CHP, Kürt sorununun çözümüne neden karşı?

Türk devleti kuruluşundan beri, belki de en karmaşık politik sürecini yaşıyor. Kürt sorunu çözümüne dair devletin farklı klikleri arasında bir kısım çelişkiler ortaya çıkmış bulunuyor. Özellikle kendisini devletin kurucusu ve gerçek sahibi gören CHP’nin izlediği politika, sorunun çözümünde önemli bir temel halkayı oluşturacak. Devletin İslamcı kanadının Kürt Hareketi ile başlatmış gibi görünen sürece muhalefet eden CHP, hem devletin geleneksel ırkçı ve asimilasyoncu politikalarından ısrar ediyor, hem de kendi içerisinde bir kısım çelişki ve çatışmalar yaşıyor. Başında Kürt ve Alevi kökenli bir başkanın bulunduğu CHP’nin statükoya bu düzeyde direnmesinin politik arka planı anlaşılmadan, bugün izlediği politikanın esası anlaşılamaz.

Bu bakımdan Kürt sorununda devletin geleneksel politikasında ısrar eden ve bir bakıma sistem içerisinde burjuva reformlarıyla dahi bir çözüme yanaşmayan CHP’nin direngenliği onun politik tarihiyle bağlantılıdır. Bu bakımdan CHP’nin bugünkü durumun anlamanın yolu, devlet kuran parti olarak onun ideolojik-politik çizgisini analiz etmekten geçer. Aksi takdirde bugün Kürt ve Alevi kökenli bir başkana sahip olan CHP’nin Kürt sorununda neden bu kadar ısrar ettiğini, Kürtlerin politik, sosyal ve kültürel haklarına karşı bu kadar direndiğini anlamak mümkün değildir.

CHP’nin Tarihi, Demokrasiye Değil, Tek Şefliğe Dayanıyor

27 yıl tek başına iktidarda olan CHP, aynı zamanda devleti yöneten ve oluşturan tek siyasal güçtü. M. Kemalin ve daha sonra İ. İnönü’nün de hem Cumhurbaşkanı hem CHP Genel Başkanı olması dahi devletle iç içe geçen bir siyasal mekanizma olması bakımından son derece önemlidir.
Kemalistlerin kurduğu ‘genç’ Türk devletinin biçimi ‘Cumhuriyet’ olmasına rağmen, devletleşen tek parti diktatörlüğüne ve ‘ebedi ya da milli şeflerin kişisel hâkimiyetine dayanan iktidar biçimi ön plana çıkmıştı. Yasamanın, yürütmenin ve yargının bütün yetkileri sadece ve sadece ‘ebedi şef ve milli şeften’ toplanmıştır.

CHP’de “Lider- Doktrin- Teşkilat” üçlemesi öz ve biçim olarak faşist hareketin temel bir örgütleme modelinin bir biçimdir. M. Kemal’e biçilen şef veya liderlik misyonları da faşist hareketin liderlik anlayışının bir kopyasıdır.

CHP Genel Sekreterlerinden M. Şevket Esendal, Prof. Velidedeoğlu’na şunu söyler; “Siz bir hukuk profesörüsünüz… Bilirsiniz ki, bazı memleketlerin anayasaları yazılmış, bazılarınki ise yazılmamıştır… Bizim ise, iki anayasamız vardır: Yazılmış ve yazılmamış. Bunlardan yazılmış olanı, senin kitapta okuduğun, Teşkilatı Esasiye Kanunu(1924 Anayasası)’dir. Yazılmamış olanı ise, şimdiki fiili durumumuz, yani Şef sistemimizdir. Bu sistem kuvvetini CHP’den alır…” Sanırım, ‘şeflik’ sisteminin etki gücü yoruma yer bırakmayacak kadar çok açık olarak belirtilmiş. Bugün Erdoğan’a yön veren zihniyet de budur.

