Bir çınar ağacına duyduğum aşkla başladı herşey…

İki yıl önceydi, Fener-Balat’ta oturan dostlarımı ziyarete gelmiştim… Onlar beni ısrarla buralı yapmak istiyorlardı… Önceleri kararsız dolaşıyordum etrafta; sanki aşık olacağım, vurulacağım bir ev beni buralarda bir yerlerde bekliyordu ve ben o evi görür görmez anlayacaktım; böyle hissediyordum ve bu yüzden
Herhangi bir evi beğenmek, ya da benimsemek için özel bir çaba sarf etmiyordum…

Görür görmez bana ait olduğunu anlayacaktım o evin…

Fener-Balat, İstanbul’un hala orijinal görüntüsünü taşıyan, bugüne kadar eski tarihi ve mimari dokusunu koruyabilmiş, nadir tarihi yerlerinden biriydi. Bu yüzden film ve dizi çekimlerinde, eski İstanbul yaşamının canlandırılmak istendiği senaryolar için doğal bir set alanını oluşturmaktaydı; Semtin buram buram tarih kokan büyülü bir atmosferi vardı… Bölgede, mahalle aralarında adım başı bir dizi oyuncusuna ya da film setine rastlamanız, seyrettiğiniz sinema filmlerinde ya da dizilerde Fener-Balat bölgesinden sahneler ve eski mahalle görüntülerini bulmanız çok sık karşılaşabileceğiniz bir şeydi… Bölge her an hayatın içinde olan öylesine yaşayan bir yerdi ki, sadece dizi setleri ve yaz kış akışı durmayan turist ziyaretleriyle değil, kendine has mahalle kültürü, komşuluk ilişkileri, esnaf dayanışması ve dinamik genç nüfusuyla da özel bir yaşam alanını oluşturmaktaydı, İstanbul’un göbeğinde…

Bölge sınırları içinde meşhur Fener-Rum Patrikhanesi başta olmak üzere kiremit rengindeki görkemli dış cephesi ve enfes mimarisiyle dikkat çeken Rum Okulu, çok sayıda kilise, sinagog, kütüphane, okul ve tescillenmiş tarihi eser özelliği taşıyan evler bulunmaktaydı. Balat merkeze gelindiğinde ise eski Bizans-Osmanlı izlerini taşıyan tarihi çarşı, sanki zaman makinesiyle geçmişe yolculuk yapıyormuşsunuz hissini veren nostaljik bir ambiansla karşılardı sizi. Küçük, sıra sıra dükkanlar, aynacılar, çerçeveciler, sobacılar, yorgancılar, terziler, sanki Osmanlı’nın o eski meşhur lonca sistemi ve esnaf birlikleri burada hala hayat sürüyormuşçasına bir yaşanmışlık duygusuyla doldururdu içinizi… Çarşıda ilerlediğinizde, sağ kolda, tarihi AGFORA meyhanesi yolunuza çıkardı. Ve şimdi tüm bu tarih, ‘Fener-Balat-Ayvansaray Yenileme Projesi’ adı altında yok edilme tehlikesi ile karşı karşıyaydı…

Yüzyıllar öncesine alıp götürebilirdi bu ruh sizi; bu ruhu bir kaybettiniz mi, bu tarihi bir yok ettiniz mi, bir daha yerine koymanız mümkün olmazdı oysa…

Dönelim şimdi benim çınar ağacım ve evimle olan hikayeme… Bir çok ev dolaştım etrafta, bazılarının içini beğendim; dışına, manzarasına ısınamadım; bazıları çok pahalı geldi, bazıları çok büyük veya harap; uzun bir süre arayışım sürdü böylece… Bu arada Fener-Balat’a her gelişimde, arkadaşlarımın evine giderken geçmek zorunda olduğum Vodina caddesi üzerinde, hemen oradaki eski Arap-Ortodoks kilisesinin karşısında kalan çok harap bir binanın satılık olduğunu da öğrenmiştim emlakçıdan; ama bina dışarıdan öyle kötü görünüyordu ki, ilk bakışta orada kimse yaşayamazmış gibi geliyordu insana…

