Cemaat ve çözüm

GÜLEN CEMAAT’İ İLE AKP’NİN ORTAK PAYDASI : KÜRT SORUNUNDAKİ ÇÖZÜMSÜZLÜK POLİTİKASIDIR

Kürt sorunun demokratik çözümüne ilişkin yapılan tartışmaların merkezinde duran önemli politik güçlerden biri de Gülen cemaatidir. Cemaatin soruna yaklaşımı aynı zamanda AKP’nin bakış açısını yansıtacağı biliniyor.

Mevcut rejimin iç ilişkilerinde yapısal değişikliklerin meydana geldiğini artık herkesin kabul ettiği bir durumdur.İslamcı hareketin farklı politik güçleri arasındaki iktidar mücadelesi esasen Gülen ile Erdoğan isimlerinde somutlaşmaktadır. Devletin farklı kurumları içerisinde güç olmaya ve rekabete dayanan iktidar mücadelesi çatışma ve uzlaşma ekseninde şekilleniyor. Cemaat ve AKP politik eğilimi, devletin stratejik konularından esasen hem fikirdirler.

Kürt sorunun çözümüne ilişkin yapılan tartışmalarda İslamcı hareketin bu iki politik eğilimi arasında önemli bir farklılığın oluştuğu, AKP’nin çözüm, cemaatin ise çözümsüzlük politikasından yana olduğuna dair bir kanı oluşmuş bulunuyor. Özellikle Kürt politik güçlerinden böylesi bir eğilim gelişiyor. Öyle ki, Cemaat ile AKP arasındaki çatışmalı konulardan birinin Kürt sorunun çözümüne ilişkin yaklaşım olduğu belirtiliyor.

Devletin farklı politik kurumları içerisindeki güç ilişkilerine bakıldığında AKP ile Gülen Cemaati arasında belirli bir dengenin oluştuğunu tespit etmek çok da zor olmazsa gerek. Erdoğan, kendi iktidar gücünü pekiştirmek ve sistem içerisindeki otoritesini süreklileştirmek için Cemaat ile dönemsel çelişkiler yaşıyor. Aynı şekilde cemaat de, yıllarda dayanan örgütlenmelerini ve ele geçirilen mevzileri kaybetmek istemiyor. Bu bakımdan ikisi arasında iktidar mücadelesine dayanan bir rekabet söz konusudur. Yani bu çatışma ideolojik-politik olmayıp iktidarda kimin etkin olacağına ilişkin pratik bir sorundur.

Türkiye’nin sosyolojik ve sosyo-politik gerçeği olan İslamcı Hareketin politik niteliği esasen aynıdır. Bu bakımdan Gülen cemaati de, AKP de politik olarak Türk-İslam/İslam-Türk sentezine dayanan bir ideolojik çizgiye sahiptirler. Türklük olgusu Cemaatin olduğu gibi AKP’nin de, devletin de stratejik/ideolojik ilkelerinden biridir. Cemaate ve AKP’ye yön veren temel olgu budur. Kürt sorunun çözümüne ilişkin genel politik yaklaşım da bu ilkeden bağımız olmadığı gibi, esasen yön veriyor.

Kürt sorunun çözümüne ilişkin AKP ve Cemaat arasında temelde bir farklılık olduğu, hatta Erdoğan’ın çözümden yana olduğu, Gülen’in ise karşı çıktığı gibi çok ciddi bir yanılgı sözkonusudur. özellikle Kürt politik güçleri arasında giderek kabul gören bir eğilim olarak ortaya çıkıyor. Bunun esasen çok ciddi bir yanılgı olduğunu belirtmek bir yana, Erdoğan ve AKP’nin Kürt soruna ilişkin temel yaklaşımı neyse, Cemaatinki de aynıdır.