Bugün AKP ve Erdoğan’ın istediği başkanlık sistemi aslında CHP’nin 1946 yılana kadar Türkiye’de fiilen uygulanan tek şeflik’ yönetim sisteminin 21.yüzyıla uyarlanmış halidir. CHP, Erdoğan’ı ve AKP’yi, tek lider-tek şef ve anayasa üstü yetkiler isterken eleştiriyor. Ancak kendi politik tarihine aynı şekilde sahip çıkıyor.

CHP’nin İdeolojik Çizgisi Devletin Stratejisini Oluşturuyor

1923’lerden bu yana devletin ideolojik-politik dayanakları varlığını koruyor. Dönemsel ihtiyaçlara göre bir kısım politikalarda değişiklikler olmasına rağmen esasen aynıdır. Devletin stratejik politikalarının ana kaynağı ise CHP’nin ideolojik ilkeleridir.

CHP’nin ve devletin ideolojik politik olarak üzerinde yükseldiği temel unsular: 1- Yayılmacı- ilhakçı politikaları esas alan ‘Pan-Türkizm/Turancılık, İttihat ve Terakki Geleneği, 2- Ülkede kapitalizmin gelişmesinin ekonomik politik temellerini oluşturan İzmir İktisat Kongresi, 3- Irkçılığı ve milliyetçiliği ideolojileştiren Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi, 4- Avrupa’da gelişen faşizmin CHP’deki ideolojik etkilenmeleri, 5- CHP’nin ideolojik politik stratejisini oluşturan Anti-komünizm.

Türkiye’de faşizmin ideolojik ve politik alt yapısını oluşturan bu görüşler, bugünkü AKP İslamcı devletinde de esas ilkeleridir. İslamcılık nispeten ön plana çıkmakla birlikte, devletin varlık nedeni olan temel ilkeler olarak halen savunuluyor ve devlet bir bakıma bu perspektifle örgütlenmeye ve yönetilmeye devam ediliyor. Bu bakımdan CHP’nin inkârcı politikalardan ısrar etmesi aynı zamanda devletin, cumhuriyetin kuruluşundan beri izlediği politikaları savunmasından ileri geliyor.

CHP Türkçülük İlkesi Üzerinde Kürtleri Yok Sayıyor

Kürt Siyasal Hareketi’nin vermiş olduğu 40 yıllık mücadele, Kürtlerin toplumsal gücünün uluslar arası alanda kabul görmesini sağladı. Bugün devlet, Kürtlere yönelik bazı adımlar atmak zorunda kalıyorsa, hiç şüphesiz ki bu Kürt halkının gösterdiği büyük direnişten ileri geliyor. Bütün bu realiteye rağmen, devlet, Kürtlerin sosyolojik-politik varlığını kabullenmemek için her türlü oyunu oynuyor.

Çözüm süreci olarak gösterilen yeni dönemin en önemli halkası, Kürtlerin politik ve sosyal bir güç olarak kabul edilmesidir. Bugün CHP çok açık olarak buna karşı bir direniş gösteriyor. Kürtlerin bir ulus olarak varlığını hiçbir şekilde kabul etmek istemiyor. Çünkü devletin Kürtleri yok sayan ve ırkçılığa dayanan Türkçülüğü devletin stratejik politikası haline getiren CHP’dir.
Anadolu’da bulunan bütün ulus ve ulusal azınlıkların inkarı temeli üzerinde geliştirilen Türk Milliyetçiliği, Türklerin ‘en üstün ırkı temsil ettiği’ görüşünü esas alıyordu. Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı yapmış Şükrü Saraçoğlu: “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve en az o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir…”