Bir gün yine o caddeden geçerken emlakçıya ben bu binayı görmek istiyorum dedim; Binanın içi gerçekten çok kötü durumdaydı; merdivenleri resmen saçtandı, daracaktı; içerde banyo yoktu, tuvalet olarak ise bir delik ve bir kapı vardı köşede… Burası nasıl adam edilir diye düşünüyordum ki pencereden dışarıya uzandı gözlerim; tanrım bu nasıl bir manzaraydı böyle; büyülenmiştim… Evin bütün cephesi kilisenin avlusuna bakıyordu ve avluda bin yıllık bir çınar ağacı bütün görkemiyle dal dal, budak budak salmıştı kendisini evin bütün cephesine; rüzgar püfür püfür esiyordu ve çınar ağacının rüzgara eşlik eden sesini, hışırtısını, konuşmasını yürekten duyabiliyordum;‘buraya aitsin diyordu bana; Sen bu eve aitsin…’ Ve böyle başladı benim Fener-Balat hikayem ve çınar ağacıyla olan aşkım…

Her ışıyan günde ılık bir esinti ve fısıltıyla uyandırır beni çınar ağacım; içimde onunla merhabalaşarak güne başlamak için hoş bir telaş, hoş bir sabırsızlık duyarım sabahları; çünkü hep özlediğim bir şeyleri hatırlatır bana; özlediğim bir sesi, bir nefesi… Hasretle bakan bir çift göz görürüm yemyeşil yapraklarına baktığımda; kayıp bir sevgilinin kucaklaşmak isteyen kolları gibi uzanmıştır dalları, koşmak, dokunmak ister gibidir… Ben de ona koşmak, dokunmak, başımı yıllanmış gövdesine yaslayarak sığınmak ve susmak isterim öylece gölgesinde;

Konuşmasam da beni anladığını bilirim…

Penceremin önünde, Kilisenin avlusunda kendi ritüeliyle tekrarlayan bir dünya vardır ayrıca… Her gün seremonik bir şekilde tekrarlanan bir rutine sahiptir kilisenin avlusu. Ön bahçeden yukarıya, kilisenin bekçisinin evine giden dar bir patika yol vardır. Bekçinin oturduğu ev küçük bir çiftlik evi gibidir. Ali babanın çiftliğinde köpekleri, tavukları, kuşları, kedileri, koyunları, keçileri vardır. Sabah gün ışımadan önce ilk ritüel çınar ağacına doluşan kuşların cıvıltısıdır. Öyle canlı bir şekilde öterler ki, sanki festival alanına dönüştürürler çınar ağacının tepesini her sabah aynı saatlerde. Hava biraz daha aydınlandığında koyunların ve keçilerin ahırdan çıkma ve dar patika yoldan kilisenin ön avlusuna inme merasimi başlar. Daha sonra koyunların, keçilerin köpeklerle birbirine karışan kovalamacaları ve oyunları takip eder bunu… Akşam avludan ahıra dönüş başlar sıra halinde. Aynen masallardaki gibi, bazen daracık bir patikadan iki keçi birbiriyle tokuşur, ama masalda söylenenin aksine ikisi de inat ettiğinden düşmez hiçbiri; ufak bir direnişten sonra zayıf olan geri adım atar ve sürü yoluna devam eder.

Bunları niye mi anlatıyorum; bunları şunun için anlatıyorum; o evde ben oturduğum için bunları görebiliyorum ve orada yaşayan o ruhun, o dünyanın
bir parçası olabiliyorum. Yaşadığım mekan ve çevreyle öylesine güçlü bir bağ var ki aramda, dış dünyayı taş, toprak, bina, beton olarak görmüyorum ben. Karşısındakini sadece bir taş parçasıymış gibi görenler beni anlayamazlar… Onlar kolayca yıkarlar binaları, evleri… Betondan bir duvarmış gibi gözlerini kırpmadan yok ederler oradaki yaşamı… Oysa benim için evim, kilisem, avludaki çınar ağacım, kuşlarım, köpeklerim, koyunlarım, keçilerim, bekçinin evine giden patika yolda her gün yaşanan ritüel, bunlar yaşamın kendisidir…

Yaşamak böyle bir şeydir benim için…

Ben bütün bu güzellikleri gördüğüm için harabe olmasına rağmen aldım bu evi… Onu evim, yuvam yaptım… Kardeşim inşaat mühendisi, amcamın oğlu mimardı; birlikte öyle güzel bir ev çıkardılar ki ortaya, o köhne bina bir anda bir saray yavrusuna dönüştü; evin tarihi eser konumunda olmaması da işimizi kolaylaştırmıştı; istediğimiz tadilatı rahatça yapabilmiştik. Çevremizdeki evlerin çoğu ise tescilli tarihi eserdi ve anıtlar kurulunun koruması altında, üzerine çivi bile çakılamıyordu… Daha doğrusu AKP iktidarının 5366 nolu yasayla anıtlar kurulunun ‘tarihi ve kültürel mirası koruma’ yetkisini belediyelere devrettiği yasanın Bakanlar Kurulu’ndan geçirmesine kadar bu böyleydi…

