Bağımlanmadan yaşamak

Bazen dostlarım bana “Neden hiçbir şeye bağlanmadan yaşadın, bir şeye bağlı olmak sana bu kadar zor mu geliyor?” derler. Bağlanmadan yaşadığımı sanmıyorum, bağımlanmadan yaşadığım doğrudur. Felsefe ve edebiyat benim için vazgeçilmez bir güzellik oldu her zaman. Asıl bağlandığım yaşamın kendisiydi. Sevdiklerime de alabildiğine bağlandım, özellikle çocuklarıma. Bağımlanmadığım doğrudur. Bağımlanmak bana insan olmak açısından bir yetersizlik, bir küçüklük, bir zavallılık olarak görünür. Tam anlamında bir köleliktir bağımlanmak. Sizi zorla bir yere kapatabilirler, elinizi kolunuzu bağlayıp dünyayla bağınızı kesebilirler: bu bir tutsaklık durumudur. O durumda özerk değilsiniz ama kendinizi özgür duyabilirsiniz. “İnsanların en özgürü köleyken de özgür olabilendir” der Fénelon. Bağımlanmak kendini kendi istemiyle tutsak etmektir.

İnsanoğlu bağlanmaktan çok bağımlanmaktan yanadır. Çoğumuz içimizde sefil bir köle gezdiriyoruz. Başeğmek olağan bir durumdur çoğumuz için. Zorba kendi gücünü kullanmaz, sizin korkaklığınızı, köleliğe yatkınlığınızı kullanır. Yoksa zorbanın gücü ne kadardır ki! Zorbanın içinde zavallı bir köle gizlidir. “Zorba kendini zorba kılarken köleye dönüşür” der Pierre Leroux. O belki de kölelerin en güçsüzü en yalnızıdır. Çevresinde dönüp duranlar da birer köledir. O da herkes gibi kendini aşan bir şeylerin özlemini çeker içten içe. En çok köle olanlarımız en çok efendilik taslayanlarımızdır. Tarih birçok şeyin tarihi olduğu gibi zorbalıkların da tarihidir. Belki de öncelikle zorbalıkların tarihidir. Geçmişin tiranları halka hoş görünme konusunda çeşitli yöntemleri olan zorbalardı. Bugünün tiranları da öyledir. Bunlar çok zaman dikensiz yolları yürüyerek tepeye tırmanırlar. O güler yüzlü adam bir de bakarsınız zorba oluvermiş. Marquis de Sade pek haklı olarak şöyle der: “Tiranlar hiçbir zaman kargaşadan doğmazlar, onların yasaların gölgesinde ya da yasalara dayanarak yükseldiğini görürsünüz.”

Genel görünüm bize bir yüreksizler dünyasında yaşadığımızı duyuruyor. Yalnız dehalar yürekli oldular, onların da başı birçok defa belaya girdi. “Dehayı yüreksiz düşünemiyorum” der Henry de Montherland. Evet, yüreksiz bir deha tekerleksiz araba gibidir, yoğurtsuz ayran gibidir, kanatsız kuş gibidir. Dehalar bilinç koşulları gereği yürekli olmak zorunda kaldılar. Dehanın panzehiri sansür oldu. Dehalar en büyük acıyı kendilerini yeterince anlatamamaktan çektiler. Gustave Flaubert der ki: “Sansür, ne biçimde olursa olsun, bana canavarlık gibi görünüyor, insan öldürmekten daha kötü bir şey. Düşünceye kastetmek cana kastetmektir. Sokrates’in ölümü insanlığın üzerinde bugün bile bütün ağırlığıyla duyuluyor.” Flaubert yerden göğe haklıdır, bir insanı susturmakla cinayet işlemek arasında büyük bir ayrım olmasa gerek. Öldürdüğümüz adamı susturmuş olmuyor muyuz? Susturduğumuz adamı öldürmüş olmuyor muyuz?

Bazı büyük adamlar dengecidir, kurulu düzenin salınmalarını çok iyi gözlemleyip kendilerine uygun gidiş yolları çizerler. Bunu yapanlar büyük olamazlar demek geçiyor içimden. Diyemiyorum. Diyebilsem ne güzel olacak! Bir örnek vermemi ister misiniz? Ben Lamartine’i severim, özellikle Graziella romanıyla ve daha çok da Göl şiiriyle severim. Büyük bir yazar mıdır? Gerçek bir deha mıdır? Pekçok şairi kıskandıracak olan o Göl’ü yazdığına göre öyle olmalıdır. 1848’in ünlü başbakanı Lamartine ömrünün sonlarını yokluk içinde geçirdi ve yardım önerilerini geri çevirdi. İnsanların gözlerini başkalarının ceplerine dikmekten utanmadıkları bir dünyada yardım önerilerini geri çevirebilen insan kim ne derse desin kolay bulunmaz insandır. Kimden yana olduğu pek belli olmayan bir kişiydi o. Auguste Blanqui, hani şu “Sermaye çalınmış emektir” diyen Auguste Blanqui onun için şöyle diyor: “Lamartine her zaman aynıdır, onun her kesimde ve her kıyıda bir ayağı vardır, o gerçek bir Rodos yontusudur, bacaklarının arasından her zaman devlet gemisi geçer.”

İnsan hiçbir şey adına özgürlüğünden vazgeçmemeli. İnsanlar çok zaman özgürlükleri adına özgürlüklerini elden kaçırıyorlar. Ödün vererek özgür olacağımızı sanırız çoğumuz. On yıl hapiste çürüyeceğime şunların istediğini yapıp özgürlüğüme kavuşayım der adam ve tutsaklığına kavuşur bir güzel. Ödünler karşılığında elde edilen özgürlükler kölelikten başka bir şey değildir. En çirkini de “Viran olası hanede evlad ü ıyal var” savunusudur. Temiz evlatların alçak babalarından utanmaları aç kalmalarından daha korkunç değil mi? “Her türlü zincir bir çılgınlıktır, her türlü bağlanma yeryüzünde yaşadığımız fiziksel özgürlüğe karşı bir suikasttır” der Marquis de Sade. Bağlanmak ne kadar güzelse bağımlanmak o kadar çirkindir dostlarım.

642250cookie-checkBağımlanmadan yaşamak

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.