Kemalist rejimden bugüne kadar geçen bütün tarihsel süreçler dikkate alındığında, sistemin Kürtlere temel yaklaşımı hep aynı oldu. Geçmişten ve bugün izlenen politik yaklaşım esasen aynıdır. Uluslararası ve bölgesel koşulların değişmeye başlaması, zorunlu olarak Kürtlere yönelik politikalarda bir kısım revizyonlar kaçınılmaz hale geldi. Sistemin stratejik-kırmızı çizgilerinin aşılmasını sağlayan en önemli faktör ise Kürt halkının Cumhuriyetten bu yana kesintisizce sürdürdüğü mücadelenin son 30 yılda vardığı noktadır. Bugün Ortadoğu’da Kürtlerin stratejik bir güç olmasında PKK’nin yürüttüğü silahlı mücadelesinin tartışılmaz bir rolü ve etkisi bulunuyor. Ortaya çıkan bu reel durum, aynı zamanda Türk devletinin varlık nedeni olan ideolojik-politik ‘kırmızı’ çizgilerinin aşılmasına yol açtı. Bugün de sistemi elinde tutan Cemaat ve AKP ikili iktidar gücü, bir kısım tavizler vermek zorunda kalmış bulunuyor. Ancak bu iki gücün esasen Kürt sorunu demoktatik bir tarzda çözme ve Kürtlerin özgürleşmesine yol açacak olan demokratik taleplerinin karşılanmasına yönelik her hangi politik bir yönelimlerinin olmadığını görmek pek de zor olmazsa gerek.

PKK lideri Öcalan tarafından başlatılan Kürt sorunun ‘demokratik çözümüne’ ilişkin yaklaşımına devletin yönelimi çok dikkatli bir tarzda incelendiğinde, rejimin mevcut politik eğiliminin ne olduğunu görmemiz mümkün. Bugünkü verili koşullarda devlete egemen olan politik ekibin AKP ve Cemaat olduğu açıktır. Bu bakımdan AKP ve Cemaat’in Kürt soruna temel yaklaşımı aynıdır. Aralarında bir kısım ‘küçük’ farklılıklardan bahsetmek, onların esas politikalarını değiştirmez.

Bu bakımdan Amerika’da fetva veren Gülen’in zaman zaman Erdoğan’ı hedef tahtasına oturtmasının nedeni Kürt sorunu olmayıp, kendi aralarındaki iktidar mücadelesidir. Aralarındaki çatışma straejik olmayıp karşılıklı güç ilişkilerinin dengelenmesi olarak ön plana çıkmaktadır.

Peki Cemaat Kürt sorunu konusunda ne diyor ?

Cemaat, Kürt meselesinin bölgesel denklem içindeki tarihsel rolünü, belki de AKP’den çok daha iyi kavramış durumdadır. Bu bakımdan AKP’ye açık ve gizli bir şekilde yön veriyor. Gerçekten AKP’nin gerisinde mi bulunuyor?

Gülen’in basındaki sözcüsü olan Hüseyin Güzelce’nin AKP’nin Kürt soruna ilişkin yapması gerekenleri belirtirken şunları vurgulamıştı:

« 1. AK Parti, BDP’nin dümen suyuna girmeyecektir. BDP ile başkanlık, yarı başkanlık karşılığında pazarlık olmayacaktır.
2. AK Parti, KCK-PKK’nın meşrulaştırılarak; terör, şiddet ve baskı ile elde edemediklerini, çözüm sürecinde elde etmesine asla göz yummayacaktır.
3. Yeni anayasa ve demokratikleşme, KCK-PKK-BDP’ye rehin verilmemiştir, verilmeyecektir. Zaten bu konuda bu çizgi, parti kapatmanın zorlaştırılmasına karşı çıkmak ve referandumda hayır cephesinin değirmenine su taşımaktan sabıkalıdır. Demokratikleşme talebinin asıl sahibi, 2010 referandumunda yüzde 58 evet diyen iradedir…
4. Türk milleti, anayasada silinmeyecektir. Ancak herkesi Türk olarak tanımlama devri, vesayet zihniyeti bitecektir.
5. AK Parti, Türkiye’yi federasyona götürecek, ardından da bölünmesine neden olacak bir tavizi asla vermez, vermeyecektir… » Bunlar Gülen cemaatinin Kürt soruna ilişkin yaklaşımını ortaya koyuyor.