27 Mayıs 1934’de ‘İskan Kanunu Muvakkat Encümen Raporu’nda; “Öteden beri Türk kültürüne uzak kalmış olanların ülkede yerleşerek onlara Türk kültürünü benimsetmek için devletin yapacağı işler bu kanunda açıkça gösterilmiştir. Türk bayrağına gönül bağlamamış iken Türk yurttaşlığını, kanunun onlara verdiği her türlü hakları kullanmakta onları, Türkiye cumhuriyeti uygun görmezdi. Bunun içindir ki, bu gibileri Türk kültüründe eritmek ve onları Türk oldukları için daha sağlam yurda bağlamak yollarını kanun göstermiştir…” Zora ve şiddete dayanarak uygulanan asimilasyon politikası ile Anadolu da yaşayan farklı etnik ulusların Türkleştirilmesi politikası çok net olarak ortaya konulmuştur. Bu sadece Anadolu’nun tarihini inkar etmek değil aynı zamanda ve en önemlisi de, faşistleştirilmiş ırkçılık politikası eksenin de sömürgeleştirilme politikasıdır. M. Esat Bozkurt 1930’da TBMM’nde yaptığı bir konuşmada; “Türk, bu memleketin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır; Hizmetçi olma, köle olma hakkı. Dost ve düşman dağlar bu hakikati böyle bilsinler…”

Bugünkü CHP, bütün bunlara karşı tek bir eleştiri dile getirmediği gibi yazılacak olan ‘yeni’ anayasada bu görüşlerin esasının korunması gerektiğini, anadilde eğitimin söz konusu olmayacağını çok açık olarak belirtiyor. Yani Kürtlerin politik, sosyal ve kültürel haklarının verilmesi için anayasanın ırkçı, milliyetçi ve faşist yasalarının değiştirilmesine karşı çıkmakta ve statükonun devamından ısrar etmektedir. Bu bakımdan CHP, burjuva demokrasisinin sınırları içerisindeki çözüme dahi karşı çıkıyor.

CHP, Devlet Dini Oluşturdu

CHP’nin laik olduğu vurgusu hemen her zaman yapılır. Özellikle CHP’nin altı ilkesinden birinin ‘laiklik’ olması nedeniyle CHP’ye sürekli modern ilerici bir misyon yüklenir. Konumuz burada laikliğin ne olduğu ve nasıl kavranması gerektiği değil. Ancak CHP, hemen hiçbir dönem klasik anlamda dahi laik bir parti olmadı. Özellikle Ortadoğu’da laiklik görünen sistemlerin tamamında milliyetçilik, egemen ulus şovenizmi sisteme bütünlüklü olarak hâkimdir.

CHP’nin bütün politik yaşamı boyunca gündemleştirdiği ‘laiklik’ ilkesi somut olarak analiz edildiğinde, geçekten laik bir politik sistem savunmadığı ve daha çok bir kısım muhaliflerini yok etmek için kullandığı bir araç olduğu görülür. Laiklik biçimsel olarak savunulmasına rağmen Anayasanın ikinci maddesi; ‘Türk devletinin dini İslam’dır’ olarak yazılıydı. Daha sonraki yıllarda, Başbakanlığa bağlı ve kendi içinde özerk ve toplum üzerinde önemli bir etkinliğe sahip olan ‘Diyanet İşler Başkanlığı’ oluşturuldu. Din doğrudan devlet denetimine alındı. Din ile devlet ayrıştırılmadı iç içe geçirildi.

