Bu dünyadan Hrant geçti

Köyün üst tarafındaki dağlarda ‘’Puğus’un Mağarası’’ denen mağarada saklamışlardı. O mağara orada halen bir ziyaret gibi durur. Üstünden açılan bacadan içeri dolan ışıkla , burdan ak yüzlü insanlar geçti der gibi, insanın yüreğine tarifsiz bir sızı düşürür.


Ermeniler üzerindeki zulmün durduğu yıllarda, bu güzel insanlar köyde kalmaya karar verirler. Ne yazık ki köyde kimsenin tasvip etmediği bir olay yaşanır. Güzeller güzeli Ermeni kızı Meryem köyde biri tarafından kaçırılır. Bu olay herkesi üzer. Meryem bu davranışı ‘’ kardeşliğe ihanet’’ sayar ve altı ay içinde kahrından ölür. Bunun üzerine Ermeniler köyden ayrılmaya karar verirler. Köylülerin ikna çabaları sonuç vermez. Artık kardeşlik tarlasına taş yuvarlanmıştır. Ermeniler İstanbul’a göçerler.Her yıl köyü ziyarete gelirler. Gelişleri  köyde sevinç dolu, gidişleri hüzün dolu olur.


Meryemin adı yeni doğmuş kız çocuklara konur. Meryemi kaçırana kurşun değer ve ölür. Köyde bu olay pek konuşulmaz.


Köylülerden İstanbul’a giden olursa bu güzel insanlara misafir olurlarmış. Bu güzel insanlarda her yıl düzenli olarak köye gelirlermiş. Son yıllar gelen yoktu. ama onların anıları o topraklarda karış karış yaşatılıyordu.İhtiyarlar ‘’ artık gelmiyorlar, öldüler mi yoksa” deyip iç geçirirlerdi. Aklımda kalan iki isim vardı, biri Agop, biri de Bego’ydu. İhtiyarların bu konuşmaları duygu yüklü ve özlem doluydu. Bu anlatılanlar çocukluğumdan beri hiç aklımdan çıkmadı.


Seksenlerin sonun da, Side’ ye çalışmak için gittim. Orada Hrant Dink’le tanıştım. Adı ‘’Fırat’’tı. Fırat abinin bir çantacı dükkanı vardı. Kendisinin Malatyalı olduğunu biliyordum ama Ermeni olduğunu bilmiyordum. Her halka bir nazarla bakan bir güzel insandı. Side gibi bir turizim merkezinde , herkesin para için birbirinin gözünü oyduğu bir yerde o temiz kalmayı başarmış, tanıyan herkesin saygı duyduğu bir insandı. Fırat abiyle zaman zaman sohbet ederedik. Çok insancıl ve paylaşmayı severdi. Bir gün ortağı trafik kazasında ölmüştü. Onu ağlarken gördüm. Elini  boynuma attı ‘’keke, Murat öldü’’ dedi.


Ondan sonra onlar İstanbul’a, ben de daha uzaklara İngiltere ‘ye gittim. Bir daha görüşemedik. Yıllar sonra özel bir tv kanalında Fırat abiyi Ermeni meselesini tartışırken gördüm. Adı artık Hrant’tı. Çok sevindim. Televizyon da olsada, yıllar sonra bir dostu görmek insana müthiş bir sevinç veriyor. Bir gün görüşürüz diye umut ettim.


