gerek din, gerek bilim Sumerlilere çok şey borçlu. Kısacası insanlık Sumerlilere çok şey borçlu diyebiliriz sanıyorum. Konu hakkında çok daha uzun konuşabiliriz ama, ben sizi yormaktan çekiniyor ve söyleşimize nokta koymak istiyorum. Ayrıca Açık Gazete’ye ayırdığınız zaman için teşekkür ediyorum.


DİĞER AYAKÜSTÜ SOHBETLER:


– ‘Türk solu titreyip kendine gelmeli’ 
– ‘Hepten pusulasız olmadığımız kanaatindeyim…’
– ‘Siyasi güç, her zaman kendi hukukunu yaratır’
– ABD işdünyasında çöküş
– ‘ABD Anayasası Patara’dan’
– Çocuklar öldürülmesin!
‘- ‘Bir Gün Mutlaka’
– ‘Derin devlet sorunları çözmek istemiyor’
– Kaş’taki gözyaşı
– ‘Son 15 yılda bilinçte sıçradık’
– Piref. H. Ökkeş ile ‘dörtköşe’ sohbet…
– Sorgun Ormanı’nı kurtaralım
– Devrim Bize Yakışırdı!
– G-8 protestosundan gözlemler…
-Başkaların hayalleri…
– Hurafeler gölgesinde Gelibolu…
Çokuluslu tekellere karşı ‘Adil Ticaret’
– Kuzey çikolata, Güney ekmek derdinde
– Fokları, katliamdan kurtaralım!
– Nükleer denemelerin faturası: Doğal felaketler
-Türkiye’de de nükleer silah istemiyoruz!
 – Çocuk işçiler
– İsrail dünyanın 6’ncı büyük nükleer silahına sahip!
– Faşizm neden Almanya’da kök saldı? 
– Demirel davasında tekelci medya da suçludur


   



 

729910cookie-check‘Baş örtüsünü ilk kez Sumerliler taktı’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.