Bir düğün gecesi…

Çocukluk yıllarımdan itibaren güzel İzmir’e, yüzlerce, binlerce defa gitmişimdir. Başlangıçta bu gitmeler; Enternasyonal İzmir Fuarı’nı görmek, o sakin, dingin, insana neşe ve huzur veren, insanın içine adeta bir imbat rüzgarı gibi dolan, sarıp sarmalayan, hani o, İzmir’in denizi kız, kızı deniz denilen güzel kızlarını, denizini, sıcak, güzel insanlarını görmek ve o kendine özgü naifliğini yaşamak içindi.


Rahmetli babam Devlet Demir Yolları mensubu olduğu için bize permi çıkartırdı ve biz bu permiyle (bir çeşit paso) tren yolunun ulaştığı hemen hemen güzel ülkemizin her şehrini, kasabasını yani kısaca her yerini gezerdik. Zaten ulaşım yollarının çok kısıtlı ve her türlü konfordan yoksun olduğu o yıllarda; trenle yolculuk etmek hem büyük bir lüks ve konfor hem de keyifli bir yolculuk anlamına geldiği gibi; aynı zamanda da  D.D.Y. mensupları için çok ucuzdu. Yani bir anlamda ücretsiz gibi bir şeydi.


O yıllar, tüm ailenin bir arada olduğu, henüz gerek yüksek tahsil nedeniyle gerekse evlenip herkesin kendi aile ocağını kurduğu ve bu nedenle de yollarının ayrılmak zorunda kalmadığı çok güzel ve neşeli geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarıydı.


Anne, baba ve dört erkek, bir kız kardeşten oluşan yedi kişilik kalabalık sayılabilecek bir aile olarak trendeki bir kompartımanı rahatlıkla doldurur ailecek seyahat ederdik. Trenlerdeki yolcu vagonları; yataklı, kuşetli, birinci mevki, ikinci mevki ve üçüncü mevki diye ayrılırdı.


Biz genellikle yolculuğumuzu kuşetli ve birinci mevkide yapardık. Sanırım bugüne kadar gerek İzmir’e yaptığım yolculukları gerekse başka şehirlere yapmış olduğu(m)uz yolculukları ve bu yolculuklar sırasında gördüklerimi, yaşadıklarımı anlatacak, yazacak olsam, ancak bu roman yazmakla mümkün olur. Dar alanda kısa paslaşmalar ancak bu kadar olabiliyor.


Daha sonraki yıllarda öğretmenliğimin başlangıç yıllarında; İzmir Buca’daki koruluğun içindeki o unutulmaz izci kampında yaşadıklarım, yine Manisa Kırkağaç’daki izci kampımız. Çeşme ve plajları, Çeşmealtı Ilıca plajları, şimdi olmayan İnciraltı plajları, Urla, Dikili, sonra ilk defa yapılacak olan Akdeniz Olimpiyatları için gelmemiz ve olimpiyatlar için yapılan tesislerde kalmamız yaz yaz bitmeyecek anılar anılar…Beni bu akşam ağlattılar.


Gerçekten nasıl ki her geçen yıl güzel İstanbul’umuzu tanımakta zorlanıyorsak, aynı durum güzel İzmir’imiz için de geçerli. Geçen hafta bir haftalığına İzmir’e gittim. Yeğenim Meltem’in düğünü için.


İzmir’e geldiğimde çok sıcak bir havayla karşılaştım. Boğucu, bunaltıcı bir sıcak vardı. Neredeyse gündüz adım atmak mümkün değil, o derece sıcak yani.


Bornova’daki Öğretmen Evi’ne yerleştim. Tüm aile bir aradaydık artık. Bornova Öğretmen Evi gerçekten çok güzel, üç, dört yıldızlı otel gibi. Ama öğretmenler için yapılmış bir yer olarak bana amacından saptırılmış gibi geldi. Yani bir hayli pahalı buldum. Gazetelerde üç, dört yıldızlı denize sıfır her türlü konforu olan, özel yüzme havuzlu, tenis kortlu, üç öğün açık büfe  yemek her şey dahil olan buradaki fiyattan çok daha ucuz ilanlar görüyorum. Üstelik en azından Öğretmen Evi’nde bu fiyata kahvaltı bile dahil değil.


