Belden aşağımız

İnsanların konuşurken belden aşağı dokundurmalarda bulunmaları öteden beri sinirime dokunur. Gündelik yaşamda bile aklı başından daha başka yerde olanların iticiliğine dayanamıyorum. Kapalı kapılar ardında kalması gerekeni vazgeçilmez bir gereksinimmiş gibi ortalara dökmek cinsel sakatlanmışlığın belirtisi değilse nedir? Ben bu tür anıştırmaları eski arkadaşlarımla konuşurken bile yapmayı sevmem. Zaten böyle bir alışkanlığınız yoksa bu tür bir gereksinim duymazsınız. Daha doğrusu cinsel anlamda sorunlu bir kişi değilseniz cinselliği ancak çok özel koşullarda yaşarsınız. Benim kanıma dokunan canımı acıtan, benim de, aklının ucundan asla böyle şeyler geçirmeyen bendenizin de bazı sözlerimden birilerinin bu tür belirtiler almalarıdır. Birkaç kere oldu bu. Sen ne yaptın diyeceksiniz. Hiç, her seferinde sustum kaldım. Belki de onlara “Ne kadar ayıpçı bir belleğiniz var, bundan biraz sıkıntı duysanız yeridir” demem gerekiyordu. Geçenlerde çok sevdiğim bir dostumun evinde bir küçük siyasal partinin başkanıyla ilgili kalıpsözleri yinelediğimde insanlar birbirlerinin yüzlerine kötü kötü baktılar. Gerçekten ne biçim bir belleğimiz var ki biri “baş” dediği zaman aklımıza hemen en olmadık şeyi getirebiliyoruz.

Cinsel anlamda yeterince sağlıklı bir toplumda doğup büyümüş olmayı çok isterdim. Böyle bir toplum var mıdır bilemiyorum ama bizim toplumumuz birçok bakımdan olduğu gibi bu bakımdan da sakatlıklar gösteriyor. Hep biliriz, şu dünyada yaşadıklarımızdan çok yaşamadıklarımız dilimize vurur. Bu ülke insanlarının hemen her şey gibi cinselliği de yarım yamalak yaşadığını hepimiz biliyoruz. Sayısız cinsel deneyleri olan bir kadının sevişmeyi bilmemesi, öte yandan adı çapkına çıkmış bir erkeğin de aynı bilgisizlikte olması bizim bu cinsellik denen şeyi de pekçok şey gibi, felsefe gibi sanat gibi bilim gibi siyaset gibi gelişigüzel yaşadığımızı gösteriyor. İnsanların dar bir yerden geçerken özenli ve saygılı görünümler altında karşı cinsten birine sürtünme istemi bile bu konuda ne kadar sıkıntılı olduğumuzu ortaya dökmüyor mu? Bunda elbet boşkafalılığın da payı vardır. Belleği güzel bilgilerle dolu olmayan ve buna göre bilinci de güzel fikirler üretme konusunda yetersiz olan insanlar belden yukarılarını gündelik gereksinimler için kullanırken belden aşağılarını us gibi anlık gibi üstalgı gibi bellek gibi bilinç gibi kullanıyorlar.

Ahlakın dumura uğrayışında bu tür sakatlıklarımızın da payı vardır. Gün yirmi dört saat belden aşağısıyla fikir üretmeye çalışan insanın erkenden vazgeçebileceği şeylerin başında ahlak değerleri gelir. Bilincimiz doğru işlemiyorsa yani bilincimiz çok iyi düzenlenmiş bir belleğin işlevsel yanını ortaya koymuyorsa her türlü davranışımız raslantıya kalmış demektir. Bu ülkede bu eğitim koşullarında iyi bir bellek edinme konusunda şanslı olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz. O zaman yaaşamımız ister istemez sorunlu olacaktır. Bu toplumda insanlar aile eğitimiyle de okul eğitimiyle de iletişim araçlarının eğitimiyle de yetinmeyip kendilerini yetiştirmeyi göze almadıkça gerçek insan olma düzeyini taş çatlasa tutturamazlar.

Yetersizliklerimiz yalnızca cinsellikle ilgili konularda değil her konuda karşımıza odun gibi çıkıveriyor. Annesinin karnından yeni çıkmış bir bebeği o anda bozmaya başlayan toplumsal ortam en büyük verimini basitlikler ve bayağılıklar üretmekte gösteriyor. Bilmem kaç yıl hapis yatmayı göze alıp öğrencisine tasallut etmekten geri kalmayan bir insanın bence hapishaneden çok bir iyileştirme evine gereksinimi vardır. O iyileştirme evinde o adam kendisine yol gösterecek sağlıklı insanlar bulabilecek mi? Elbette bulamayacak. Bizler cezanın yıldırıcı gücüne güveniriz daha çok. Sorunlu insanları eğitmek değil de doğrudan terbiyeli maymuna döndürmek bize daha uygun gelir. Kısacası dostlarım birbirimizi korkutarak yaşıyoruz. Ama bilinç yetmezliklerimiz korkularımıza karşın bizi gün geliyor çok kötü bir biçimde dışa taşırıyor ve ileri biçimlerinde de düpedüz rezil edebiliyor. Aşktan dostluklardan yakınlıklardan kaçışımızın temelinde de bu tür yetersizlikler yatmıyor mu? Sevmeye kalkıyorsunuz, baştan her şey iyi gidiyor. Hastalıklar aceleci değildir, onlar ortaya dökülmek için belli bir zamanı göze alırlar. “Yavaş yavaş açılır yılan yumurtaları”. Bir zaman sonra ayaklarınız yanmış gibi kaçmaya başlıyorsunuz. Hastalıklar inatçıdır, ne kadar kaçarsanız kaçın onların elinden kurtulamazsınız. Belki de bu yüzden en iyisi ilişkilerimizi enaza indirip daha çok kendi dünyamızda yaşamamızdır. Böyle bir yaşam çok verimli midir? Olabilir de olmayabilir de.

645640cookie-checkBelden aşağımız

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.