Şimdi İstanbul’un bütün tarihi yarımadasının kaderi AKP sayesinde belediyelerin insafına bırakılmış durumda…

Bu arada daha da şaşılacak bir şey, belediyelerin kamu hizmeti verme yükümlülüklerinden dolayı normalde kamudan yani halktan yana olması, halkın çıkarlarını koruması gerekirken, İstanbul’daki Sulukule, Tarlabaşı, Fener-Balat-Ayvansaray ve diğer bütün tarihi yarımadadaki büyük rantı paylaşmak amacıyla buralarda kamusal işlevini unutmuş olması ve Çalık Grubu ve GAP inşaatla birlikte halka karşı omuz omuza, kol kola bir savaşa girişmiş olması… Bu savaş önce Sulukule ve Tarlabaşı’nda başlamıştı, şimdi kızışarak Fener-Balat-Ayvansaray bölgesinde devam ediyor…

Sırası gelmişken buradan şunu söylemek istiyorum; AKP iktidarı ve Fatih Belediyesi eğer bu rant hevesinden vazgeçmez ve şu anki haliyle projeyi hayata geçirmeye çalışırsa Fener-Balat-Ayvansaray’da feci şekilde Duvara toslayacak, bu kesin; öyle bir sert kayaya çarpacak ki neye uğradığını şaşıracak…

Bunu nerden mi biliyorum; bunu şuradan biliyorum, bu insanların vicdanları yok; insani bir yaklaşımları yok; iki kuruşu bir araya getirip, krediyle, borçla, tarlasını, bahçesini, varını, yoğunu satarak burada mülk sahibi olmuş insanları hiçe sayarak, buradan rant sağlamak ve kendi rantiye sınıflarını buraya yerleştirmek istiyorlar; insanlara evlerini geri vermeyecekleri gibi, bir daha mahallelerine geri dönme imkanlarını ellerinden alıyorlar; burayı yaşadıkları o eski mahalle olmaktan, onlara ait o yer olmaktan çıkarmak istiyorlar; bambaşka bir yere dönüştürmek istiyorlar… Sanki lüks plazalar, betonlaşmış, taşlaşmış lüks semtler İstanbul’da eksikmiş gibi burayı da oralara benzer, ruhsuz, kimliksiz, tarihsiz bir karaktere büründürmek istiyorlar…

En kötüsü benim gibi evinin önündeki çınara aşık olmuş, onunla söyleşen, konuşan, eviyle bağ kurmuş, her köşesine bir anlam yüklemiş, komşusunu, sokağını, mahallesini, esnafını içselleştirmiş, her dokusuyla bu yeri benimsemiş, sevmiş insanların yaşamlarını, maneviyatlarını, bütün ruhlarını ellerinden almak istiyorlar… Bunlar bir de inançtan ve maneviyattan bahsediyorlar sürekli olarak…

Ben manzarasına aşık olarak aldım evimi; özellikle tercih ettim onu, önündeki çınar ağacını, tarihini, kimliğini, hemen karşısındaki kiliseyi, tüm bu bütünlüğü birlikte sevdiğim için bu eve yerleştim; şimdi belediye gelecek, benden tapumu zorla almaya kalkacak… Evimi yıkmak ve daha büyük, lüks bir bina yapmak isteyecek… Yeni yapılan evlerin neye benzeyeceğini düşünmek bile istemiyorum; onlar için lüks ve konforlu olması yeterli, bir yapının iyi olması için; onların ruh ve huzuru nerde bulduklarını çok iyi görüyor ve anlayabiliyorum artık; bu yüzden onlarla evimin benim için ne anlam taşıdığını tartışmayı bile anlamsız buluyorum. Bana ya artık evine dönemezsin diyecekler TOKİ’yi gösterecekler, ya da artık benim evimle hiç alakası olmayan ruhsuz, kimliksiz, lüks bir daireyi, üstelik üzerine para vermek için zorlayarak ya da param olmadığı için beni ciddi bir şekilde borçlandırarak, kendi evimi bana yeniden satmak isteyecekler; benim dört katlı, önünde çınar ağacımla hayat bulduğum, sokağımdan gelen her sese aşina olduğum, bağ kurduğum, bu şekilde hayatın içinde olmaktan mutlu olduğum yaşam alanımı elimden aldıkları yetmiyormuş gibi bir de beni ev sahibiyken borçlu bir insan durumuna düşürecekler…

