Biri Totalitarizm mi Dedi? / Slovaj Žižek

Slovenyalı filozof Slovaj Žižek’in, diğer Doğu Avrupalı muhaliflerden oldukça farklı bir yaklaşımı var. Žižek, resmi Marksizme köklü bir şekilde karşıdır, ama diğer muhaliflerden farklı olarak, neo-liberalizme de köklü bir şekilde karşıdır. Žižek’i tutarlı yapan bu duruşudur.

Slovaj Žižek, bu kitabında, birçok felsefi, kültürel ve güncel bağlantı kurarak, neo-liberalizmin “totalitarizm” nosyonuna önemli itirazlar getiriyor. Ben bu kitap incelemesinde, bu itirazların bütünü üzerinde durmayacağım, hatta tamamı üzerinde durmayacağım da söylenebilir. Beni bu yazıyı yazmaya sevkeden, Žižek’in, Stalinizm ve reel sosyalizm üzerine yaptığı analizlerdir. Daha çok bu analizlere ilişkin bir şeyler aktarmak istiyorum.

Slovaj Žižek, kitabın, “Parti İntihar ettiği Zaman” başlıklı 3. Bölümünde, biraz da kendi yaşadığı dönemlerden kaynaklanan iç gözlemlerden hareketle, Stalinizmin ve “gerçekte var olan sosyalizm”in etik yaklaşımları hakkında gözlemlerde bulunmaktadır:

“Eğer geç dönem Sosyalist ideolojide işleyen bir ‘psikolojik mekanizma’ varsa, o halde bu inanç değil, ortak suçluluktur. 1968 Sovyet işgalinden sonra gelen Çek ‘normalleşmesinde’ rejim, halkın çoğunluğunun şu veya bu şekilde ahlâken düşkün, kendi ahlâk standartlarını yıkmak zorunda bırakılmış olmalarına itina göstermiştir. Bir kişi bir muhalif aleyhine … bir dilekçeyi imzalamak için şantaja uğradığında gayet iyi bilir ki yalan söylemektedir ve dürüst bir insan aleyhine düzenlenmiş bir kampanyaya katkıda bulunmaktadır ve tam da bu ahlâki ihanet onu geç Sosyalizmin ideal öznesi yapar. O halde öyle bir rejimimiz vardı ki, öznelerinin ahlâken çöküntü içinde olmalarına aktif olarak göz yumuyor ve buna dayanıyordu. (abç, G.Z.)” (s.89)

“Resmî Sosyalist ideolojinin ‘içten’ bir mümini potansiyel olarak rejim için sinikten çok daha tehlikelidir: Bu kişi muhalif olmaktan sadece bir adım beridedir. Eski-Yugoslav öz-yönetimin kökende bir paradoksu vardı: Resmî ideoloji halkı mütemadiyen öz-yönetime katılmaları konusunda uyarırdı, ‘yabancılaşmış’ parti ve devlet yapıları dışında kendi yaşam koşullarının efendisi olsunlar diye; resmi medya insanların kayıtsızlıklarını, mahrem alana sığınmalarını vesaire horgörürdü – ne var ki, rejimin en korktuğu şey bu olayın ta kendisi, hakikaten öz-yönetime dayalı birliktelikler ve halkın çıkarlarının örgütlülüğü idi. Satır aralarında bu resmî nasihatın hiçbir zaman fazlasıyla ciddiye alınmaması, rejimin gerçekten istediğinin resmî ideolojiye dönük sinik bir eğilim olduğu yolunda koskoca bir uyarılar silsilesi gizlenirdi – rejim için en büyük katastrof, kendi ideolojisinin ciddiye alınması ve tebâ tarafından hayata geçirilmesi olurdu. (abç)” (s.90)

Şimdi, biraz daha geriye, 1936-1937 Moskova “show trial”larına gidelim:

“Zanlı devrimciye göstermelik davada sunulan şey şudur: Değersiz bir bok, insanlığın süprüntüsü olduğunu kamu önünde kabul ve itiraf ederek Devrime nihaî bağlılığını göster.” (s. 94)

Suçlanan Buharin, bu “görevi” kabul eder. Ancak bir şartı vardır. O, kamuoyu önünde, parti için bu itirafı yaparken, Stalin ve Merkez Komitesi de, iç çemberde, üstü kapalı olarak, onun gerçekten ihanet etmediğini teslim etmelidir. Merkez Komitesi böyle bir anlaşmaya yanaşmaz. Bu durumda Buharin’in önünde, Tomsky gibi intihar etme seçeneği belirir. Ne var ki, partiye “ölümüne” bağlı olan Buharin, intihar seçeneğinin partiye darbe indirmek anlamına geldiği konusunda Merkez Komitesi’yle görüş birliği halindedir:

“23 Şubat 1937 tarihinde Merkez Komite huzurunda Buharin’in son konuşması sırasında insanlardan yükselen ürkünç kahkahanın Kafkaesk niteliği hatibin kaskatı ciddiyeti ile (o sırada muhtemel intiharından, neden bu işe kalkışmayacağından, bunu yapmaktansa ölümüne dek açlık grevi yapacağından söz etmektedir) Merkez Komite üyelerinin tepkileri arasındaki radikal uyumsuzlukta asılı kalır.

