Bir Filmin Düşündürdükleri

Bir çok ağızdan, türlü eleştiriler yapılıyor, özellikle filmin siyasal mesajı üzerinde duruluyordu.


Biz de gidip filmi seyrettik. Amacımız, sadece filmin vermek istediği siyasi mesajın ne olduğunu ve toplum üzerinde ne tür bir etki yapabileceğini görmeye çalışmaktı.
Çuval hadisesinin, toplumda  meydana getirdiği gazı almakla görevlendirildiğinden kuşkulanılan bir medya topluluğunun, söz konusu diziyi satın almasından sonra gündeme gelen film, sırf bu yüzden, daha başlangıçta çeşitli önyargıların oluşmasına neden oluyordu.
Çeşitli mahfiller, nedeni konusunda teşhis hatasına düştükleri ve yüzeysel gerekçelere dayandırdıkları, Türk toplumundaki Amerikan karşıtı dalganın, ortadan kaldırılması için yoğun çaba sarf ediyorlardı.


Bu film de bu tür bir çabanın ürünü müydü? 


Her şeyin başında belirtmek gerekir ki, söz konusu film, sinema sanatı açısından, izleyicilerde yaratılan beklentileri tam olarak karşılamıyor. İçerisinde ucuz ve basit sahneler barındırıyor. Hakkında uyandırılan bunca ilgi karşılığında, hayal kırıklığı olmasa bile, burukluk yaratmaktan kurtulamıyor.


Ancak, siyasal açıdan, taşıdığı gerçek amacı ustaca gizleme ve bilinç altı oluşturma noktasından oldukça başarılı bir film.


Yani, sağ gösterip sol çakan cinsten.


Çeşitli eleştirilerde de ortaya konduğu gibi, filmin, kendi akışı içerisinde sırıtan ve konu ile bağlantısı iğreti duran, bir tarikat ağırlığı (reklamı) içerdiği açıkça görülüyor.
Filmin içerisinde uluorta sergilenen, büyük bir düzen ve disiplin içerisinde gerçekleşen zikir ayinlerinin ve şeyh egemen söylemlerin varlığı bunu kanıtlıyor.


Filmde, bir namus, şeref ve bağımsızlık mücadelesi veren Iraklıların, bu mücadelelerine, sempati ile bakıldığı görülüyor.


Ancak, bu mücadeleye hiçbir somut katkı yapmayan, bilakis, insanları, çeşitli biçimlerde pasifize ettiği görülen şeyh ve tarikatı üzerine yapılan vurgu, filmin, gerçek hedeflerinden birini ortaya koyuyor.


Şeyhin, bu misyonunu, Amerikan zulmü altında ezilen insanlara verdiği, dinsel söylemle karışık, sabır, itidal ve akılcılık tavsiyeleri üzerine oturttuğunu görüyoruz.


Herkesi sabırlı olma adına uysal olmaya davet eden şeyhin, kendi dergahının da sonunda düşman saldırısından kurtulamaması, senaryodaki bir çelişkiyi sergiliyor. 


Aslında, filmin içindeki tarikat boyutu, gerçek hayatla da paralellik arz ediyor.


Günlük hayatta da, maalesef, çoğu popüler tarikat ya da cemaatin, kendilerine bağlı kitlelerin iradelerini, gerçek düşman karşısında silikleştirdiklerini, düşmanın egemenliğini meşrulaştırdıklarını, (doğruyu yanlışla birlikte sunan) gri propagandanın aracı haline geldiklerini, hatta, düşmanla işbirliğine gittiklerini gözlemliyoruz.


Buraya kadarki anlatımlarımız, ayrıca, filmi seyreden bazı iktidar unsurlarının, neden onu çok beğenmiş oldukları konusuna da bir ışık tutuyor olabilir.


Filmin bir diğer boyutunu ise, ABD ile Kuzey Irak Kürtleri arasında kurulan ittifakın, gerektiği gibi vurgulanmaması, hatta, gizlenmesi oluşturuyor.