Gülen adına konuşan Güzelce ne demek istiyor :

Birincisi, Kürtlerin hiç bir politik kuvvetiyle pazarlık yapılmayacak.
İkincisi, PKK’nin politikleşmesine asla izin verilmeyecek
Üçüncüsü, Türkçülükten vaz geçilmeyecek
Dördüncüsü, Özerklik, Federasyon gibi ‘üniter yapıyı’ zaafa uğratacak tavizler verilmeyecektir. Yani ‘Milli Misaki’ kesintisizce devam etmeküedir.
Gülen’in yayınlanan son iki kasetindeki konuşmalar dikkate alındığında buna benzer açıklamaları görmek mümkün. AKP’ye çok ciddi uyarılar yapıyor. Bölünmez bütünlüğe vurgu yaparak yanlış adımların atılmaması gerektiğini belirtiyor.

Peki AKP bütün bunlardan farklı ne söylüyor ? Hiç bir şey söylediği yok. Erdoğan’ın çözüm sürecine ilişkin somutlaşmış politik bir planı var mı ? Olmadığını en iyi bilen BDP’nin kendisidir. AKP’nin Anayasa taslağına göz atanlar bu gerçeği çok daha net görürler.

Öyle ki, Gülen cemaati anadilde eğitimden yana olabileceğini belirtiyor. Güney Kürdistan’da Gülen cemaatine ait olan 35 okulda Kürtçe eğitim verdiğini ve alt yapılarının olduğunu belirtiyorlar. Eğer devlet yasal mevzuatlar çıkarırsa bu deneyimlerini Kuzey Kürdistan’da da kullanabileceklerini vurguluyorlar. Gülen daha önceki bir kasetinde belirtmişti : ‘Kürtlere kendi dilinde seslenerek onların kılcal damarlarına girmeliyiz.’ Yani anadilde eğitimi, Kürtlerin doğal bir hakkı olmaktan çok, Kürtleri dinsel olarak kontrol altına almanın bir aracı haline getirmekten bahsediyor.

Peki AKP’nin demokratikleşme paketinde ve hazırlamış olduğu Anayasa Taslağında, Anadilde eğitimden bahsediliyor mu ? Hiç bir şekilde bahsedilmiyor. Türklük gibi ırkçı kavramları Anayasadan çıkaraçağını söylüyor mu? Söylemediğini, tersine ‘Türklük’ kavramının kalacağını biliyoruz. Özerklik söz konusu mu? Değil.
Öcalan’ın ateşkes kararı ve gerilla güçlerinin Güney Kürdistan’a çekilmesi önerisinin fiilen yaşam geçmesine paralel olarak AKP’nin Kürt sorunun çözümüne ilişkin attığı her hangi somut önemli bir adım var mı? Henüz yok. Hazırladığı stratijik bir proje var mı? Yok.

Peki Atılan Somut Adımlar Nelerdir?

Politik çözüme esasen kapalı olan devlet, Kürtleri çok sinsi ve tehlikeli yöntemlerle örgütsel ve politik yapısını dağıtmaya yönelmiş bulunuyor. Amed başta olmak üzere Kürt illerinde çok yönlü psikolojik savaş uygulanmaya konuldu. Amed üzerinde ekonomik, sosyal ve kültürel bir ablukanın uygulanması kararı alındı. Medya patronları orada toplantı yapıyor, canlı yayınlar gerçekleştiriyor. Halen ableminde ‘Türkiye Türklerindir’ yazan Hürriyet Gazetesi yayın kurulu toplantısını Amed’de yapması tesadüfi olmazsa gerek. Ekonomisiyle, medyasıyla, kültürüyle, futboluyla Amed bir kuşatmaya alınıyor. TUSİAD ve MUSİAD gibi işadamları dernekleri devlet destekli çok yönlü sermaye yatırımına yöneldi. Sivil-kamu dernekleri adı altında yürütülen örgütlenme çalışmalarına bu dönemde çok daha fazla ön plana çıkmaya başladı.

