Bir nehir tanrısının izinde 5 bin yıl

Dünyanın dört bir yanında, suyun kıyısında soluklanan tüm canlara…
Bugün size bir nehrin öyküsünü anlatacağım…
Torosların Akdeniz’e gelin verdiği soylu güzellerden birinin öyküsüdür bu…
Aslında bizim öykümüz…
Aksu…

YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE – Isparta’nın sırtını yasladığı Akdağ ile eteklerine ayağını uzattığı Davraz Dağı’nın koynundan doğan derelerin birleşmesiyle oluşan Aksu, 160 kilometrelik bir yolculuğun ardından Antalya Körfezi’nde Akdeniz’le buluşur…

Torosların soylu güzeli dedik ya, aslında çılgınlıkta da üstüne yoktur Aksu’nun. Dağların koynundan fırlayıp bir koşu Kovada’ya, Eğirdir Gölü’ne uzanıp sırlara karışır. Ardından güneye doğru akıp kadim sevdalısı Göksu ile buluşur, mis kokulu sığla ağaçlarının, ulu çınarların, hayıtların ve Yörüklerin ‘gerdeme’ adını verdiği su terelerinin arasından el ele süzülerek Torosların en güzel vadilerinden birinde akar durur…

DAĞLARIN ARASINDA İKİ KADİM SEVGİLİNİN KIVRAK DANSI
Antalya düzünde kışlayan onlarca Yörük topluluğu için Aksu ilahi bir sudur. Dağların arasından, kapızlardan geçip Karaöz’den Antalya düzlüğüne ulaştığında hızı kesilerek kıvrım kıvrım bükülür, iki sevgilinin coşkun akışıyla birlikte süren kıvrak dansın yerini dingin bir vals alır…

Davraz’ın ve Akdağ’ın koynundan çıkıp gelen onlarca irili ufaklı derenin ormanların yamaçlarından indirip getirdiği organik madde, düzlüğe inince ovada bir kudret helvasına dönüşür.

Koyu kızıl, kestane, kahverengi, alüvyonal, zengin orman toprakları, burada tarihin akışını belirleyen yazgıya dönüşür…
Binlerce yıldır Anadolu’da kurulmuş ne kadar uygarlık varsa hepsinin öyküsü su ile başlar, su ile biter…

Bu yüzden su, suistimali kaldırmaz!
Dağlık Psidia’nın soylu ve vahşi kızı Aksu, tanrıların dağı Torosları aşıp düze inince kıyısında uygarlıklar kurulmasına izin verdi.
Coğrafyanın üretimi, üretimin insanı, insanın kültürü, kültürün inancı belirlediği bu topraklarda kurulmuş en güzel kentlerden biri Aksu’nun Akdeniz’e ulaşmadan önce süzülerek soluklandığı son dönemeçte kuruldu…

Perge…

Aksu ırmağının kıyısında kurulan bu görkemli kentin bilinen geçmişi, günümüzden yaklaşık 5 bin yıl öncesine uzanır.

Ancak antik çağda Bergama ve Side arasındaki antik yolun önemli duraklarından biri olan Perge en görkemli dönemini İ. S. II. ve III. yüzyıllar arasında yaşar.

NEHİRLERİN TANRILAŞTIĞI ZAMANLAR
Perge’nin de içinde yer aldığı bereketli ovanın adı, antik çağda Aksu nehrinin adı olan ‘Kestros’la bir anılıyordu. Kestros, yani Aksu ırmağı Perge’nin orada olmasının en önemli nedeniydi. Bu yüzden Pergeliler, kendilerine yaşam kaynağı olan Kestros ırmağını kutsadılar ve Kestros adından bir nehir tanrısına ibadet ettiler. Aksu nehrinden kanallarla getirilen sular, ortasında nehir tanrısı Kestros’un uzanmış bir heykelinin bulunduğu devasa çeşmeden akıp kentin görkemli caddelerinin ortasından geçiyordu.

Yeryüzünün en büyüleyici kentlerinden birinde, nehir tanrısının kutsadığı sular dolaşıyor, insanlara hem yaşam, hem serinlik hem de ilham veriyordu. Nehir tanrısı Kestros adına sikkeler basılıyor ve nişlerini görkemli heykellerin süslediği anıtsal çeşmeler yaptırılıyordu…

Aksu nehrinin yaşam verdiği Perge, binlerce yıl insanlığın da yaşama tutunduğu bir kent oldu…

TARSUSLU PAULUS’UN ANADOLU’DAKİ YOLCULUĞU PERGE’DEN BAŞLADI
Tarsuslu bir çul ustasının oğlu olan Aziz Paulus, Roma’nın zulmüne duyduğu öfke ve yüreğinde biriktirdiği inançla çıktığı yolculuklara Perge’den başladı. Kıbrıs’taki Pafos limanından bir yelkenliye binip, Perge limanından inerek buradan Roma’ya yürüdü…

Çünkü Perge, görkemli Kestros ırmağında süzülerek Akdeniz’e ulaşan beyaz yelkenlilerin uğrak yeri olan bir liman kentiydi.

