Babasız Evler*

İsveçte, babasız çok çocuklar gördüm.
Yetim değildiler; anneleri,babaları vardı; bakımlıydılar…
Bazı babalar, guguk kuşu misali, tanımadıkları, bilmedikleri yuvalara yumurta bırakmış; bu çocuklar öyle doğmuştu.
5 yaşına, 6 yaşına gelmişlerdi,ama babalarını tanımıyorlardı. Nüfus kayıtlarında baba adları yazmıyordu…
4 çocuklu Lena’ya sormuştum:
”Bunlardan babası Türk olan var mı?”
İçlerinden birini kolundan tutarak öne çıkarmış, ‘’İşte bu!’’ demişti. Çocuk, koç gibiydi; bir de kanım kaynadı ki…
Çocuklardan birinin babası Arap, birinin Yugoslavdı. Esmer olan en küçüğün babası ise Afrikalıydı. Bunlardan ikisinin nufus kayıtlarında baba adları yoktu.Diğerlerininki ise sadece kâğıt üzerinde babaydı. Çocuklardan hiç biri babasını tanımıyordu. Lena da onları çoktan unutmuş, görse tanımazdı. Babalardan ikisi İsveçi terk etmişti, biri ise uyuşturucu suçundan hapisteydi. Lena, Türk babanın sadece adını, soyadını, bir de memleketini anımsıyordu. Bana sordu, tanımıyordum…
Başına buyruk İsveçli kadın, sırf çocuğunun babası olduğu için, dişlerini fırçalamayan, ayaklarını yıkamayan ”kara kafalı” erkeğin kahrını çekmek istemiyor. Zaten bu babaların çoğu da sorumsuz, yuvaya ‘’yumurtayı’’ bıraktıktan sonra çekip giden, bir daha geri dönmeyen cinsten…
Anne olmak isteyen, ancak, böyle erkeklerle yaşamak istemeyen kadın, kendine göre bir çocuk doğurma yöntemi geliştimiş… Gece gittiği eğlence yerinde geç saatlere dek içiyor, sonra gözüne kestirdiği bir erkeği evine götürüp koynuna alıyor.Sabah olduğunda sen sağ, ben selâmet, herkes kendi yoluna… Haftalar, aylar geçiyor; günü, saati geldiğinde doğan çocuk, kayıtlara babasız olarak geçiyor.
Lena’ya, çocuklarının babalarını arayıp bulma çabasına girip girmediğini soruyorum. Gülümsüyor:
”Bulup da ne yapacağım… 4 ayrı koca, evin içindeki trafiği düşünebiliyor musun?”
Malmö’de, yabancılar arasında yaygın bir söz var; çok çocuk doğuran kadına ‘’fabrika’’ diyorlar. ‘’En az 3 tane’’ yetmiyor, 5-6 tane doğuruyor, fabrika gibi de gelir getiriyorlar.Devlet, çok çocuklu ailelerin kira, yiyecek, giyecek gereksinmelerini karşıladıktan sonra, her çocuk için anneye ayrıca 1050 Kron( yaklaşık 250 TL) çocuk parası ödüyor. 6-7 çocuk doğuran kadınlar, ellini sıcak sudan soğuk suya değdirmeden gül gibi geçinip gidiyor. Evin oda sayısı yetmezse, devlet villa kiralıyor. Yeter ki doğur. Nüfus, hızla yaşlanıyor, tehlike çanları çalıyor!..
İskandinav ülkelerinde, her yıl, lise çağındaki binlerce küçük kız, anne oluyor. Zaten kendileri de çocuk olan bu annelerin çocukları devlet korumasına alınıyor. Koruma evlerinde büyüyen çocuklar, sadece babalarını değil, annelerini de tanımıyor. Aile ortamında büyümedikleri için, okullarda uyumsuz ve başarısız oluyor, yaşam boyu psikolojik sorunlar yaşıyorlar. Uyuşturucu ve alkol bağımlılarıyla, intihara eğilimli kişiler daha çok bu tür çocuklar arasından çıkıyor. Ailesiz büyüyen çocuklar, yuva kurmakta da zorlanıyor. Boşanmayla sonuçlanan sağlıksız evlilikler, koruma evlerine, annesiz, babasız büyüyecek yeni çocuklar armağan ediyor…
Bir de, İsveçte kalabilmek için sahte evlilik yapmak, çocuk doğurmak zorunda kalan göçmen kadınlar var…
Mahin, Lund Üniversitesinde görevli, Azerbaycanlı arkadaşımdır. Arapça, Farsça, Türkçe ve İsveççe biliyor. Geldiğim ilk yıllarda, resmi kurumlardaki görüşmelerimde bana çevirmenlik yapmıştı. Bu yazıyı yazarken, yıllar önce Mahin’le birlikte tanık olduğımuz bir olayı anımsadım. Sakine (İsim gerçek değil) adlı bir Kürt kızı, İsveçe sığınmacı olarak gelmiş, ancak oturma izni alamamıştı. Mahin, polisçe sınırdışı edilmek üzere aranan Sakine’yi aylarca evinde sakladı. Sakine’nin İsveçte kalabilması için tek çare burada evlilik yapmasıydı. Evlilik yapan kadın, doğal olarak çocuk da doğururdu. Ancak, İsveçte çocuk doğurmayı tek başına bir kalma nedeni sanan uyanık Türk ve Kürt delikanlılarından Mahin’e geceyarısı telefonları geliyordu:
”Biliyon mu Mahin abla, o kızın oturma izni alması için mutlaka hamile kalması lâzımdır ha!” Sıra sıra gençler, oturma izni alabilmesi için Sakine’yi sevabına hamile bırakmaya çalışıyordu. Sakine, her telefon sesiyle sarsılıyor, korkudan titreyerek Mahin’e sarılıyordu. Oturma izni alabilmek için, onaylamadığı bir evlilik yapmak istemiyordu…
Sonrasını izleyememiştim. Yazıyı yazarken Mahin’i aradım, sordum. Çok şaşırdı, ”Nereden aklına geldi şimdi?” dedi.
Mahin, daha sonra, aklı başında bir Kürt genci bulup Sakine’yi evlendimiş. Şimdi yakınlardaki bir kasabada oturuyorlarmış. 2 oğlan, 1 kızlları varmış. Kocası bir fabrikada çalışıyormuş. Sakine de, belediyede bahçıvanlık yapıyormuş. Genişçe bir bahçede çiçek yetiştiriyormuş. Serpilip gelişmeleri için fidanları buduyormuş; Kırmızı İsveç güllerine su veriyormuş…

[email protected]

* Bu yazı, Cumhuriyet Gazetesi’nin Pazar Yazıları sayfasında da yayımlandı

648420cookie-checkBabasız Evler*

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.