Bir bakıma Kürdistan’da ‘ikinci bir İstanbul yaratılarak’ Kürt hareketinin toplumsal dinamiklerinin karılması hesaplanıyor. Kürdistan’da uygulamanmaya konulan ‘Büyük Şehir’ projeleri söz konusu tasfiye eksenli sosyal projeler de bu sürecin birer parçası haline getiriliyor. Örneğin önümüzdeki bir yıl içinde sadece Amed de TOKİ tarafından 500 bin konutun yapılması için bir projenin hazırlandığının kamuoyuna duyurulması, yönelemin ana halkasını gösteriyor. Aynı yönelim Muş, Van ve hatta Hakkari’yi kapsayarak genişletileceği belirtiliyor. Hüseyin Çelik’in, ‘silahlar sussun, Yüksekova’nın her köyüne yönelik projelerimiz uygulamaya girecek’ diyordu. Bu projelere kesinlikle karşı değilim ve Kürtlerin de başkaları gibi çok daha rahat ve doğal bir ortamlarda yaşamaları hakkıdır. Bunları karşılaması gereken de devlettir. Ancak sorun, Kürtlerin sosyal hakların karşılanması olarak değil, Kürtlerin politik taleplerinin, bu yöntemlerle etkisizleştirilmesi olarak hesaplanmaktadır. Böylelikle, orta ve uzun vadede, çok yönlü projelerin uygulanmaya konulmasıyla Kürt hareketinin toplumsal tabanının zayıflatılacağı düşünülüyor. Bu projenin ne kadar başarılı olma şansı bir yana, esas sorun AKP-Cemaat ittifakına dayanan devletin çözüm sürecine ilişkin bakış açısına dikkat çetmek önemlidir.

Gülen Cemaat’in Kürdistan bölgesinde, kendisine has olarak yürüttüğü faaliyetlerde çok kapsamlı bir artışın olduğunu bilmeyen yok. Politik ortamın görece sakinleşmesi, çatışmazlık ortamının oluşması, özellikle eğitim ve sosyal alanda çok daha kapsamlı projeleri uygulama kararı aldı. Süleymancıların da devlet dışında yeni kuran kursları açmaya başlaması Kürtlere yönelik izlenen politikaların küçük birer parçasını oluşturmaktadır.

İlginçtir, ev yapmakla bilinen TOKİ, Kürdistan bölgesi olunca ‘Kale Karakollar’ da yapıyor. Gerillalar geri çekilirken, AKP-Cemaat devleti,TOKİ tarafından yapımına devam edilen 402 kalekol’dan 149’unu tamamlayarak askerlere teslim etti. Çatışmasızlık ortamını da kullanarak ‘Kalekol’ adı verilen yeni savaş merkezlerin yapımı hızlandırıyor. Önümüzdeki bir yıl içerisinde 402 karakol tamamlanarak askerlere teslim edilecek. Kale karakollarının yapısı için söylenenlere bakalım :“Daha önce bu inşaatları yapan firmalar, PKK tarafından tehdit edilip iş yapmaları engelleniyordu. Yollara patlayıcı yerleştirilerek bu inşaatlar engelleniyordu. Şimdi silahların susması ile çalışmalar hızlandı.” Yani silahların susmasını ve gerillanın çekilmesini devlet, Kürtlere karşı karakolların yapımına hız vererek yanıt veriyor.

Ayrıca doğanın ekolojik yapısını bozmasına neden olan ama tamamen savaş gerekçesiyle yapılan ‘politik barajların’ yapılmasına hız veriliyor ve yapımı tamamlananların da su alınmasına başlandı. Yani bir yıl içinde gerilla için savaş mevzileri olan bir çok bölge, sular altında kalarak rolünü kaybedecektir. Böylelikle devletin savaş ve tasfiye politikalarına hizmet bütün askeri ve politik uygulamalar kesintisizce yerine getiriliyor. Devlet’in, Gülen ve diğer cemaatlerin birlikte hazırlayıp uygulamaya koydukları, Kürtlerin tasfiye politikası geçmişten farklı olarak çok daha kapsamlı olarak yürütülüyor.