Gün geldi, devran döndü, zamanın ırmağı akıp durdukça İskender’den Arap istilacılara, Bizans’tan Selçuklu’lara pek çok kral, sultan ya da yağmacıyı ağırladı Perge…

Ne sonra Asyalı Türkmenler geldi, Yörükler…

Perge tapınaklarının taşlarıyla köprüler kurdular Aksu’nun üstüne, camiler, evler, hanlar inşa ettiler; Antalya düzünde kışlayıp, her bahar keçi sürüleriyle birlikte nehrin kaynağına doğru göç ettiler Toros yaylalarına…

YÖRÜKLERİN KOCASU’YU
Nehir tanrısı Kestros’un ruhunun sindiği bereketli, kırmızı akdeniz toprağını sürüp tohumlar ektiler. Aksu’ya ‘Kocasu’, ovada çizdiği kıvrımlara ‘Yılan eğrisi’ dediler. Kırkgeçit’ti adı. Develerini suya daldırıp, keçileri kucaklarında geçtiler Aksu’dan.

Kemik taraklarını düşürdükleri de oldu, ak küpeli oğlaklarını verdikleri de, Aksu’nun hırçın sularına…

Ama Yörükler de kutsal bildi nar’a, zeytin’e ve limona yaşam veren Aksu’yu…

Yine gün geldi, devran döndü, Aksu nehri Toroslar’dan Akdeniz’e yaşamı taşıdı durdu…

İKİ SEVGİLİNİN İZLERİ HAFIZALARDAN SİLİNDİ
1980’lerin ortalarına gelindiğinde Aksu ile Göksu’nun, iki kadim sevgilinin akışına kelepçe vurmaya karar verdiler. Karacaören Barajı, Kızıllı, Çandır, Kargı ve bir çok Yörük köyünün topraklarını, evlerini ve mezarlarını anılarıyla birlikte yuttu.

Yörüklerin göç yolları, kemerli taş köprüler ve Çandır’ın devasa Pazar yeri bin yıldır kazılı olduğu zihinlerden silindi…

Çandırlı, Kızıllılı Yörükler Torosların koynundan koparılarak Gökçeada’ya yerleştirildi…

Milyon yıldır vadinin tanığı olan Aksu, İskender’in gününden beri görmediği acıları belleğine kaydedip, derin derin içlendi. Birikti, göl oldu suyun acısı, Karacaören, karaca zulüm oldu…

Günler günleri kovaladı, suların kutsandığı zamanlar, yerini paranın kutsandığı zamanlara bıraktı…

Artık sular kendi istediği gibi değil, onun sırtından sadece para kazanmak, daha lüks arabalara binmek, daha gösterişli konutlarda yaşamak, herkesten özel kıyafetler giymek isteyen insanların istediği gibi akacaktı…

İNSANIN İLKEL BENLİĞİNDEN ATAMADIĞI İNTİKAM DUYGUSU
Artık suların tanrı olduğu zamanlar geçmiş, insanların tanrı olmak istediği zamanlar yaşanıyordu. Milyonlarca yıldır fırtınadan, sudan, kayadan korkarak yaşayan insan, ilkel benliğinin derinlerinden bir türlü atamadığı intikam duygusuyla yeryüzünü fethe çıkmıştı.

İşe önce nehirlerden başladı…

Önce Aksu nehrinin binlerce yıllık yatağının bulunduğu bölgeye, milyarlar harcanarak ülkenin ilk EXPO alanı inşa edildi.

Ardından da yine milyonlar harcanarak, kuzeyde daha önce barajla önü kesilen, arta kalanındaysa nehir yatağını bile zor ıslatarak zamana direnen Aksu’nun zeminine ve çevresine kilometrelerce duvarlar ördüler, betonlar attılar. Kuzeyden güneye sucul yaşam yerle bir edildi. Kuşların, balıkların, binlerce canlının varlığını sürdürebildiği sistem, onlarca iş makinası, yüzlerce dev kamyonun üzerinde aylarca gezinmesiyle çöktü, yok oldu.