Bir gün çalıştığım markette bir Ermeni teyze ile karşılaştım. Eli yüzü temiz, bir Anadolu insanıydı. Türkçe konuştuğumuzu görmüş ve yanımıza yaklaştı. Tanıştıktan sonra ‘’bizler kardeşiz ‘’dedi. Biraz sohbet ettikten sonra ‘’anacağım’’ dedim ‘’ben halk şarkıları üzerine çalışıyorum, eğer bildiğin bir Ermeni şarkısı varsa bana söylermisin?’’ . Teyze önce annesinin anlattığı olayı şöyle anlattı;’’Erzurum ‘da Devrez çölü varmış.Bütün erkekleri orda kuyuya doldurup yakmışlar, kadınları ve çocukları da Suriye’ye sürgüne yollamışlar ‘’ dedi.  Ardından annesinin o olayda öldürülen dayısına yaktığı ağıdı söyledi.’’ Devrez çöllerinde naneler biter.Nanenin kokusu dünyaya yeter’’ bu iki mısrayı zor bitirdi, hıçkırıklar boğazında düğümlendi. ‘’Oğlum’’ dedi ‘’yüreğim yanıyor beni rahat bırakın söyliyemiyeceğim’’. ‘’Tamam anacığım’’ dedim.Ellerinden tuttum ve sakinleştirdim. Daha sonra bu yaşlı teyzeyi bir daha göremedim, dolayısıyla ağıdın devamını öğrenemedim.


2005 yılında Şarkışla, Ortaköy’e gitmiştim. Köyün yaşlılarıyla sohbet ederken, konu geldi eskide o bölgede yaşayan Ermeniler’e dayandı. Köyün en yaşlısı  yüz on dört yaşındaydı. Olayları duygulanarak anlattı. O çevre köylerin çoğu Ermeniymiş. Çok iyi insanlar ve zanatçılarmış. İhtiyar o dönemlerden ‘’Cam göz’’diye bir paşa’dan bahsetti. Bu Paşa o bölgenin Ermenilerini , yine o bölgede ‘’Çakal’ın deresi’’denen yere öldürterek dolduruyor. Kurbanların içinde üç kız kardeş seçiyor. Bunlar çok güzel oldukları için ,birisinin kendisiyle,diğer ikisininde başkalarıyla evlenmesini istiyor.


Kızların bir kadeşi varmış. Kızlar kardeşleri de bağışlanırsa , bu teklifi kabul edeceklerini , yoksa intihar edeceklerini söylüyorlar. Bunun üzerine kardeşleri bağışlanır. Adını burda yazmak belki doğru olmaz. Ondan dolayı yazmıyorum.


Yaşlı amca bu arkadaşıyla çocukluklarını anlatırken gözleri doluyordu. Bir anısını şöyle anlattı’’ hayvan otlamaya giderken, yüzümü çevirdiğimde, seslenirdi ‘’ nereye, paylaştığımız tuz ekmeğe n’oldu’’ diye gönül kordu’’ diyor. Ardından ekliyor ‘’ çok güzel insanlardı’’ diyordu.


Yine aynı yıl Afşin’in Gözpınar köyündeydim. Bir sabah köyün karşısındaki bağlara doğru gezmeye gittim. Bağların karşısında bir sırt vardı.Orda yan yana sökülmüş taşlar dikkatimi çekti. Kışın bir kaç ev kalan köylülerimize bunun ne olduğunu sordum. Çoğu ihtiyar olan köylüler sonradan gördükleri bu olaya çok üzülmüşlerdi. Söylenene göre orası Ermeni mezarlığıymış. Nerden geldikleri , kim oldukları bilinmeyenler tarafından herhalde mezarlarda altın aranmıştı. Başka da izahı yoktu. Şimdi orda o taşlar birer anıt gibi duruyor.


Sevgili Hrant abiyle görüşmeyi umut etmiştim. Karşılaştığımızda bekli bu olaylardan bahsederdim. Onun dertlerine dertler katardım. Ama onun omuzundaki acıların yanında , benim anlatacaklarım devede kulak kalıdı.Hemde bu acılara ben yabancı değildim. Bunu en iyi Hrant abi bilirdi. Aynı katliamlardan geçen halkların çocuklarıydık. Ne yazk ki Hrant abiyle görüşemedik. Halkların kardeşliğini savunan, özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren Hrant abi gerçeğin peşine düşmüştü. Ondan dolayı katliamcı zihniyet tarafından katledildi. Bir tiyatro sanatçımız ‘’ çok üzgünüm, onu koruyamadık’’ diyordu. Evet koruyamadık. Saygıyla anıyorum. Bu dünyadan Hrant Dink geçti. Unutma insanlık!


 


 


 



 

705330cookie-checkBu dünyadan Hrant geçti

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.