Demeç bahane, manşet şahane!

sınırsız gücüyle medya yine büyülüyor!


“Haber”, hayatın doğal ve sosyal akışı içinde içsel dinamikleriyle oluşmuyor, kaynakla ilgililer arasında hesap-kitapla oluşturulup ve yeniden üretilip “piyasaya” sürülüyor. Ve kandırılmağa yatkın ve hazır hale gelmiş bizler medya marifetiyle gerçekleştirilen mal ve hizmet akışındaki hızın sarhoşluğunda ve bilgi bombardımanının yarattığı cehalette boğulmağa devam ediyoruz.


Kafalar bulanıklaşıyor, gücün fiziki alandan manevi alana nasıl dönüştürüldüğünü ve en büyük güç olan paranın renginin nasıl değiştiğini görmekte zorluk çekiyoruz. Paranın artık üzerinde birtakım büyük büyük insanların basılı olduğu  kağıtlar olmayıp medya denilen bir devin üzerimize saldığı enformasyonun ta kendisi olduğunu fark edemiyoruz. Yakın zamanlara dek paranın kendisinden güç aldığını bildiğimiz iktidarın artık iletişim araçlarının denetimi ve yönlendirimi yoluyla gücü ele geçirip kullandığını yeterince kavrayamıyoruz.


Reyting ve tiraj çıldırmış durumda, artık neyimize göz dikildiğini kavramaktan bile yoksunlaştırılıyoruz, sadece bilemiyor değiliz, medyanın açgözlü efendileri tiranlığa doğru yol alırken bu gidişat direnilemez de gözüküyor. Giderek kültür, değer ve idealden koparılmış bir toplumda medya iyi çalışıyor; köşe dönücülüğün egemen felsefe kılınmasında, dramların allanıp pullanıp spotların önüne sürülmesinde, tüm değerlerin ve deneyimlerin ticarileştirilmesinde ve vurdumduymazlığın hemen her kesimde içselleştirilmesinde başrolü oynayan medya, kurumsal ve insani ilişkileri de yeniden düzenleyip tüm toplumu yeniden biçimlendirerek sadece dimağımızı hadım etmekle yetinmiyor, hayatlarımızın anlam haritasını da parçalıyor.


Medya cemaatiyle de iyi çalışıyor… Cemaat, sahibinin sesi olmaktan çıkamıyor; yazdığı gazetenin, konuştuğu televizyonun bedenini aşıp kişiselleştirerek kendini, bu medyatik toplumun geldiği noktaya dair bir uyandırma çabası göstermiyor. Medya eliyle kaybettiklerimiz ve kazanabilir olduklarımız, yenilgilerimiz ve umutlanabilir olduklarımıza dair cemaatin “çoğunluğundaki” suskunluk paranın eski ve yeni rengiyle ideal bir uyum sağlıyor.
Eli kalem tutanlar, ağzı laf yapanlar…Herkesi, birbirinin yazarı ve okuyucusu yapan, kalem hakkını kutsal sayan yazılı medya ve herkesi, birbirinin oyuncusu ve seyircisi yapan, kamera hakkını kutsal sayan görsel medya…


Peki, kimse yok mu orada!


Medyanın yaygın zihinsel kıskacından kurtulup daha geniş bir bağlamda düşünebilen bir avuç “azınlık”, düşün dünyalarını sakınmağa ve yaşama namuslarını korumağa çabalarken üzerlerinde iktidarın bu yeni hallerinin baskısıyla ya umutsuzlukla ve sindirilmişlikle çekip gidiyor yahut, medyanın “vaatkarlığının” çekiciliği onları da içine alıyor ve günün adamları haline gelişlerini bir tören edasıyla sergiliyorlar.


Peki, kimse yok mu dışarıda!


“Azınlıkta” olmanın tedirginliği “Çoğunlukta” olmanın güvencesinde yaşamağa hiç de benzemiyor, ama…Çoğunluktan olmanın koruyucu ve meşruiyet kazandırıcı gücüne kapılmayanlar var…”Uyumlu” olmanın pragmatik yararına ve adaletsizliğin yarattığı iktidara yaslanmanın avantajlarına inatla direnenler var…Geleneksel olanın nemalarına sırt dayayıp, “ileri dünyanın” her türlü nimetlerine göz dikenlere rağmen insanca yaşamı herkes için gerçek, herkes için somut kılmağa emek verenler var…Geçmişi ve geleceği taşımanın ağırlığına cesaretle katlanan o bir avuç “azınlık” kalemleri ve sözleriyle, bu modern medyatik zamanlarda da mağdur ve mazlum olanın yanında yer almağa devam ediyorlar. Kalemleri ve sözleri hep bizimle olsun!


[email protected]


 


 


 

684830cookie-checkDemeç bahane, manşet şahane!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.