DSİ eliyle Aksu’da yapılan ıslah ve taşkın koruma çalışması bugünlerde bitmek üzere…

YIKIMIN ALKIŞLANARAK KUTSANMASI
Şimdi bu tarihsel akışa kısa bir ara verip, ülkenin sularını yönetmek ve korumakla yükümlü Bakanlığın yetkililerinin duyurduğu projeye bir göz atalım:
“Aksu Çayı Taşkın Koruma Çalışmasının maketi tamamlanarak hem görsel hem sesli anlatımlı bir şekilde DSİ 13. (Antalya) Bölge Müdürlüğünde vatandaşların bilgisine ve beğenisine sunuldu. Aksu Çayı Taşkın Koruma Islah Projesi ile Aksu İlçesi, civar köyleri, tarım arazileri ve turizm alanlarının taşkınlardan korunmasını sağlayarak, Aksu Çayının denize mansaplanmasının sağlanacağı gibi aynı zamanda ülkemizde düzenlenecek ulusal ve uluslararası kongrelerin, panellerin, toplantıların ve seminerlerin organize edileceği EXPO 2016 fuar alanı da taşkınlardan korunacaktır. Proje kapsamında Aksu Çayında, yan kollarıyla birlikte 70 km’lik kısımda sedde, taş tahkimat ve dere ıslah çalışması yapılacaktır.” (Kaynak: DSİ resmi sitesi-11. 11. 2014)

FİZİKİ COĞRAFYANIN TAHRİBİ YAŞAMIN DEVAMINI YOK EDİYOR
Fiziki coğrafyanın, zamanın hiçbir döneminde bunca tahribe uğratılmadığı Anadolu topraklarının, tanrılar yaratan, kentler inşa ettiren, inançları ve kültürleri besleyen, yaşam kaynağı nehirleri birer betonla kaplanarak adeta su kanallarına dönüştürülürken, biyolojik yaşamın devamı için en önemli alanlar da bıçakla kesilir gibi yok ediliyordu.

Aksu, Anadolu nehirleri arasında bu yıkımdan payına düşeni en ağır biçimde alan su kaynaklarından biri oldu…

Kötekli, Töngüşlü, Honamlı, Hayta ve Karakoyunlu gibi Yörük obalarının ‘Kocasu’yu yıkılmıştı…

Anadolu’yu dünyanın en özel coğrafyası yapan suların, dağların, ağaçların ve kuşların yalnızca kazandıracağı para oranında önemsenen varlıkları tarihten silinmişti. Yalnızca orta refüjlere, otoyol kenarlarına ve cami, okul avlularına diktikleri ağaç sayılarıyla övünen yöneticilerin hüküm sürdüğü bir dönemde, ormanların ve suların emanet edildiği bir bakan Aksu’nun bulunduğu kente geldi ve şöyle dedi:

ANTALYA’NIN BÜTÜN DERELERİ BETONLA BOĞULUYOR
“Antalya’ya inşaat halindekilerle 42 baraj, 48 gölet yapmış olacağız. 52 de sulama tesisini açtık. Bu yıl 13 tane daha açıyoruz. Toplamda 130 sulama tesisi yapacağız. Su olunca yılda 3 ürün bile almak mümkün. Çiftçinin büyük bir gelir artışı olacak. Antalya’da hiç dere ıslahı yoktu. Toplamda 82 dereyi ıslah ettik. 110 derenin ıslahına devam ediyoruz. 118’inin de projesini yapıyoruz. Bütün dereleri ıslah etmiş olacağız. Türkiye’de en çok dere ıslahı yaptığımız yer dünyanın incisi Antalya olacak.” (Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun konuşması. 5 Mart 2017, Antalya)

BİR NEHİR TANRISININ ETEĞİNDEN BUGÜNE BAKMAK
Geçtiğimiz hafta sonu Torosların Akdeniz’e emanet ettiği soylu güzel Aksu’nun yaşam verdiği Perge’deydim…

Hala binlerce yıllık görkemini ve büyüsünü koruyan kentin sütunlu caddelerinde yürüdüm, kuşlarıyla, kertenkeleleriyle, kaplumbağalarıyla konuştum. Kalıntıların arasından fırlayıp toprağı beyaza boyayan papatyaları, kirişleri, dikenli ahlat çiçeklerini kokladım…

Yüksek göğün altında yükselen tepeye çıkıp Kestros ovasına bakındım…

Tanrıların suyu Aksu görünmüyordu. Biraz ileride, kentin güneydoğusunda yükselen EXPO kulesi ve akla ziyan yapılarının ucubeliği, Perge’nin görkemli sütunlarının görüntüsüne karışıyordu.

Yürüdüm, büyük caddenin kuzeyindeki kutsal çeşmenin (nympheum) önünde durdum. Nehir tanrısı Kestros’un zamanı aşıp bugüne ulaşabilen heykeliyle birlikte, bir nehrin yarattığı 5 bin yılı aşan zamana dokundum…

Sonra nehir tanrısı Kestros’un ayaklarının altından dökülüp, Perge’nin ihtişamlı caddelerine doğru akan Aksu’nun kadim sularını izledim…

Düşündüm… Düşündüm… Düşündüm…

Son sözü hep suyun söylediği bu topraklarda, suyun bir an önce son sözü söylemesini diledim…

2071910cookie-checkBir nehir tanrısının izinde 5 bin yıl
Önceki haberBakan Eroğlu: ‘Ormanlar dünyada azaldı, Türkiye’de arttı!’
Sonraki haberYabancı akademisyenler: Türkiye diktatörlüğe gidiyor
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.