Mersin’den gelen  ağabeyim yani gelinin babası Karşıyaka Öğretmen Evi’ne yerleşmişti. Oranın fiyatlarının daha uygun olduğunu söyleyince biz de hep beraber oraya geçmeye karar verdik. Zaten orasını biliyordum  o Öğretmen Evi’nde daha önce de kalmıştım. Orası da yapıldığı zaman çok güzeldi ama yıllar herkesi olduğu gibi onu da biraz yıpratmış. Bornova’daki Öğretmen Evi ile aralarındaki tek fark buydu kanımca.


Öğretmen Evleri’nde sadece öğretmenler kalmıyor, devlet memuru olan herkes kalabiliyor. Tabii onların ödediği ücret öğretmenlere göre biraz daha fazla oluyor. Sanırım bütün yıl boyunca daima dolu olan Öğretmen Evlerinin bakım, onarım, tamir, tamirat gibi işlerinde daha özen gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tabii bunu yaparken de; yönetici durumunda olan kimselerin inisiyatiflerini kullanırken zaafa düşmemeleri için gerekli olan hizmet anlayışı içerisinde aynı doğrultuda kararlılık ve irade göstermeleri gerektiğine inanıyorum.


Örneğin; Karşıyaka Öğretmen Evi’nin birçok odasındaki buzdolabı çalışmıyordu. Bu şikayetimizi müdür beye ilettiğimizde; müdür beyin bize yanıtı gerçekten çok ilginçti. Söylediği şuydu: “tamirciler tamir için çok para istiyorlarmış”… Hizmet vermeden doldur boşalt mantığı bu olsa gerek. Nasıl olsa akın akın geliyorlar, bırak böyle idare etsinler. Biz paraları daha yatmadan peşinen alıyoruz, gerisi bizi ilgilendirmez diye düşünüyorlar herhalde.


Tam hangi işimiz düzgün de; bu işimiz de düzgün olsun diye düşünüyordum ki; konuştuğum insanların düşünceleri, İzmir’de gördüklerim ve düğün gecesi yaşadıklarım bu ülkede yaptığı işi doğru, düzgün ve dürüst olarak yapan insanların da olduğunu anımsattı ve gösterdi.


İşte bu insanlardan ilki, İzmir’e damgasını vuran rahmetli Belediye Başkanı Ahmet Piriştina. İzmir’de hemen hemen herkes ondan övgüyle, sitayişle bahsediyor ve Allah razı olsun ondan diyor.


Sanırım Piriştina’nın en büyük başarısı bir zamanlar kokusundan insanın burnunun direğinin sızladığı İzmir Körfezi’ni bu kokudan ve pislikten arındırması, kurtarması oldu. Konak Meydanı’nın yeniden düzenlenmesi, alt ve üst yollar, geçitler ve özellikle neredeyse bütün İzmir’in yollarının, Kemeraltı Çarşısı’nın boydan boya mazgallarla döşenerek, yağmurdan, çamurdan ve sel sularından kurtarılmış olması. 


Hele kordon boyunda dolaşırken gel de “Kordon boyu seyrine daldım” şarkısını söyleme. Alsancak, Karşıyaka, Göztepe, Güzel Yalı, Bornova, Balçova, Narlı Dere hepsi birbirinden güzel yerler. Kadife Kale’den İzmir’i seyretmek bir başka güzel olsa gerek.