Milli Şef İ. İnönü, 7 İHL’ni açarak, “…İmam Hatip Liselerinin tümden kapatılması yanlıştı…” değerlendirmesi ile cumhuriyet kuruluş döneminin özeleştirisini yaptı ve CHP’nin Başbakanı Şemsettin Günaltay da; “İlk mekteplerde din dersleri okutmaya başlayan bir hükümetin Başbakanıyım. Bu memlekette Müslümanlara namazlarını öğretmek, ölülerini yıkamak için İmam Hatip Kursları açan bir hükümetin Başbakanıyım. Bu memlekette Müslümanlığın yüksek esaslarını öğretmek için İlahiyat Fakültesi açan bir hükümetin başbakanıyım…” diyordu. Yıllardır laikliği savunduğunu iddia eden devlet partisi, politik İslam’ın önün açan ‘cesaret verici’ kararlar almıştı. Bu bakımdan Türkiye toplumunun İslamcılaştırılması stratejisi esasen CHP’nin uygulamaya koyduğu bir politikaydı. CHP hem İslam’ı devlet dini olarak yasallaştırdı, hem de ‘Diyanet İşler Başkanlığı’nı sistemin en stratejik kurumu haline getirdi. CHP’nin ‘Politika Araştırmaları Merkezi’(PAM) tarafından hazırlanan bir raporda ‘Din Eğitimi’ bölümünde “CHP iktidarında; İmam Hatip Okulları orta öğretimin “Çok Amaçlı Okullar” sistemine dâhil edilecek; çağdaş, nitelikli din görevlisi yetiştirecek öğretim ortamı geliştirilecektir. İlahiyat fakülteleri ise başta bu okullara öğretmen olmak üzere, toplumun aydın din adamı ihtiyacını karşılayacak şekilde, eğitim ve öğretim programları ile beraber, yeniden düzenleyecektir…” ‘İslam’ın eğitim sisteminin bir parçası haline getirilmesinde CHP programında ifade edilen görüşleriyle AKP’nin yaklaşımları arasında önemli bir benzerlik bulunuyor.

CHP, Kürdistan’da Tabela Partisi Olarak Kaldı

ÇHP, devletin kurucu partisi olarak Kürt illerinde hemen hiçbir dönem örgütlenmedi. 1970-1980 yılları arasındaki tarihsel sürecin dışında, Kürt illerinin birçoğunda CHP’nin il binaları bulunmuyordu. CHP sadece bugünkü özgün tarihsel süreç nedeniyle değil her dönem Kürdistan’da tabela partisi olarak kaldı.

Tek parti iktidarı ile devletleşen CHP, özellikle Kürt illerde valiler, ilçe ve bucaklarda askerler parti yöneticiliği yaptı. CHP, kompradorlarla, büyük-toprak sahipleriyle, tefeci-tüccarlarla iletişim halindeydi. Toplumun diğer önemli bölümüyle hemen hemen ile hiç bir iletişimi bulunmuyordu. Örneğin, 1931 yılında CHP’nin 8 ilde örgütlülüğü yoktu. 1936’da bu sayı 12’ye çıkıyor. Daha önce örgütlenmesi bulunan 4 ilde (Bitlis, Bingöl, Tunceli ve Van) mevcut örgütlenmelerini durdurmak zorunda kalıyor. CHP’nin örgütlenmesinin bulunmadığı iller; Beyazıt/Ağrı, Diyarbakır, Erzincan, Elazığ, Tunceli, Hakkâri, Mardin, Siirt, Urfa, Bitlis, Bingöl ve Van.

İsmail Beşikçi’nin yaptığı bir araştırmada, Kürt illerinden atadığı milletvekillerinin bir kısmı ya şeyh ya da aşiret reisleridirler. “…1920-50 döneminde Vanlı İbrahim Arvas, tayin listelerinden sürekli yer alan bir şeyhtir. Aynı şekilde Hakkı Ungan, 1923’ten öldüğü 1943 yılına kadar mebus tayin edilmiş bir şehytir. Diyarbakır Mebusu Zülfü Tigrel, Siirt Mebusu Halil Hulki, Mahmut Soydan, Süreyya Özge Evren sürekli ‘mebus’ tayin edilen şeyhler arasındadır…” Bir kısım da hayatı boyunca tek bir kez dahi Kürt ilini gidip görmemiş olan İstanbul ve Ankara’daki bürokratlardır.