Kimi sahnelerde, Irak Kürtleri, dini inançları ya da şeyhe duydukları bağlılıkları yüzünden, gerekirse, işbirliği yaptıkları Amerikalılara bile kafa tutacak kadar “vefalı, ilkeli ve samimi insanlar” olarak gösteriliyorlar.


Oysa, bunun gerçeği yansıtmadığı, Kuzey Irak Kürtlerinin, zamanında, onca desteğine nail oldukları halde, Türkiye’ye karşı hissetmedikleri vefa duygusunda açıkça ortaya çıkıyor.
Tüm bu tespitlerin ötesinde, bize göre, filmin en önemli ve çarpıcı boyutunu, Amerikalı CIA ajanı Sam Marshall ile Türk Polat Alemdar arasında, Kuzey Irak’taki lüks bir Amerikan otelinin lokantasında geçen “gergin” konuşma sahnesi oluşturuyor.


Burada, Marshall’ın, “ bütün kırmızı çizgilerinizi yok ettik, bir şey demediniz. Bir tek, başınıza çuval geçirince neden bu kadar kızdınız? Size, biz kredi veriyoruz. Karnınızı yıllardır biz doyuruyoruz. Donunuzun lastiğini bile, biz, size sağladık. O kadar iyisiniz de neden hiçbir şey üretemediniz bugüne kadar? Sizi, biz adam ettik. Yıllarca, komünizmden sizi korumamız için, bize yalvardınız. Biz de, sizi, komünizmden koruduk” yollu sözlerine karşı, Polat, apışıp kalıyor ve sadece, “ben politikacı değilim” diyerek yanıt veriyor, sonra da konuyu değiştiriyor.


Bence, filmin vermek istediği en önemli mesaj, işte bu noktada ortaya çıkıyor.
Eğer, bu filmin yapımında, Amerika’nın bir parmağı varsa (ki var olduğu yönündeki kanaat çok güçlü), en can alıcı vurguyu burada yaptırıyor.


 Karnımızı bile ABD’nin doyurduğunun iddia edildiği ve ciddi biçimde aşağılandığımız, buna karşılık, bizim de verecek bir cevabımızın olmadığı,  bu sahnenin, izleyicinin bilinç altına kazınması isteniyor.


Yani, burada bir psikolojik yönlendirme yapılıyor. Amerikalının fikri üstünlüğü ortaya konuyor.


Marshall’ın yüzde yüz yalan ve çarpıtma olan sözlerine karşı, Polat’ın takındığı, “benim, bu işin, düşünsel, ideolojik, teorik ve siyasal boyutuna kafam basmaz, o kadar zeki ve bilgili değilim, ben, ancak, vurup kırarım. İşin düşünsel üstünlüğü senin olsun. Ben buraya, beynimi değil, (olmayan) kaslarımı ve tabancamı kullanmaya geldim. Dediklerin doğru, ancak, bunlar siyasetçilerin işi. Ben ise, senden, kuru bir intikam almak üzere buradayım” dercesine sergilediği bu tavır, Türklere karşı yapılan bir haksızlık ve zihni bir aşağılama olarak ortada duruyor.