Bu sadece benim hikayem, bunun gibi binlerce hikaye var burada ve binlercesi de olacak; binlerce hüsran ve yürek yarası yaşanacak Fener-Balat-Ayvansaray’da; eğer direnmezsek, eğer dur demezsek Fatih Belediyesi ve Çalık Gurubunun ranttan gözü başka bir şey görmeyen tutumuna…

Ya da, belki de AKP iktidarı ve Fatih Belediyesi insafa gelecek ve daha makul daha insani proje ile karşımıza çıkarak bizi şaşırtacak… Neden olmasın… Sonuçta burada yakında bir tarih yazılacak; bu olay ya AKP için yüzyıllarca buradaki tarihi dokuyu ve kültürel mirası yok ettiği kara bir leke olarak anılacak, ya da buradaki tarihi dokuya yeniden hayat veren, buradaki dünya mirasını başarıyla insanlığa yeniden kazandıran bir yönetim olarak altın harflerle adını tarihe yazdırma fırsatını elde edecek AKP… Trilyonları halkla ilişkiler ve reklam kampanyalarına yatıran AKP böyle bir prestij ve imaj için neden bu işi gerektiği şekilde yapmasın ki; üstelik bu iş için ellerinde Yerel Yönetim Fonunda biriken, mülk sahiplerinden, tarihi varlıkları koruma adı altına kesilen %10 luk emlak vergilerinin birikimiyle oluşan büyük bir fon da var; yani zarar da etmeyecekler, hatta bu işi bir imaj çalışması, reklam olarak düşündüklerinde büyük bir kazanç elde edecekler; kaldı ki böyle bir proje için fon verecek bir sürü uluslararası kuruluş ve vakıf da varken, böyle bir tarihi fırsat neden elden kaçırılsın ki…

Tabii GAP inşaatı ve Çalık Grubunu, bölgeden elde etmeye heveslendiği trilyonluk ranttan vazgeçirmek mümkün olabilirse…

Umarım AKP iktidarı bu tarihi fırsatı görür ve hem bölgeyi tek bir köşesine ve dokusuna zarar vermeden koruma altına alır hem de buradaki mülk sahiplerini ve kiracıları mağdur etmeden daha insani, daha hakça bir yaklaşımla bu işi çözme yoluna başvurur…

Başvurmazsa ne mi olur? Mücadelemizi istediğimiz gibi sonuçlandırmak için bütün Fener-Balat-Ayvansaray halkı bir yumruk oluruz ve dikiliriz yaşam alanımızı yok etmek isteyenlerin karşısına; belki bütün Türkiye dikilir, hatta belki bütün dünya yanımızda yer alır… Bu konuda Fener-Balat-Ayvansaray halkına inancım tam; Onların bu konudaki bilinçliliği ve kararlılığı beni çok umutlandırıyor… Tabii elimizde geçmiş Sulukule ve Tarlabaşı deneyimlerinden alınan acı dersler var; Oralardan sürülen halkın bir kısmı bugün Fener-Balat-Ayvansaray bölgesine sığınmış durumda; onlar ibret verici bir örnek oluşturuyor buranın halkı için; kendi sonlarının onlara benzemesini istemiyorlar… Kadınlar akın akın evime geliyorlar, “Çiğdem hanım iyi ki varsınız, bize yol gösteriyorsunuz, iyi ki dernek kurdunuz, tüm dernek kurucularına müteşekkiriz, bizim üzerimize ne düşüyorsa biz de seve seve yaparız” diyerek biz dernek kurucularını yüreklendiriyorlar…