Ayrıca Kürt ulusal bilincinin geliştiği illerde CHP’nin varlığından bahsetmek artık mümkün değildir. 14 il’de(Ağrı, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Hakkâri, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Van, Batman, Şırnak ve Iğdır) CHP’nin oy ortalaması 1995’te % 4,7, 2002’de 8,7 ve 13 Haziran 2011 seçimlerinde ise bu oran % 3,6 olarak gerçekleşmiş. Bu veriler cumhuriyetten günümüze kadar geçen süreçte CHP Kürt illerinde her hangi bir toplumsal tabanı olmadığını ortaya koyuyor.

CHP, Kürt Sorununu ‘Terör Sorunu’ Olarak Görmekten Kurtulamadı

CHP Programının en önemli maddelerinden biri de “Ulusal Güvenlik ve Dış İlişkiler” bölümüdür. Şunlar söyleniyor, “Terör ülkemizin ve demokrasimizin en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir. İktidar iddiasında olan siyasal partiler özellikle bu konuda bilgili, birikimli ve hazırlıklı olmak zorundadırlar… Siyaset şiddet ve terörü sürekli izlemek, incelemek bilgi ve haber toplayıp değerlendirmek, başka ülkelerdeki kazanımlardan da yararlanarak uzun dönemli senaryolara göre seçenekli önlemler üretmek, önermek ve uygun teknolojiyi sağlamakla görevli ‘İç Güvenlik Araştırma Enstitüsü’ birimi oluşturulacaktır.” CHP, terörizme karşı mücadele adı altında, kontrgerilla yöntemlerinin bir bütün olarak uygulanması gerektiğini savunuyordu.

CHP’nin askeri güçleri de iç savaş koşullarına göre yeniden dizain edilmesini savunurken şunları vurgulamıştı: “Jandarma birliklerinin teröre karşı kırsal mücadele için yeterince eğitilmemiş olmaları nedeniyle, Jandarma örgütü yerine sadece İçişleri Bakanlığı’na bağlı, profesyonel elemanlardan kurulu, kırsal polis niteliğinde yeni bir sivil iç güvenlik örgütü oluşturulmalıdır.” Bir Kuvvet Komutanlığı gibi örgütlenmiş Jandarma’nın ‘terörle’ mücadelede zayıf kaldığı daha profesyonel hale getirilmesi ve iç güvenlikten görevlendirilmesini savunan CHP’nin stratejik planında saldırılarının ana hedefinde kimlerin olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde, Özel Timi de, daha aktif ve profesyonel bir statüye kavuşturulması gerektiği savunulmakta: “…Terör olaylarının, terör örgütlerinin ve siyasal şiddet eylemcilerinin üzerine gitmek amacıyla, uzman ve profesyonel elemanlardan oluşacak yetenekli bir yeni güvenlik gücü yapılandırılmalıdır.” deniliyor.

CHP’nin raporunda “Yurt savunması bir bütündür; Yurdun her yöresi eş ve ulusal ortak duyarlılıkla, her an hazırlıklı olma anlayışıyla korunur.” Bu yaklaşım CHP’nin kuruluşundan beri tekrarlayıp durduğu, ‘vatan bütündür, bölünemez’ olarak ifade edilen inkarcı ve asimilasyoncu bakış açısının biçimsel olarak yeniden yorumlanmasıdır. Bu nedenle, Kürtlerin tarihsel olarak savuna geldikleri siyasal, sosyal ve kültürel hakları, ‘vatan bölücülüğü’ olarak ifade edildiği gibi ‘yurt savunması bir bütündür’ politikası geliştirilerek, saldırılara nesnel bir zemin hazırlanmıştır.