PKK’ye Karşı Kürt Hizbullahı ve Kürt El Kaidesi

Politik İslamcı hareketin, Kürt coğrafyasındaki örgütlenmesi de tahmin edilenden çok daha hızlı ve kapsamlı bir şekilde geliştiriliyor. Birincisi Hizbullah, Kürt coğrafyasının hemen her bölgesinde örgütleniyor. Hizbullah, devlet desteğiyle özelllikle yerel seçimlere hazırlanıyor. BDP elinde bulunan bir çok belediye’yi ele geçirerek yerel alanlarda ‘hizbullah’ iktidarları yaratarak yeni mevziler kazanmayı hedefliyor. Bu yönelim, bölgenin dinamikleri üzerinde yükselen Hizbullah ile devlet gücü haline gelen AKP ve cemaatlerin ortak ittifakına dayanmaktadır. Böylelikle Kürt Hareketinin toplumsal tabanının zayıflatılmasının önemli bir aracı olarak kullanılacaktır. Bir başka yönelim de, oluşum üserici içerisinde olan ve önemli bir mesafe kateden Kürt El-Kaidesi’nin önümüzdeki süreçte Kürt Politik Hareketiyle çatıştırılmasıdır. Bugün Suriye’de savaşan ve sayıları binlerle ifade edilen Kürt İslamcı militanının önemli bir kesiminin Kürdistan’a dönerek, yeni çatışmalı sürece nesnel bir zemin hazırlayacaklardır. Ancak bu çatışma esas olarak PKK’nin yerel güçleriyle başlayarak yayılacaktır. PKK’nin Güney Kürdistan’a çekilmesiyle özellikle askeri alanda oluşan boşluğu Kürt El Kaideasi, yasal-politik alanda doğabilecek boşluğu da Hizbullah ile doldurulması için ortak planlar hazırlanıyor. Bu yönelimler, AKP-Gülen Cemaatine dayanan devletin belirlediği politikalara paralel olarak gelişiyor.

Bülent Arınç’ın Gülen’i Ziyaret

Bu ziyareti ayrı bir konu olarak ele alacağım. Ancak konu bağlamında vurgulanması gereken bir kaç noktaya dikkat çekmek istiyorum. Gülen’in kamuoyuna yayınlanan son bir kaç kasetinden sonra iplerin gerilmesi ve Gülen cemaatinin parti kuracağına ilişkin özellikle İslamcı medyada çıkan haberlerden sonra Erdoğan’ın talimatıyla Arınç, Gülen’i ziyaret etti. Ziyaretin amacı Cemaat ile AKP arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi amacı taşıyordu. Arınç’ın yaptığı açıklamaya dikkat edildiğinde, Gülen’in çok önemli uyarılar yaptığı, dahası talimatlar verdiği anlaşılıyor. Sözkonusu uyarıların esası ‘devletin bölünmez bütünlüğü’ üzerindedir. Ayrıca PKK’nin meşrulaştırılmasına yönelik olası girişmelere karşı AKP’nin alması gereken politik önlemlere vurgu yaptığı anlaşılıyor.

AKP ile Cemaat arasınadaki ilişkilerin yeniden rayına oturması, Kürt sorunun politik çözümü AKP ve Cemaatin gündeminde giderek düşme eğilimine girmeye başladı. Akil Adamları AKP’nin politik yedek gücü haline gedikten sonra işlevini esasen tamamladı. Parlamentoda oluşturulan ve bir komediye dönüşen ‘çözüm komisyonu’nun hiç bir işlevi bulunmuyor. Gerillaların çekilmesi, gündemden önemli oranda düşürüldü. Özellikle İslamcı basında tek bir kelime dahi söz edilmiyor. Çekilmeden sonra atılacak bazı somut adımlar gündemden kaldırıldı. Söz konusu bir planlama bulunmuyor.

Cemaat ile AKP’in iktidar ilişkilerinde yeniden anlaşması, Kürt sorununa yönelik atılması gereken adımların minimum düzeyde tutularak, işin içinde çıkmak konusunda hem fikir oldukları anlaşılıyor.

Sürece müdahil olan Kürtlerin politik güçlerinin AKP’nin çözümden yana Cemaat’in çözüme karşı olduğu gibi doğrudan veya dolaylı yaklaşımlar kesinlikle doğru değildir. AKP ile Cemaatin Kürt sorununa yaklaşımı aynıdır. İkisinin ortak yanı, Kürt sorunun sürece yayarak, ellerindeki büyük olanakları çok yönlü kullanarak, kısmi biçimsil yönelimlerle Kürt meselesini çözdükleri havasını yaratak işin içinde çıkmaya çalışıyorlar.

Gerekli duyarlılık gösterilmez ve politik önlemler alınmazsa, AKP-Cemaat devleti önemli mevziler elde edecektir.

Bu bakımdan AKP’nin ve Cemaat’in Kürt politikasına karşı duruşu aynıdır. Karşı politik reflekste aynı olmalıdır. İkisi de madalyonun ters yüzleridir. İkisi de Kürt sorunun demokratik çözümünden yana değildir.

1608130cookie-checkCemaat ve çözüm

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.