Bir Türk savcısının İsveç anıları*

Stockholm’deki çeviri bürosunun önünde Durusoy Yazan’ı beklerken, koridorun sonundan ufak tefek, genç bir adam yaklaştı yanıma;

” Siz de Durusoy Beyi mi bekliyorsunuz?” diye sordu, ayaküstü derdini anlatmaya başladı: K. Maraş’lıydı, oturma ve çalışma iznini yeni almıştı. Köyde, doğar doğmaz, vücudunu tuzla yıkarlarken gözünün birini kör etmişlerdi.Bana sordu:

”Oturma izni aldım, gözümden dolayı emekli de olabilir miyim?”

O arada, sevgili dostum Durusoy Yazan geldi, Çukurova’lı sıcaklığıyla sarıldık birbirimize;” Sen, önce arkadaşın işini hallet, ben nasıl olsa buradayım” dedim. Genç adam, iki adım beri geldi, sözü uzatmadan derdini anlattıktan sonra; ”Bana bir dilekçe yazıversene!” dedi…

Durusoy Yazan, Feke’ nin Gökçeli Köyündendi. Dilekçe yazmayı daha küçücük bir çocukken Kadirli’de öğrenmişti. Başkâtip babası Süreyya Yazan, kendine yeni bir daktilo aldığında, eskisini Adliyenin önünde arzuhalcilik yapan Yaşar Kemal’e vermişti. Durusoy, babasını ziyarete gittiğinde, Yaşar Kemal’in dizinin dibine oturur, onun dilekçe yazışını izlermiş. Liseyi bitirdikten sonra, hukuk fakültesine yazılmış. Babası, onu yolcu ederken öğütlemiş:

” Okulu bitirip göreve atandığında, hiç bir zaman, kalemini güçlüden, zalimden yana kullanma; ‘kimsesizlerin kimsesi’ ol, suçsuzun, güçsüzün ahını alma!”

İlk görev yeri olan Hakkari’nin Yüksekova İlçesi Cumhuriyet savcılığına atandıktan sonra, bir gün Adliyenin penceresinden çarşıyı izlerken, bileklerinden zincirle kelepçeye vurulmuş halde karakola götürülen bir adam görnüş; tahta merdivenlerden yuvarlanırcasına inerek önlerine çıkmış; ” Bu adamı, karakola böyle zincire vurulmuş olarak götüremezsiniz” demiş… Gözaltına alınanlara Yüksekova karakolunda işkence yapıldığını duyduğunda, uygulamayı yazışmalarla önleyemeyeceğini anlayınca, gitmiş, karakolun toprak damının üzerine bir göz oda yaptırmış, orada yatıp kalkmaya başlamış. O günden sonra adı ”Deli Savcı”ya çıkmış, Ankara’lara, ”bu delinizi buradan alın!” yazılı şikayet dilekçeleri uzanmaya başlamış. Yanına özel isteklerle gelen, bölgenin güçlü adamlarına, ağalara kapıyı göstermiş… Ondan sonra, Ankara’ya gelsin dilekçeler dizi dizi. Dilekçe, yaşamının bir parçası haline gelmiş…

Bir gün, Adalet Bakanlığından bir yazı gelmiş: İsveç Ceza Yasasını inceleyerek Türkçeye çevirecek hakim ve savcılar aranıyor. Sınavla belirlenecek 1 kişinin üç yıl süreyle İsveçteki giderleri Adalet Bakanlığınca karşılanacak…Durusoy Yazan, açılan sınavı birincilikle kazanmış. Kuzey’in bu soğuk ülkesine adım attığında, ilk iş olarak Türk Büyükelçiliğine gidecek,”ben geldim!” diyecekti. Büyükelçi, konuğunun bir Cumhuriyet Savcısı olduğunu öğrendiğinde, onu odasına alacak, ”Hoş geldin” diyecek, belki, bir de ricada bulunacaktı: ”Durusoy Bey, burada az insanla çok iş başarmaya çalışıyoruz. Zamanınız elverdiğinde, yasal konularında bize yardımcı olursanız, seviniriz.” Durusoy Bey de, kokusunu hemencecik özlediği Türk çayını yudumlarken, ”Memnuniyetle Sayın Büyükelçim, elimden geleni yaparım”diyecekti… Bu düşüncelerle Büyükelçiliğin kapısını çaldığında, karşılaştığı ilk soru,”randevun var mı?” oldu. Randevu almak istediğinde ise günlerce beklemek zorunda kaldı. Sonunda, ”Sayın Büyükelçi’nin size ayıracak zamanı yok, İkinci Kâtiple görüşün!” dediler. Ancak, Durusoy Yazan, öyle kolay pes etmek istemiyordu. Bir gün, Büyükelçi’yi koridorda, ayaküstü yakaladı, derdini bir çırpıda anlattı: Adalet Bakanlığının burs olarak gönderdiği aylık 553 Kronla İsveç’te tek göz oda kirâlamak bile mümkün değildi. Adalet Bakanlığına yazı yazaılarak bursunun arttırılması önerisinde bulundu. Büyükelçi, Durusoy’u tepeden tırnağa süzdükten sonra, ” Kardeşim, seni faka bastırmışlar, bizim yapabileceğimiz hiç bir şey yok; Senin yapabileceğin en doğru iş ise buralardan çekip gitmektir” dedi.

