Bütünü görebilmek

Düşüncelerimizdeki ve eylemlerimizdeki yetersizlikler ve sakatlıklar çok zaman bütünü görme yatkınlığımızın olmayışından kaynaklanıyor. Dar açılardan bakınca ancak küçük bir alanı görebiliriz. Bir nesneyi bütün genişliğiyle görememek onu yanlış görmek anlamına geliyor. Uzmanlaşmalar dar alanlarda yetkin olmayı getirirken bütünü görememek tehlikeleriyle başbaşa bırakıyor bizi. Bilimdeki felsefedeki sanattaki verimsizlikler bu parçalı bakışın sonucu değilse nedir? Az gören yanlış görür. Uzmanlaşma dar bir alana sıkışıp kalmak olmamalıdır. Bir alanda yetkin bilgiye sahip olan bir kişinin ilgili başka alanlarda da azçok donanımlı olması gerekir. Ben yalnız Erken Ortaçağ’ı bilirim diyen bir tarihçiye, ben yalnız XVII. yüzyıl düşüncesini bilirim diyen felsefe adamına, ben yalnız mideden anlarım diyen bir tıp uzmanına nasıl güveneceksiniz? İnsan bilgisi bir bütün olduğuna göre gerçek anlamda bilgiyle uğraşanlar ufuklarını geniş tutmalılar. Uzmanlıklar gereklidir, ayrıca ben her konudan anlarım kolaycılığı tehlikelidir, bununla birlikte bu uzmanlık sorununu çok abartmak düşünce dünyasında bizi iyileşmez bir tembelliğe, içinden çıkılmaz bir kısırlığa götürebilir. Buna göre uzman kişilerin ayrıştırıcı düşünceyle bileştirici düşünceyi bir bütünün iki yüzü olarak görebilmeleri, belli bir yere bakarken bütüne de bakmayı bilmeleri gerekir. Tam anlamında ayrıştırıcı ya da parçalayıcı bir bakış bize büyük yanlışlar yaptırabilir. O durumda gördüm sandığımız şey yanlış gördüğümüz şey olacaktır.

Hekimlerle ilgili birçok yakınmanın başlıca nedeni bu sözünü etmekte olduğumuz görüş darlığıdır. Düşünce adamlarının verimsizlikleri de aynı darlıktan besleniyor. Adam mideden anlıyor barsakları göremezdi ki ya da adam Yeniçağ başlarının felsefesini biliyor Ortaçağ’dan ne anlasın gibilerden savunmalar boştur. Dar açıdan bakmak ancak teknisyenlikte uygun olabilir. Bir teknisyenden geniş bakmasını isteyemeyiz. Teknisyen her zaman ana çizgilerini çok iyi bellediği bir edimi gerçekleştirecektir. Teknisyenin dar alanda çalışıyor olması verimini düşürmez artırır. Bütünsel bakış sanatta da çok önemlidir. Özellikle sanat eğitimi yapanların geniş bakmayı bilmeleri gerekir. Sanatta bir çağın bir dönemin bir yapıtın yarısını ya da üçte birini değil bütününü görmek önemlidir. Bazı resim kitapları bazı yapıtları parçalarken, bazı yapıtların yalnızca bazı bölümlerini dikkatlere sunarken “ayrıntı” açıklaması yaparlar. Önce yapıtın bütününü vermişlerdir. Müzik yayını yapan radyoların da bütünü önemsememe konusunda büyük bir rahatlık içinde olduklarını görüyoruz. Böyle yapmakla radyo programcıları yanlış bilinç oluşturmak gibi korkunç bir işi gerçekleştiriyorlar. Şimdi size falanca yapıtın birinci ve üçüncü bölümlerini çalıyoruz. Bunu yapamazsınız. Üç bölümlük bir yapıtın bir bölümünü atıp iki bölümünü çaldığınızda başka bir yapıt oluşturmuş olursunuz, insanlara olmayan bir yapıtı sunmuş olursunuz, buna hakkınız yoktur. Hele bir yapıttan “bazı parçalar” çalıyorsanız işin ucu iyiden iyiye kaçmış demektir. Bu gibi rahatlıklar insanda bir bilinç kargaşası bir bilinç bozulması yaratır. Sanata ve sanatçıya saygıyı da en alt düzeye indirmiş olur.

Okul eğitimimiz bütünsel bakmaya kolaylık sağlayan bir yapıda değil yazık ki. O durumda kendimizi iyiden iyiye dar alanlara sığıştırıyoruz. İnsan uzmanlaştıkça kısırlaşıyor ama kısırlaştığını sezemiyor, tersine uzmanlaşmakla derinleştiğini ve ustalaştığını sanıyor. Basit konularda bunun pek de önemli olmadığı söylenebilir. Ne var ki yaşam baştan sona basit alanlardan kurulmuş değildir. Bütünü görmeye zahmet etmeme rahatlığı bizi götüre götüre nereye götürüyor? Aldırmazlığa götürüyor. Demek ki ömrü bu kadarmış diyoruz. Bir şeyin iyisiyle kötüsünü yeterlisiyle yetersizini ayıramayacak durumlara çok çabuk düştüğümüz oluyor. Bir sonatı iyi çalanla kötü çalan arasında bir ayrım yapma gereği duymayabiliyoruz. Bir takım biçim oyunlarıyla gözümüzü boyamaya kalkan sinemacıyı büyük sanatçı diye alkışlayabiliyoruz. Kötü eğitildiğimiz için kötü eğitiyoruz. Sonra da biraz aklı başında olanlarımız ara sıra şu soruyu sorma gereği duyuyorlar kendilerine ya da birilerine: biz neden sanki hep yetersizlikler üretir duruma düşüyoruz?

Bugünün koşullarında bu topraklarda yaşayan insanın bakışı dar alanlara yönelmiş görünüyor. Bu biraz da azla yetinmek anlamı taşımıyor mu? Gündelik olanı kovalamak ve daha çoğunu öngörmemek bir gelişmemişlik hastalığından başka bir şey olabilir mi? O durumda insanlar yaptıkları işten haz duymuyorlar. Onarırım diyen adam onarmaya çalışırım ama bu arada bozabilirim de demek istiyor. Hemen her yerde soru işaretleri var, yanlışlar ve yetersizlikler var. Atılan sayısız pozlara karşın kimse kendine güvenmiyor.

2002180cookie-checkBütünü görebilmek

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.