Biz ‘Fatih İlçesi Fener-Balat-Ayvansaray Mülk sahipleri ve Kiracılarının Haklarını Koruma ve Sosyal Dayanışma Derneği’ kurucuları bölge halkını, buradaki tarihi dokuyu ve kültürel yaşamı çok seviyoruz ve onunla bütünleşmiş hissediyoruz kendimizi… Bölge halkı bunu çok iyi anladı ve bize sahip çıktı; Bu mücadelede elimizden geleni yapacağız, onlar da bize ve derneğimize ellerinden gelen desteği verecekler, bundan çok eminiz… Şimdi buradan hem onlara hem de tüm Fener-Balat- Ayvansaray gönül dostlarına sesleniyoruz; Türk, Müslüman, Yahudi, Hırıstiyan, Ermeni, Musevi, Rum, Kürt, Çerkez, Çingene, herkese sesleniyoruz; Dünya tarihsel mirası içinde yer alan çok önemli bir bölge olan Fener-Balat-Ayvansaray bölgesinin ve tarihinin sahibi yalnız biz değiliz, bütün dünyadır; bu yüzden bu mücadele sadece buraya ait bir tarihi değil bütün Türkiye ve Dünyaya ait bir tarihi koruma ve yaşatma mücadelesidir; Bu yüzden bu mücadele sadece Türkiye’de değil uluslararası platformlarda da sürecektir. Bu konuda dernek olarak gerekli girişimleri başlattık ve takipçisi olacağız, bundan kimsenin şüphesi olmasın…

Onun dışında ilk iş olarak yukarda adı geçen derneğimizi kurduk; derneğimizin amacı bölgedeki tarihsel ve mimari dokuyu korumak ve yaşatmak yanı sıra bölgede ikamet eden halkın burada yaşamaya devam etmesini sağlamak ve mülkiyet haklarını korumak, kollamak, onları mağdur etmeden, üzmeden incitmeden bölgeyi restore edecek alternatif bir projeyi belediye ile görüşerek hayata geçirmektir. Fatih İlçesi, Fener-Balat-Avansaray Mülk Sahipleri ve Kiracılarının Haklarını Koruma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği bu amaçla kurulmuştur ve bu uğurda ne gerekiyorsa yapacaktır. Yakında derneğimizi resmi olarak basına tanıtacağız ve hemen faaliyetlerimizi hızlandıracağız.

Ayrıca bugünden itibaren www.acikgazete.com bu konuda her türlü görüş ve düşüncelerimizi, duygularımızı paylaşabileceğimiz bir sanal ortam oluşturmak üzere ‘Fener-Balat-Ayvansaray’ı Koruma ve Yaşatma Platformu’ başlığı altında bir köşeyi bizlere tahsis etmiş bulunuyor, bugünden itibaren bu sayfaya herkes katkı sunabilir. İsteyen herkes bu köşeye yazı gönderebilir, duygu ve düşüncelerini, anılarını, gözlemlerini yazabilir. Yazı yerine yorumla katılmak isteyenler de görüşlerini yorum bölümünde dile getirebilirler. Bunun için sadece yorum kısmını tıklamanız ya da yazılarınızı [email protected] adresine göndermeniz yeterli olacaktır. Editörlüğünü benim yaptığım bu köşede yazılarınız okunacak ve hakaret içeren aykırı bir durum olmadığı sürece görüşleriniz köşemizde aynen yayınlanacaktır. İlk olarak Fener-Balet-Ayvansaray dönüşüm projesiyle ilgili bölge sakinlerimizden üç kişinin yazısını yayınlayarak bu köşemizi faaliyete geçiriyoruz. Bu köşeyi yaşatmak sizlerin elinde; sadece Fener-Balat-Ayvansaray’da yaşayan halktan bahsetmiyorum sizlerin derken; aynı zamanda bu bölgeyi seven, gönül bağı kuran, oradaki dünya tarihine, mimari dokuya ve kültürel yapıya sahip çıkmak isteyen tüm birey, kurum ve platformlara bu çağrımız; bize destek olun, bu köşeden düşüncelerinizi, görüşlerinizi, protesto ediyorsanız protestonuzu dile getirin, haykırın sesinizi…

Onlara HODRİ MEYDAN diyelim hep beraber: bakalım halkın sesine kulak tıkayabilecekler mi? Halka rağmen bir tarihi, bir kültürü, bir semti, bir yaşam alanını böylesine kolay yok edebilecekler mi…

İLGİLİ KAMPANYA: ‘Fener-Balat-Ayvansaray’ı Koruma ve Yaşatma Platformu’… Ayşegül Kaya – Fahri Kaplan: Yok edilmek isteniyor

1080350cookie-checkBir çınar ağacına duyduğum aşkla başladı herşey…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.