Birkaç sıradan hayat enstantanesi…

hangi depremlerle sarsılıp solduğunu anlayabilmek için, bir tarihsel liste çıkarmak gerekirse… deprem 1: doğdum ağlaya ağlaya – deprem 2: ilk adım, düşe kalka – deprem 3: ilk aşkım aldata aldatıla – deprem 4: ilk ölüm: hayat kısa … Ve burada yazılamayacak kadar özel olanlar ki onlar çok daha derin ve patlayıcı mevzu içerir ve uzun bir listeyi gerektirir… ve elbette dokunulmazlığı var, bu yazıyı kişisel bir reçeteye dönüştürmenin bir anlamı yok…

Kutsal tabularla süslü geçmişinizin tarihsel merakına giriştiniz mi hiç? çok ilginçtir… İpli bir salıncakta hızlıca sallanmak gibi, ipleri canınızı acıtsa da, kestiği yerlerin izinin nasılsa geçeceğini bilirsiniz… ama bu acının gözlerinize yerleşeceğini ve birileri tarafından birden bire farkedilebileceğini de bilir misiniz?

Etraf; ‘Yüreğinin götürdüğü yere git’ felsefesini yanlış benimseyen bir kısım insanın yıkıntılarıyla dolu… Bir grup insan sanıyor ki yüreğinin götürdüğü yere giderken sorumluluk duygusu imha oluyor… Hani Kanlıca İskelesi ya bu… bir gün canın yine yoğurt çekerse dönecek bir liman var…. Yürek bu… git de gitsin dön de dönsün değil… gerçek katiller, felsefeyi yanlış güdenler.  Yüreğinin sesine kulak vermek büyük bir meziyettir ancak Sorumluluk denen şey de; yüreğinin gittiği yere giderken arkada bıraktığın değil, hayat boyu beraberinde taşıdığın bir özelliktir. Onun için yakıp yıkıp gidiyorsan, gittiğin yerde elbet bir gün yanıp yıkılacak…

Diğer taraftan doğru nedir?  Şeffaflıktan ve esneklikten yoksun kafaların çıkardığı ses hangi duvarları yıkabilir? Akılsal gelişimimiz için protein şartsa, ruhsal gelişimimiz için önerilen şey nişasta mı? Şehir aşklarından topal kalan kör olan nice yurdum insanı, kendini kafeslere kapatma kararı aldı… Yakında bütün kişisel evrimler evin mutfağında gerçekleşecek…. Kimse kimsenin maymunu değil ama, tek doğruda ısrar etmek de kendini maymun yerine koymak olmuyor mu?

Çağdaşlık imajı edasıyla dolaşanların, bir yazara bir gazeteciye yahut bırakın onu en yakınındakine hatta garsona giriştiği kişisel saldırıdan, ne kadar çağdaş olduğunu anlamak mümkün.  Dürüst olmak güzel de dürüstlük kabalık merdiveninden tırmanıyorsa dürüstlüğünde bir anlamı kalmıyor…  Dürüstlük zerafetle zirve yapıyor. Empati yönü gelişmemiş insanların sempatik sempatik dolaşması, bir saatten sonra sevimsiz geliyor. Bir yerde ülkeler, çocuklar, idealler, reformlar telef olurken, değerli insanların magazin sevdasına sinekten yağ çıkarılırcasına mevzu edilmesi, gerçek aydınları sahte aydınlarla aynı kefeye koymak gibi bir ayıba yol açıyor. yazık.

Perpormans değerlendirmesi, eğitim seminerleri? Kim kime nerede ne kadar ölçülü? Bu değerlendirmenin hayata gözlerimizi açtığımız andan itibaren başlatılanını istiyorum. Maalesef birilerinin güdümlü insanlara not vermesi gerekiyor ki motive olabilsinler… Aksi taktirde oturan kitleler, yürüyen ve konuşan ve düşünen kitlelerin önünü tıkıyor… Hazır düşünceyi beyinlere çivileyen TV canavarları da buna çanak tutuyor. Raiting savaşları kaçınılmaz…

Kitaplar, filmler, uzak doğu, Tibet… Bu ‘dur’ pozisyonunu benimsemiş insanlara kendini iyi hissettiriyor… Yakın gelecekte bu kitapları okuyan bu filmleri izleyen ve yanlış anlayanların sonunu merak ediyorum, çünkü ; kimileri için bu kitaplar ve filmler, oturduğumuz yerden bir sürü şey değişecek mantığıyla karıştırılıyor. Günlerce hareketsiz oturan insanlar gurubunca, ‘çağır gelsin’, ‘bekle gelsin’, ‘harekete gerek yok’ mesajı içeriyor …  Otur ve kıpırdama sesini çıkarma taraf olma ..bekle… değil..

Kitaplar sadece okunmak için değil, filmler de iş olsun diye değil,  aynı zamanda anlamak için…. illa da mesaj içerikli olsun, kafayı kaya yapalım maksadıyla yazmıyorum, hayata  niye artı yorgunluklar yükleyelim ki? Hiç değilse bir parça anlamaya çalışmak, kucağımıza gelsin mantığından uzaklaşmak ve yanlış anlamaktansa hiç anlamamak daha iyi olabilir…

Ve eğer herşey içimizdeyse… bütün herşeyi olumlu olumsuz biz çekiyorsak, içimizdekini görmek istemeyen insanlar için yapılabilecek bir şey var mı? Düşünce gücü, ışıktan ve sesten daha hızlıdır diye bir teorim var, bunu yeni çağ felsefesinin değerli aydınlarının onayına sunuyorum..ya tutarsa.. nasılsa zaman bu zaman…

Sıradan bir şehir kadınının bir kaç hayat enstantanesi işte… Düdük çalar hırsız kaçar olayı mı hayat bilemedim?.. Herkes bir kaçma kaçırma durma durdurulma travmasında. Kontrolün bizde olmadığını hissettiğimiz dönemler hiç olmadı mı? çok oldu.. işte o zaman… hayat çok ciddiyse takarız kravatı gireriz protokola… hayır gayri ciddiyse takarız kotu sallanırız biriki… kafayı patlatmadan, yüreği de yaralamadan… elbette durmadan ve tabiiki de susmadan… Pire için yorgan yakan bir toplum istemiyorum, pireyi silkelemek için çaba sarfeden bir toplumun ferdi olmak istiyorum…

Depremler giderek artıyor…salıncağın ipiyle kesilmiş yerler acıyor… fotoğraflar eskiyor, gözler eskiyor… Buna inat hayat, incelemeye yönelik bayat bir malzeme de olsa, her seferinde beni şaşırtıp bir kaynaktan fışkıran taze su gibi üzerimi yıkıyor…

[email protected]

SİBEL BENGÜ

712480cookie-checkBirkaç sıradan hayat enstantanesi…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.