CHP Parti Programında, “Etnik Duyarlılıklara Demokratik Çözüm” olarak tanımlanmış olan, Devletin tüm alt kimliklere saygı, eşitlik ve hoşgörü içinde yaklaşmasını temel alan politikası çerçevesinde ele alınması gereken bir demokrasi sorunudur. Türkiye’de Kürt sorunun artık hiç kimsenin inkar edemeyeceği bir siyasal gerçekliğe dönüşmüş bulunuyor. Bu bakımdan Kürtler, Türkiye’de bir alt kimliği temsil etmiyorlar. Bu ‘alt’ kimlik karamı devletin geleneksel politikasının bir başka biçimde tanımlanmasıdır. CHP’nin politikasında ise Anadolu sadece ‘Türklere’ aittir. Kürt sorun yoktur, Güneydoğu sorunu vardır. Çözüm’de Kürt ulusunun siyasal ve demokratik taleplerinin karşılanması değil, Güneydoğunun feodal yapısının çözümlenmesidir. Bu inkarcı politika esas olarak Türk devletinin de kuruluş felsefesidir.

Sonuç; CHP, hemen her dönem, Kürtleri, cumhuriyetin ‘baş belaları’ olarak gördü. Devletin ‘güvenliği’ ve ‘cumhuriyetin bölünmez bütünlüğü’ CHP için değişmezdir. Bunların korunması için de, Kürtlerin sürekli denetim altında tutulması ve özgürlük istemleri dönemsel politik uygulamalarla etkisizleştirilmesini esas almıştır.

CHP geçmişte olduğu gibi bugün de Kürt bölgelerini ‘gözden’ çıkartmış bulunuyor. Stratejik politikalarında ‘Kürtlerin demokratik taleplerini karşılayarak bir bütünleşme’ yoktur. Zaman zaman kullanılan demagojik söylemlerin arka planında dahi, devletin stratejik politikası vardır.
Ayrıca CHP’ye yönelik bir başka temel yanılgı, bu partinin sosyal demokrat olarak görülmesidir. CHP devlet kuran bir parti olarak, ‘ortanın solu’ çizgisine yönelimi de yine devletin stratejik çıkarlarından kaynaklanıyordu. İ. İnönü’nün Samsun’da yaptığı konuşmada, “Ortanın solu bir anlayış, ülkeyi komünizme, faşizme götürmeyecek tek politika anlayışıdır. Bunu biz temsil ediyoruz. Ortanın solunda yer almış CHP, ülke için büyük güvencedir…” Bütün politik tarihi boyunca, devlet için bir ‘güvence’ olan CHP’nin kendisine çizdiği rota, devletin yeniden organize edilmesi ile ilişkiliydi. “Ülke tam sola kayıyordu. Ortanın solunun gerekçesi tam sola gidişin önlenmesidir. Ben dönmeyeceğim, lüzumu vardır.” “Marksizm ve acırı ucu komünizmle tam karşı karşıyayız… Ortanın solu, ortanın çok soluna da, çok sağına da bir duvardır.” CHP’nin ‘sosyal demokrat’ çizgide görünmesi veya ‘Sosyalist Enternasyonal’e üye olması yine devletin stratejik çıkarlarından kaynaklanıyor. Bu bakımdan CHP, tarihiyle çok açık bir hesaplaşmaya girmeden sosyal demokrat bir çizgiye gelme şansı yoktur.

Kürt sorunun demokratik çözümüne ilişkin CHP’den katkı beklemek politik olarak mümkün ama pratik olarak mümkün değil. Devlet partisi böyle bir toplumsal rol üstlenmez. Sistemin önemli bir gücünü temsil eden, inkârcılığı ve asimilasyonu benimsemiş olan CHP’nin çözüm sürecinin aktörü olmaz. BDP’nin parlamentoda böylesi bir çağrıyı yapmasından sakınca yok. Ancak politika gerçek veriler üzerinde yapılır. Bu bakımdan CHP mevcut ideolojik politik çizgisini savunduğu sürece, Kürt sorunun demokratik çözümünde yana bir politika izlemez.

Bunun için CHP’nin nitelik olarak değiştirmesi gerek, sanırım bunu da pek kimse beklemez.

__________________

[email protected]

1608090cookie-checkCHP, Kürt sorununun çözümüne neden karşı?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.