Kaderiyle yüz yüze kalmıştı. Ya, yenilgiyi kabullenerek ülkeye geri dönecek, ya da, kendi olanaklarıyla başarmayı deneyecekti. Yenilgiyi kabullenmedi. Ne pahasına olursa olsun, üç yıl içinde İsveçceyi öğrenmeye,bu arada İsveç Ceza Yasasını Türkçeye çevirmeye kararlıydı. Dil kursundan ve İsveç Ceza Yasasını incelemekten arta kalan zamanlarında iş bulup çalışacaktı. İlk görev, bulaşık makinesinin başı, marş, marş!.. Bulaşıkçılıktan, taksi şoförlüğüne dek bir çok işte çalışarak İsveçce dil kursunu başarıyla bitirdi. İsveç Ceza Yasasını Türkçeye çevirerek Adalet Bakanlığına yolladı. Halen,

İsveç’te en kapsamlı ve tek kaynak olan İsveççe-Türkçe sözlüğü de Emin Özdemir ve İsveçteki arkadaşlarının katkılarıyla o yıllarda hazırladı…

İsveç’teki işlerini tamamlayıp geriye dönmeye hazırlanırken, Türkiye’deki bir avukat arkadaşından gelen haber, onu şaşkına çevirdi. Yüksekova’da görevde bulunduğu yıllarla ilgili hakkında 5 ayrı dava açılmıştı. Yüksekova Meydanında, bir yurttaşın zincire vurulmasına karşı çıktığı için, Siirt Ağır Ceza Mahkemesinde ” görevi kötüye kullanmak ” suçlamasıyla açılan ve 10 yıl Ağır hapis cezasıyla yargılandığı dava sonuçlanmak üzereydi. Ankara’dan kötü haberler geliyordu. Hukukçu arkadaşları, geri dönse bile yeniden görevine başlama şansının kalmadığını söylüyorlardı.

Tam o günlerde, Türkiye’ye 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Radyolardan yayınlanan sıkıyönetim bildirileriyle ”sakıncalı” ilan Durusoy Yazan’a ”Yurda dön!” çağrısı yapıldı. Adı, ”arananlar” listesinde yer alıyor, yargılanmak üzere Türkiye’ye dönmesi isteniyordu.

Yurda dönmedi. İsveç’te, yeniden iş aramaya koyuldu. Hukuk bilgisinin de yardımıyla, göçmen ve mültecilere oturma ve çalışma izni veren Devlet Göçmen Dairesi’ne ”yeminli Türkçe çevirmen ” olarak girdi. O günlerde, Türkiye’den İsveç’e gelen binlerce kişi, ”Kürt” olduklarını belirterek Devlet Göçmen Dairesi’ne sığınma başvurusunda bulunuyorlardı. Dosya çevirileri, hukukçu ”yeminli çevirmen” Durusoy Yazan tarafından yapılıyordu. Çok geçmeden, ”cadı kazanları” kaynatılmaya başlandı. Devlet Göçmen Dairesine ve Yabancılar Bakanlığına şikâyet dilekçeleri gönderen yüzlerce Kürt, hiç bir kanıta yer vermedikleri dilekçelerinde, ”Devlet Göçmen Dairesindeki dosyalarımızın çevirilerinin eski bir Türk savcısı tarafından yapılmasını istemiyoruz” dediler. Başlatılan kampanyanın sonunda istifa etmek zorunda kalan Durusoy Yazan, Devlet Göçmen Dairesindeki odasını toplarken, Yüksekova’da, bileklerinden zincire vurulmuş adamı bir kez daha anımsadı…

O arada, Türkiye’de, hakkında bir dava daha açılmıştı. Adalet Bakanlığı, verdiği aylık 553 Kronluk bursun 3 yıllık toplamını faiziyle birlikte geri istiyordu…

Yeni den iş aramaya koyuldu. Yapacak başka bir iş bulamayınca, Stockholm’deki o çeviri bürosunu açtı. Durusoy Yazan hakkında Devlet Göçmen Dairesine ihbar dilekçeleri gönderenler, bu kez ona dilekçe yazdırabilmek için sıraya girdiler. Bu da yaşamın başka bir acı cilvesiydi.

Durusoy Yazan, o yıllarda, İsveç Türk Ceza Yasası, Bana Bir Dilekçe Yazıversene, İsveç Mektupları ve Bir Türk Savcısının İsveç Anıları adlı kitaplarını henüz yazmamıştı. Karşılaştığımızda, bana, uzun uzun yazım tasarımlarından söz etmiş, ben de kolaylıklar dileyerek ”Senin yaşamın bir roman” demiştim…

Şimdi, önümde duran kitaplarını ciltlerine dokunurken, bebekliklerini anımsadığım çocukların saçlarını okşuyormuşum gibi geldi bana…

__________________

* [email protected]
Bu yazı Cumhuriyet Gazetesinde de yayımlandı.

648300cookie-checkBir Türk savcısının İsveç anıları*

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.