“Ben Giderim Batum’a”

Gürcistan’ın önemli bir kenti Batum. Orada “Batumi” diye yazılmış hep. Kendilerine özgü alfabeleri var. Latin harferi ile de tanıtım yapılıyor. Rize, Hopa, Kemal Paşa derken, SARP sınır kapısındasınız. Eskilerin anlatımı ile bir sigara içimlik mesafede. Dağ yamacı denize öylesine yaslanmışki, tünelden geçerek dar bir alana ulaşıyorsunuz. Sınır ve gümrük. Dağlar da iki katlı evler, Türkiye sınırında mı, Gürcistan sınırında mı, ayırdetmek zor.

2000’li yılların başında gitmiştim bu sınıra, biraz da kalmıştım. Beş-on kişiyi geçmiyordu gelen giden. Şimdi ise, İstanbul Esenler Otogarı, ya da miting alanı gibi de diyebilirsiniz. Nerdeyse adım atacak yer yok. Sınırı geçince, sınırı geçtiğinizi de farketmiyorsunuz. Türkçe konuşma, Gürcülerin kendi dillerinde konuşmalarından daha fazla. Batum’un ekonomisi neredeyse, daha çok Karadeniz kıyılarından,Türkiye’den gelenlere bağlı diyebiliriz.

Beton yığını inşaatlar, otel yapıları artmış ve artmakta. Kumarhane yoğunluğu ise Kıbrıs’ı bile aratmıyor. Müşterilerin büyük çoğunluğu da Türkiye’den gelenler. Sovyetlerin dağılması sonrası, Gürcistan’ın bu bölgesine çizilen rol, Kafkasların Las Vegas’ı olması isteniyor gibi bir izlenim uyandırıyor.

Pazartesi Yazıları’nın konusu değil bunlar. Biz bu yazımızda iki kültür merkezi üzerinde durmak istiyoruz. Şehrin merkezinde en önemli alanında yapılmış olan Kültür Merkezi hemen dikkati çekiyor. Mimari, girişde sütunlar ve geniş merdivenler, size hemen bir sanat merkezine geldiğinizi hissetiriyor. Konser mekanı, tiyatro, opera ve bale gösterileri için gerçekleştirilmiş bir yapı.

Gürcistan’ın Sovyet’lerden ayrılmasında sonra ise, yeni 5 yıl önce yeni bir Kültür ve Sanat Merkezi, kente kazandırılmış. Deniz kıyısında yine şehrin merkezinde bir yapı. Klasik mimari yadsınmadan, modern ve çağdaş bir mekan kazandırılmış. Cam düzenlemeleri dışarıdan o denli belirgin olarak, klasik mimarinin önüne geçmiyor. Ancak içeri girince, klasik bir konser salonu ile karşılaşmıyorsunuz. Tamamiyle aydınlık ve ferahlık ön planda tutulmuş. 1000 kişilik salonun neresinde oturusanız oturun, sahneye hakimsiniz ve akustik son derece güzel. Yukarıda ve yanlardaki balkon ise, loca ağırlıklı olarak düzenlenmiş. Sahneyi oralarda da tam izleyebiliyorsunuz.

Bir prova sürecini izleyebildik. Aydınlatma ve akustiğin güzelliği, sizi hemen sahneye çekiyor. Fuaye alanları o kadar geniş ve çok ki, insan kendisini kaybedecek. Arada çıktığınızda, denizi seyrederek şarabınızı yudumlayabilirsiniz. Giriş’deki büyük alanın üzeri de katlara rağmen açık tutulmuş ve çatı cam olarak yapılmış. Kar yağarken yukarıyı seyretmek bile, çok güzel oluyordur sanırım.

Yönetimlerin kültüre ve sanata verdikleri önemi hemen buradan anlayabiliyorsunuz. Bir rant ekonomisi ile birlikte yüksek yapılanma ve çimento yığınları da deniz kıyısında hızla artmağa başlamış. Ancak, kültür ve sanatında ihmal edilmediğini, bu salonu gördükden sonra anlıyorsunuz.

Neredeyse elli yıl olacak Ankara’ya geleli. Elli yıldır, bir konser salonu bile kazandırılamadı, elli yıldır söylemi sürüyor. Bakalım ne çıkacak. Elli yıldır bir opera-bale salonu da kazandırılmadı Ankara’ya. Kapatılması söylemleri dolaşıyor. İstanbul da AKM ise adeta çürümeğe terkedildi. Elli yıl önceki nüfus ile şimdiki nüfusu karşılaştırdığınızda, bu eksiklği daha çok hissediyorsunuz. Başka ülkelerde ki, ortaya çıkan kültürel yapıları da görünce, bizim neyimiz eksik demekten de kendinizi alamıyorsunuz.

Kentlerin kimliklerinde yapılaşma ve kültür sanat mekanları önemli bir yer tutuyor. Kentler bu yapıları ile özdeşleşiyor. Birbirine benzemeğe başlayan, adeta kimliklerinin yok edildiği bir çok kentimize baktığımızda, bir kaç örneğin dışında, beton yığınları arasında kaybolunduğunu görüyorsunuz.

Bulunduğumuz iki gün içinde, bir etkinlik izleyemedik, ama bu kültür mekanlarını görünce, burada gerçekleşecek etkinlikleri izleme isteği ve arzusu arttı. Yeniden gelme isteği belirdi.

Bu günkü yönetimin, komşumuz Gürcistan ile bile kültürel bağları geliştirme konusunda bir çabasının olmadığı gerçek. Bir çabasının olacağının işaretleri de yok. Ancak bu ilişki ve bağların geliştirilmesi de gerekiyor. Bakalım bu konuda nasıl girişimler olacak.

Batum’un Sanat Müzesi de küçük olmakla birlikte, sergilenen resimler arasında, savaş sonrasının yıkıntıları içinde kalanların yalnızlığını, Çehov’un oyunlarından fırlamış gibi portreleri, hatta Nuri İyem tablolarındaki gibi, resimleride görürseniz şaşırmayın. Batum’a uğrayanların, bu müzedeki eserleri görmelerini dileyelim.

“Ben giderim Batum’a” türküsü ile başladık. Bize yakın, bize komşu bir kent. Ziyaretlerin amacı ve etkinliğ, turistik ve kültürel oranda ne denli artarsa, elbette insanlar arasında ki, dostluk ve barış, ülke yönetimlerini de etkiler.

Bir akşam yemeğinde, elektronik org çalarak yöresel gürcü parçalarını söyleyenleri dinlerken, bant yayınına geçildiğinde, Batum’da, deniz kıyısında güzel bir havada, “Angaranın Bağlarını” da dinlemeğe başlarsanız şaşırmayın.

O zaman ne düşünürsünüz?

_______________________

* Eskişehir. 23 Mart 2015. Pazartesi. [email protected]

1571460cookie-check“Ben Giderim Batum’a”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.