Beyazlarla saldırıp, Kızılderililerle yas tutmak!

Başbakan Erdoğan, İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde düzenlenen 10. Birleşmiş Milletler Ormancılık Forumu’nun açılışında yaptığı konuşmada bir kez AKP iktidarının eylem ve söylemleri arasındaki derin çelişkiyi ortaya koyan ifadeler kullandı.

Erdoğan’ın, küresel barış, medeniyetler ittifakı ve kıtalararası eşitsizlik gibi genel değerlendirmelerde bulunduğu uzun konuşmasının somut uygulamalarla karşılaştırabileceğimiz bölümlerine bakıldığında kamu vicdanını derinden yaralayan bir çok uygulamanın müsebbibi olan kararlara imza atanların sanki başka bir gezegenden geldiğini düşünüyor insan. Başbakan’ın aslında çok da şaşırtıcı olmayan konuşmasının ayrıntılarına geçmeden önce kıyaslayabilmek açısından kısaca Türkiye coğrafyasında yaşananlara bakmakta yarar var…

KİŞİLERİN BAŞINA DÜŞEN MİLLİ GELİR

Artvin’den Kaz Dağlarına, Toroslar’dan Doğu Anadolu’ya Türkiye’nin bir çok bölgesinde ‘büyüme’ masalıyla yok edilen yaşam alanları boşaltılıyor. Yüzlerce yıldır yaşadıkları coğrafyalardan koparılan yerel halklar, TOKİ eliyle dayatılan tek tip bir kentleşmenin ‘müşterisi’ haline getiriliyor. Türkiye, geç kalmışlık kaygısıyla dahil olmaya çalıştığı kapitalist pazara eklemlenmenin en kolay yolunu deniyor. Bilim ve teknoloji dahil bir çok alanda rekabet olanağı bulunmayan ülkelerin ortak kaderini paylaşan Türkiye, gelişme yolunda yitirdiği mesafeyi katetmenin yolu olarak, rakipsiz olduğu değerlerin başında gelen kendi coğrafyasında operasyon yapmayı seçiyor. Dağların zirvelerinden, denizlerin diplerine kadar sahip olduğu tüm ekolojik değerleri kapitalistleşme sürecine kurban eden yasal düzenlemelerin en önemli gerekçesi, ‘kişi başına düşen milli gelir’ söylemindeki rakamların büyüyeceği telkini. Ancak uygulamaya bakıldığında, derelerin, dağların, kıyıların, mera ve ormanların tarumar edilmesinin yarattığı servet; çoğunlukla yandaş şirketlerin gelirini yükseltirken, bu servetin yarattığı telafisiz yıkım, bu alanlarda yaşayan ‘kişi’lerin başına düşüyor.

‘KİŞİ BAŞINA DÜŞEN MİLLİ YIKIM’

Kişi başına düşen milli yıkım diye bir kategori oluşturulacak olsa, son on yılda ortaya konulan uygulamalarla birinciliği Türkiye’ye verilmesi gerekirdi. Son beş yılda büyüyen sektörlere baktığımızda, ilk sırayı enerji ve madencilik gibi doğrudan ‘yıkım’ yaratan sektörler öne çıkıyor. AKP hükümetinin, kırsal yaşam için bir yandan don, bir yandan da kefen biçen uygulamalarının yarattığı sonuç çıplak gözle bile görünür vaziyette. ‘Büyüme’ masalına kanıp tarlasını terk eden Anadolu köylüsü, ahırdaki ineğine kilosu 1,5 liradan ithal saman satın almaya başlayınca, tarlasını yeniden sürmeye başlamış durumda. Bunun en çarpıcı örneği Isparta’nın Yukarı Köprüçay bölgesinde yaşanıyor. Geçtiğimiz yıllarda yalnızca iki üç tarlaya buğday ekildiğini söyleyen köylüler, bu yıl tarlaların önemli bir kısmının her türlü zorluğa rağmen ekildiğini dile getiriyor. Çünkü tarımsal çöküşün bir ifadesi olarak saman ve ot ithal eden Türkiye’de cumhuriyet tarihinin en trajik saman krizi yaşanmıştı…

ERDOĞAN’IN KÜRESEL VİCDAN ÇAĞRISI

Başbakan Erdoğan’ın ormancılık forumundaki konuşmasına dönersek, Erdoğan, hızlı büyüme karşısında, denizlerin kirlendiğini, akarsuların, göllerin kuruduğunu, ormanların
tehdit altına girdiğini ve eko-sistemin hızla bozulduğunu söylüyor ve “küresel vicdana en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir çağda yaşıyoruz” ifadelerini kullanıyor.

