Binbir Hayat Masalları

Arka kapakta kendisine verilen isimle söyleyecek olursak Anlatıcı, daha ilk sayfada söylüyor olayları sıralı olarak okumayacağınızı. Okurken buna ihtiyaç duymuyorsunuz zaten. Hatta bu, bir süre sonra hoşunuza gitmeye bile başlıyor; Anlatıcı’nın süssüz, dolambaçsız, samimi üslubu ile yıllar arasında onunla birlikte gidip geliyorsunuz.

Bir akşam arkadaşlarından ayrılıp yürümeye başladığında, siyah bir Mercedes onu alıp götürüyor. Götürüldüğü yerde, yediği dayağın ardından çocukluk arkadaşı Velid’le karşı karşıya geliyor. Önce “Evet, bu o,” diyen Velid, bir süre sonra arkadaşının morarmış, şişmiş yüzüne bakıp “Hayır, o değil,” diyor. Anlatıcı’nın “suç dosyası” kapanıyor ama serbest bırakılmıyor. Bir yıl daha “orada” kalıyor. Velid’i o günden sonra bir daha görmüyor ve yaşadıklarının nedenini bilemiyor. Daha sonra diğer mahkumlardan “oranın”, Kıyamet şatosu olduğunu öğreniyor. Çıktığında, nerede olduğundan bir yıldır habersiz olan annesini, kendisini ararken buluyor.

İlkokul öğretmenliğine başlıyor. Bu sırada bir kimya profesörü olan Betül ile evleniyor. Ancak Betül, aradan çok zaman geçmeden, hem şahsına hem de sosyal konumuna yönelik ağır hakaretler yağdırmaya başlıyor. Bu noktada Anlatıcı, çok yerinde bir tespitte bulunuyor. Diyor ki: “İnsanlık durumunun acısını hissetmek için bir polis devletinde yaşamak gerek galiba. Senin hakkında bir rapor yazılmadığı zamanlar, komşun ya da eşin sana her gün gerilim yaşatarak patlaman için elinden geleni yapıyor.” Betül’ün hakaretlerine, bebekleri dünyaya gelene kadar dayanıyor. Doğumdan hemen sonra Betül’ü ailesinin yanına gönderiyor.

İkinci karısı Dominique ile Paris’te, üniversite yurdunun kantininde tanışıyorlar. Ancak Dominique de doğumun ardından tamamen değişiyor. Anlaşamayıp ayrılıyorlar. Bir gün Dominique’in, bakması için kendisine bıraktığı köpeği Snoopy, Anlatıcı’ya saldırıyor. O da kendisini korumak için köpeği vuruyor. “Cinayet masasından” gelen polisin, “kaza” hakkında sorular sormasını, yargılanma süreci izliyor. Bu sırada ona, Fransız dostu Yves yardımcı oluyor. Mahmekemede iddia makamı onun, hayvanları, özellikle de köpekleri sevmeyen bir uygarlıktan geldiğinin altını çiziyor. Ama sonuçta suçsuz bulunuyor. Bir de ısırılan bacağının henüz iyileşmediğine dair rapor alıyor.

Hala Paris’teyken bir mektup geliyor kuzeninden. Mektupta çok hasta olan annesinin, ölmeden önce son bir kez onu görmek istediği yazıyor. Bağdat’a indiğinde, kendisini Devrim Mahkemesi’nin önünde bir kez daha yargılanırken buluyor. Mahkeme heyeti, onu kendi duymak istediklerini söylemeye zorluyor: Fransa’da lejyonerlik yaptığını itiraf et! Bacağındaki yarayı da lejyonerlik yaparken aldın, değil mi? Üçüncü kez askere alınıyor. Raporunu inceleyen bir doktorun sağladığı kolaylıkla Basra’da ölen askerlerin toplandığı bir merkeze gönderiliyor. ışi, ölü askerleri fazla kefen harcamadan olabildiğince çabuk yıkamak ve tabutlarına yerleştirmek. Basra’da bulunduğu bu dönem, hayatındaki pek çok şeyi sorgulamaya başlamasına da neden oluyor.

Anlatıcı’nın, bu kadar sıkıntılı geçen hayatı içinde kadınlar da önemli bir yer tutuyor. Kendisine yasak olan pek çok kadınla birlikte oluyor. Mesela bunlardan biri, yanında çalıştığı doğrama ustası Ebu Hasan’ın esmer, yeşil gözlü, güzeller güzeli karısı Samiye. Bir diğeri Bombay’da tanıştığı evli ve çocuklu Yolanda. Analtıcı’nın onlarca karakter ve olay arasında, çocuklarından hiç bahsetmemesi ise dikkati çeken başka bir nokta.

Bir ara kendisinden 14 yaş büyük olan ağabeyi ılyas’ın izini sürmek için Hindistan’a gidiyor. Ama ılyas’la ilgili hiçbir ize rastlamıyor. “Kimseye ders vermeyen insanların ülkesi” dediği Hindistan’ın bir huzur ülkesi olarak görüyor. Hindistan’da devam ettiği ekonomi eğitimini daha sonra Paris’te sürdürüyor.

Kendi ülkesinde sürgün hayatı yaşayan, Batı’da ise yabancılığın sıkıntısını çeken Anlatıcı’nın öyküsü, Binbir Gece Masalları’nın şehri Bağdat’ta başlayıp Bombay’a, oradan Paris’e uzanıyor.

Akıcı bir anlatım diline sahip olan kitapta, ne yazık ki, imla ve anlatım hataları fazlaca göze çarpıyor. “. suskunluğa değgin (değin olmalıydı) yaşanmış bir olaydan söz etmek isterim sana.” (Sayfa 13) “Kelli ferli (doğrusu kerli ferli) ve bıyıklı bir adam .” (Sayfa 17) “Velid ve ben de sesimiz (sesimizi yazılmalıydı) çıkarmadan ..” (Sayfa 23) “ıçimizde ispiyonlar (ispiyoncular denmeliydi), satılmışlar vardı.” (Sayfa 33) “. devler (devlet yazılmalı) başkanının konuşmaları.” (Sayfa 39) “..bitmek tükenmez  acılarına.(bitmek tükenmek bilmez acılarına olmalıydı)” (Sayfa 89) “Sonia, benimle vakit geçirmeyide (de ayrı yazılmalıydı) kabul etmişti.” (Sayfa 98) Bu arada bahsi geçen “kuzin”in, 126. sayfada doğru kullanıma kavuştuğu, yani “kuzen”e dönüştüğü de gözden kaçmıyor. Dolayısıyla ikinci baskıda, bu ve buna benzer hataların düzeltilmesi gerekiyor.

Binbir Hayat Masalları

Yazar : Falih Mahdi,
Çeviri : Ömür Ender,
Alkım Yayınları, Şubat 2005,
7 YTL. (7 Milyon TL.)

BU KİTABI www.turkishbooks.com DAN ISMARLAYABİLİRSİNİZ

1103460cookie-checkBinbir Hayat Masalları

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.