Ülkesinin intikamını almak üzere Kuzey Irak’a giden ve orada dünyanın en büyük gücüne karşı, tek başına savaşacak kadar bir iradeye ve bilince sahip olan Polat’ın, Marshall’a, “ben siyasetçi değilim” diyerek, cevap vermekten kaçmak yerine, “hayır, söylediklerin tamamen yalan. Yıllardır, bizi sömüren ve gelişmemize engel olan sizlersiniz. Bunun için içimizdeki işbirlikçilerinizle birlikte, her türlü gayreti gösterdiniz. Bize, zararınızdan başka bir şeyiniz dokunmadı. Bizim, bir şeyler üretmemize, kendi ayaklarımızın üzerinde durmamıza, bizzat siz engel oldunuz. Çünkü, size bağımlı kalmamızı istiyordunuz. Bize, bugüne kadar verdiğinizden çok daha fazlasını geri aldınız. Bizi, kültürel, ekonomik, siyasal ve toplumsal sömürüye tabi tuttunuz. Tüm bunları, sadece bize karşı değil, sayısız mazlum halklara karşı da, defalarca aynen gerçekleştirdiniz. Şimdi de, tüm bu kötülüklerin daha vahşi olanlarını gerçekleştirmek için, burada, Irak’tasınız. Komünizmden, siz, bizi değil, biz, sizi koruduk. Yıllarca, sizin için, ileri karakol vazifesi gördük. Sizin çıkarlarınız için sağda solda savaştık. Bizi, yıllarca, sözde müttefiklik yalanı ile avutup kullandınız. Fakat, her seferinde, arkamızdan işler çevirdiniz.  Artık, maymun gözünü açtı. Onun için de, şimdi, burada, sizin karşınızdayız” diyebilmesi gerekirdi.


Hem de, hiç teklemeden.


Ancak, böyle olmamış, filmde, düşünsel üstünlük (yani haklılık) Amerikalılara, fiziksel üstünlük (yani kaba güç) ise Türklere bırakılmıştır. Oysa, gerçek bunun tam tersidir.
Dolayısıyla, bu filmde, “Türklerin, fiziksel esaretinin intikamı alınıyor” havası yaratılmaya gayret edilirken, düşünsel bir esarete itilmeye çalışılmaktayız.
Şimdi, baştaki sorumuza geri dönecek olursak, evet, bu film, bir gaz alma çabasının ürünüdür.


Bir taşla birden fazla kuş vurulmaya, birden fazla kesim, aynı anda memnun edilmeye çalışılmaktadır.


Bu haliyle film, Türkiye’deki iktidar güçleri ile ABD ortak yapımıymış gibi durmaktadır. Ortak amaç, ulusalcı kabarmayı içeriden yönlendirmek ve eğer mümkünse söndürmektir. Artık gizlenmesi mümkün olmayan ve tepki çeken düşmanı, sanal olarak döverken, onun yerli işbirlikçilerini gizlemek ve şirin göstermektir. 


Ancak, Türk toplumunda, son dönemde su yüzüne çıkan Amerikan karşıtlığının, sadece çuval olayına bağlı olarak meydana geldiği düşüncesi üzerine kurulu bu tür gayretler, sorunu ortadan kaldırmayacaktır.


Bunlar, yanlış ve yüzeysel teşhislerin ürünü olan “tedavi” yöntemleridirler.
Sorunun temelleri çok daha derinlerdedir. Yani, iş, o kadar basit değildir.
“Aman, gerçek hayatta yapmaya kalkmasınlar da, beyaz perdede intikamlarını aldıkları sanısıyla rahatlasınlar, biz de, tekrar işimize bakalım” çabası, bu yüzden faydasızdır. İşbirlikçiler de, ne kadar şirin gösterilirlerse gösterilsinler, ayan beyan ortadadırlar.    
Hele, ulusal bir ruha sahip olmadan, ulusal bir kavga verme iddiası taşıyan, bu yüzden de, tutarlı ve inandırıcı olmaktan uzak bu tür filmlerle bu iş asla olmaz.


Bu filmi yapanlar, Türk toplumundaki Amerikan karşıtı bilinci, Türklerin kendileri ile birlikte hafife almaktadırlar.


Bu filmin tek etkisi, ulusu, bundan sonra ortaya çıkacak, daha sistemli pasifleştirme, yönlendirme, yumuşatma ve içeriden kontrol etme çabalarına karşı uyanık kılma yönünde gerçekleşecektir.


[email protected]     

687290cookie-checkBir Filmin Düşündürdükleri

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.