‘TÜRKİYE’Yİ SOMALİ EDİİR, GİDİİR SOMALİ’YE ACİİR’

Ancak konuşmasında sık sık Somali örneğini veren Erdoğan, Erzurum köylüsünün “Tayyip Erdoğan Türkiye’yi Somali ediir, gidiir Somali’ye aciir. Bu halk bütün öbür dünyada yakasından dutacak!” isyanını görmezden geliyor.

HAMASET RÜZGARI NASIL BİR FIRTINAYA DÖNÜŞECEK

Söylemlerinde Kızılderilileri de, zencileri de kullanmaktan çekinmeyen Erdoğan’ın “bize zenci mualemesi yaptılar” derken de, “muhtar bile olamaz dediler ama Başbakan oldum” derken de arkasında sığındığı mazlumiyet zırhının eyleme geçip geçmediği görmek için Türkiye’nin kırsalına bakmak yeterli. Ancak tek adamlık hayaliyle kişisel ikbal peşinde koşanların hırslarına kurban edilen bir coğrafyada tek yanlı medya aracılığıyla estirilen hamaset rüzgarının nasıl bir fırtınaya dönüşeceğini kestirmek zor değil.

SAHİ METİN LOKUMCU NEDEN ÖLMÜŞTÜ?

Havasını, suyunu ve toprağını savunan bir avuç insana geçmişte “çapulcu”, “terörist” ve “vatan haini” gibi ağır sözlerle yüklenen Erdoğan’ın; Hopa’da Metin Lokumcu’nun biber gazından, Antalya Alakır’da 82 yaşındaki Değirmenci Ahmet Türkkan’ın jandarmaya ifade verdikten sonra kalp krizinden ölümlerine, Tortum’da 17 yaşındaki Leyla Yalçınkaya’nın 9 yılla yargılanmasına, Kastamonu Loç Vadisi’nde 80 yaşındaki Ümmü Nine’nin hakim karşısına çıkarılmasına ve onlarca vadide biber gazı ve copa direnerek ekmeğini savunmaya çalışan insanlara reva görülen zulmü bir kenara koyup hamaset yapması kamu vicdanını derinden yaralıyor.

‘GİYDİĞİNİZ PALTO BİR HAYVAN TÜRÜNÜ YOK ETTİYSE…’

Konuşmasında, ”biz, kalp taşıyoruz, ruh taşıyoruz, vicdan taşıyoruz”ifadelerini kullanan Erdoğan, “eğer, üzerimize giydiğimiz elbise, Bangladeş’te 5 yaşındaki bir çocuğun umutlarıyla dokunduysa; eğer aracımıza koyduğumuz benzin, Libya’da bir masumun kanıyla karıştıysa; eğer çocuklarımıza verdiğimiz çikolata, Afrika’nın nehirlerine zehir kattıysa; eğer üzerimize giydiğimiz palto, bir hayvan türünün yok olmasına sebep olduysa; evimizdeki mobilya yağmur ormanlarını yağmaladıysa; bu döngüden, böyle bir küreselleşmeden, böyle bir ticaretten rahatsız olmak, bunu derinlemesine sorgulamak ve buna çareler üretmek zorundayız” diyor.
Ancak tam da altını çizdiği nedenlerden dolayı Türkiye coğrafyasında yaşanan yıkıma karşı çıkanları, bu ticareti “derinlemesine” sorgulayanları düşman olarak görmekten geri durmuyor.

‘DEVLET AMERİKA, BİZ KIZILDERİLİYİZ’ SÖZLERİNİ DUYMUYOR

Büyüme ve kalkınma sürecinin böyle devam etmesi durumunda, ortada yaşanabilir ve çocuklara bırakabileceğimiz bir dünya kalmayacağına değinen Erdoğan, konuşmasını Kızılderililerin sözleriyle süsleyerek, ”Bütün ağaçlar kesildiğinde, bütün hayvanlar avlandığında, bütün sular kirlendiğinde, hava solunamaz hale geldiğinde, işte o zaman paranın yenilebilir bir şey olmadığını anlayacaksınız” ifadelerini kullanıyor.

Ancak şirketlere karşı deresini, suyunu savunan Rizeli Vatandaş Mustafa’nın, “devlet Amerika, biz Kızılderiliyiz!” sözlerini duymuyor.

BEYAZLARLA SALDIRIP, KIZILDERİLERLE YAS TUTMAK!

Geçtiğimiz günlerde “Obama’nın sesini özlemişim” ifadeleriyle gündeme gelen Başbakan Erdoğan’ın ormancılık forumunda Kızılderilileri anan konuşması, “kurtlarla kuzuyu parçalayıp, çobanla yas tutmak” sözünü akla getiriyor.

Beyazların saldırılarına zemin hazırlayan iktidar, Kızılderililerle yas tutuyor!

1196680cookie-checkBeyazlarla saldırıp, Kızılderililerle yas tutmak!
Önceki haberŞamanist Kuzey Kore’ye dair bir iki laf…
Sonraki haberTerim’e ağır ceza
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.