Karşıyaka sahilleri tıpkı bizim İstanbul sahillerinde olduğu gibi doldurularak, yeşil alan, park ve bahçeler haline getirilerek İzmir halkının hizmetine sunulmuş. Yine Karşıyaka’da o kadar güzel, içinde her türlü ihtiyacı karşılayabilecek çok katlı pazar yeri yapılmış ki, insanın keşke “bizim Kadıköy’deki Salı Pazarı da aynı şekilde yapılsa” diyesi geliyor.


İzmir’de bu pazar yerinde gördüğüm sebze, meyve her türlü gıda ve giyim eşyasının fiyatlarını İstanbul’la karşılaştırınca; tabir caizse bizi İstanbul’da bayağı kazıkladıklarını anladım. Buradan ilgili ve bilgili geçinenlere duyurulur.


Bütün bu güzellikleri yapan, yapılmasında ön-ayak olan başta rahmetli değerli Belediye Başkanı Ahmet Piriştina olmak üzere emeği geçen herkesi canı gönülden kutluyor, rahmetli başkanın İzmirlilerin gönlünde daima yaşayacağına inanıyorum.


İkinci başarılı bulduğum insan da. Çırak, kalfa, usta ekolüyle kendini yetiştirerek ve kurmuş olduğu tesislerde vermiş olduğu üstün hizmetle İzmirlilerin gönlünde taht kurmuş olan aslen Erzurumlu olan kebap ustası Naci usta.


Naci usta; Üç kuyular, Çeşme yolu üzerine kurmuş olduğu beş yüz kişilik kapalı ve bahçesinin dört ayrı köşesinde aynı anda beş yüzer kişilik düğün ve toplantı yapılabilen açık alan tesislerindeki çocuklar için özel olarak hazırlanmış oyun bahçeleri, salonları, iki yüz kişilik çalışanıyla ve üstün hizmet anlayışıyla birlikte “Naci Usta’nın Yeri” adıyla hizmet vermeye çalışarak İzmirlilere olduğu kadar bütün yurtiçi ve yurt dışından gelen konuklarına damak zevkini görsellikle beraber yaşatmaya çalışan bir güzel mütevazı insan.


Bizim düğünümüz de bu güzel tesislerde yapıldı. Bu vesileyle de Naci usta ile tanışma fırsatımız oldu. İstanbul’da “Beyti” ne ise, İzmir’de de bir anlamda Naci usta o demek.


Gecenin her türlü organizasyonu özel bir firma tarafından yapıldı. Böylesine başarılı bir organizasyonla bizlere unutulmaz “Bir Düğün Gecesi” yaşattıkları için kendilerini ayrıca kutlamak isterim.


Yeğenim Meltem ziraat mühendisi. Ama o da asıl mesleğini yapmıyor bir büyük bankanın mensubu olarak çalışıyordu. Ağabeyi Mehmet Mesut, bir başka bankanın müfettişiydi, şimdi o bankanın şube müdürü olarak İstanbul’da görev yapıyor.


İnsan bazen;  daha düne kadar çocuk olarak gördüklerim ne zaman büyüdüler, iş-güç sahibi olup ta evlendiler ya da evleniyorlar diye düşünmeden edemiyor. Sanırım yaşlanıyoruz herhalde.


Meltem o gece beyaz gelinlikler içerisinde adeta peri masallarındaki peri kızları gibiydi. Belki de amca gözüyle ve onun vermiş olduğu duygusallıkla bana öyle geldi kim bilir?…


Damadımız Alper Emre Pekcan, İsviçre’de bir ilaç firmasında (Roche) yönetici olarak çalışan başarılı bir genç. Aile olarak kendisini çok sıcak, sempatik ve cana yakın bularak  çok sevdik.


Başta damadın işyerindeki patronu ve çalışma arkadaşları olmak üzere birçoğu İsviçreli, İngiliz ve Amerikalı olan yabancı uyruklu arkadaşlarının bu düğüne büyük bir özveriyle gelmiş olmaları da bu konuda yanılmadığımızın bir göstergesi olsa gerek.