Buharin: Kendimi vurmayacağım çünkü insanlar partiye zarar vermek için kendimi öldürdüğümü söyleyeceklerdir. Ama diyelim ki bir hastalıktan ölürsem, bundan sizin ne kaybınız olur? (Gülüşmeler)Sesler: Şantajcı!
Voroshilov: Seni alçak! Kapa çeneni! Böyle konuşmaya nasıl cüret ediyorsun!
Buharin: Ama anlamalısınız – yaşamı sürdürmek çok zor benim için.
Stalin: Sanki bizim için kolaydı?!” (s.99)

Buharin, Stalin’in önünde yerlere serilmekte, onun her dediğini onaylamaktadır:

“Stalin: Sana inanmıştık, sana Lenin Nişanı taktık, seni basamaklardan yukarı çıkardık ama yanılmışız. Öyle değil mi, Yoldaş Buharin?
Buharin: Öyle, öyle. Aynı şeyleri ben de kendime söyledim.”

Buharin, “itiraf”a hazırdır, ama onun tüm istediği, Stalin’in, onun kendisine ne kadar bağlı olduğunu anlamasıdır. Stalin’e yazdığı 10 Aralık 1937 tarihli mektupta şöyle yakarmaktadır:

“Ah Tanrım, keşke yarıp açarak ruhumu apaçık görmenizi mümkün kılacak bir alet olsaydı elinizde! Size bedenen ve ruhen nasıl bağlı olduğumu keşke görebilseniz… Karşında vicdanım temiz şu anda, Koba [Stalin]. Son bir kez beni bağışlamanı diliyorum senden (yalnızca kalbinde, başka türlü değil). Bu nedenle zihnimde seni kucaklıyorum. Elveda ve sefil N. Buharin’ini hep hatırla lütfen.” (s. 102-103)

Bütün bu sefil satırların ardından Slovaj Žižek, şu yerinde yorumu yapmaktadır:

“Buharin’in suçlu olduğuna gerçekten inansa suçluluk ve sorumluluğun standart mantığı içinde, Stalin affedilebilirdi, ama suçsuz olduğunu bile bile Buharin’i suçluyor oluşu affedilemez ahlâki bir günah olurdu. Buharin bu ilişkiyi tersine çeviriyor: Stalin suçlamaların yalan olduğunu bilirken Buharin’e bu canavarca cürümleri isnat ediyorsa, tam bir Bolşevik gibi Parti’nin ihtiyaçlarını bir bireyin ihtiyaçlarının önüne geçiriyor demektir ki, bu Buharin için tamamen kabul edilebilirdir. Onun için mutlak olarak kaldırılması imkansız olan, tam tersine, Stalin’in, [onun] suçlu olduğuna gerçekten inanması olasılığıdır…. Buharin’in ölümcül hatası, bir bakıma, hem karnım doysun hem çöreğim bölünmesin diye düşünmesiydi: İşin en sonuna kadar Parti’ye ve kişisel olarak Stalin’e bağlılığını öne sürerken öznel bağımsızlığından zerre kadar feragat etmeye niyeti yoktu. Eğer Parti itiraf etmesini istiyorsa, halkın gözü önünde suçunu kabul etmeye hazırdı, ama yakın çevresinde, yoldaşlarının arasında aslında suçlu olmadığını açıkça belirtmek istiyordu; kabul ettiği yalnızca kamusal ritüeldeki rolünü layıkıyla oynamaktı. İşte Parti’nin ona bahşedemeyeceği tam da buydu: Ritüel, yalnızca bir ritüel olarak adlandırılacak olursa uygulayımsal (performative) gücünü yitirir. Buharin ve diğer zanlılar masumiyetleri konusunda ısrarcı olduklarında, Merkez Komite’nin bunu zanlıların Parti’ye kabul edilemez azap çektirilmesi olarak algılamasında şaşılacak bir şey yoktur: Parti’nin zanlılara değil, suçlarını itiraf etmeyenlerin Parti yönetimine azap çektirmesi söz konusudur – ve bazı Merkez Komite üyeleri, ortadan kaldırılması gereken pislikler, zehirli yılanlar olduklarını bütünüyle kabullenmek yerine zanlıların Parti’ye yıllar boyu azap çektirmesine izin veren Stalin’in ‘peygamber sabrını’ kutlamışlardır bile.” (s. 103-104)

Gerçekten tüyler ürpertici, değil mi? Slovaj Žižek’in, konusu itibariyle yoğunlaşmadığı bir sonucu da ben belirteyim burada: İktidarın mantığı içinde kalarak muhalefet etmeye kalkışmak, aslında iktidara gerçek anlamda teslimiyettir.

__________

* Slovaj Žižek, Biri Totalitarizm mi Dedi?, çev: Halil Nalçaoğlu, Epos, 2003

ZİLE’NİN DİĞER KİTAP YORUMLARI
Mary Davis’den Sylvia Pankhurst…
Fikret Başkaya / Reel Atatürkçülük…

 

 


 

 

1150390cookie-checkBiri Totalitarizm mi Dedi? / Slovaj Žižek

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.