İki yüz kişilik bir davetli topluluğunun onurlandırmış olduğu bu güzel düğün, gerçekten her anlamda muhteşem oldu. Fazla ayrıntılarına girmek istemiyorum. Görmemişin bir oğlu olmuş, çekmiş ç…………kopartmış demesinler diye.


Evet, sevgili okurlarım, can dostlarım “Bir İzmir Masalı”nın, sonuna böylece gelmiş olduk. Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine…


“Bir Düğün Gecesi” böyle bitti.


Gelin ve damat geceyi İzmir İnciraltı’ndaki “Crown Plaza” otelinin balayı odasında geçirdikten sonra kısa bir “Mavi Tur”a çıkacaklar  ve daha sonra yaşayacakları yer olan İsviçre’ye doğru hareket edecekler.


Ne diyelim; Allah yollarını, bahtlarını açık etsin, bir ömür boyu mesut ve bahtiyar olsunlar.


Her şey gönüllerince, gönüllerinizce olsun! Kalın sağlıcakla!


“Anneme İzmir’de olduğumu söylemeyin! O benim İstanbul’da olduğumu sanıyor!”


***


Mete Karakaş: araştırmacı / yazar
 e- mail: [email protected]


METE KARAKAŞ’IN DİĞER YAZILARI


– Aşk eski bir yalan…
– Aşklar, şiirler ve şarkılar 
– Gittim, gezdim, gördüm
– …bağlı kadınlara selam olsun! (1) 
– Destan’dan destana yol gider (II) 
– Bunu biliyor muydu Bay Bush? (III) 
– ‘Amazon’ kadınlarından ‘Amansız’lara (IV) 
– Panik Odası mı? Nanik Odası mı? (V.) 
– Meryem ve Meryem (VI) 
– İki farklı Recep öyküsü… (VII) 
– Teflon insanlar (VIII) 
– Hippiler (Hippie) ve bonomolar (IX) 
– Hindi ve papağan (X) 
– Şiir üstüne ne varsa… (XI)
– Sanat (zanaat) ve sanatın başlangıcı (XII)
– Erkek Olmanın Dayanılmaz Hafifliği (XIII) 
– Düşünce yazıları…(XIV)
– Sigara – Nargile – Pipo (XV) 
– Acele karar vermeyiniz… (XVI) 
– Kararlı ol ve seçimini doğru yap! (XVII) 
– Öğrenmenin yaşı yoktur (XVIII) 
– Bitmeyen Senfoni (XIX) 
– Nazım Hikmet Kültür Merkezi…(XX) 
– Hayatın aynasıdır tiyatro! (XXI) 
– Mağdurlar ve mağrurlar (XXII) 
– Şu Çılgın Türkler (XXIII) 
– Benim sinemalarım… (XXIV) 
– Muhteşem gece! (XXV) 
– Pamuk eller cebe! (XXVI) 
– Yurttan Tipler Korosu! (XXVII) 
– Anıların izinde radyo günleri! (XXVIII) 
– Yaşamak ve sevmek üstüne! (XXIX) 
– Suçlular aramızda… (XXX) 
– Sen neymişsin be abi! (XXXI)
– Durdurun dünyayı inecek var! (XXXII) 
– Bir demet maydanoz…(XXXIII) 
– Tersine dünya…(XXXIV) 
-Yukarıdakiler – Aşağıdakiler (XXXV) 
-Bahar Rapsodileri… (XXXVI)
-Düşman kardeşler…(XXXVII) 
-Uçurtmayı vurmasınlar!…(XXXVIII) 
-Ateş düştüğü yeri yakar…(XXXIX)  
-Sağdan soldan estarabim!…(XL) 
-Paradigma değiştirmek!.. (XLI) 
-Şeytan Üçgeni… (XLII) 
-Sen de benim hatalarımdan birisin…(XLIII) 
-Mutluluğu ararken…(XLIII) 
-Ah şu kadınlar…(XLIV)

691060cookie-checkBir düğün gecesi…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.