Denizlerin anısına

Ama onların günümüz mücadelesi içindeki yerlerini belirleme noktasında, konuşan ve yazanlar tıkanıp kalıyor. Denizlerin darağacında söyledikleri son sözler, “kahrolsun Amerikan Emperyalizmi ve uşakları”, “Yaşasın bağımsız ve gerçekten Demokratik Türkiye” haykırışıları olmuştu. Ameriken Emperyalizmi ve yerli uşaklarına karşı mücadeleyi bir kenara bırakanların, kurabilecekleri “demokratik bir ülke “ olabilirmi? Bağımsız olmayan bir ülke nasıl , “demokratik” olacak? Ama bazıları, hatta Denizlerin arkadaşları olduğunu ileri sürenler, “demokratik Türkiye” kurmanın ham hayallerini kurmaya devam ediyorlar.

Emperyalizme karşı olmak, bağımsız bir ülke olmayı gerektirir . Sadece iyi uygalamalar yapmak için değil, kötü uygulamalar için de bağımsız bir ülke gerekir. “Üç Fidanı” Türkiye halkı’nın belleğine yazması, onların bağımsızlık için gencecik yaşamlarını feda etmeleridir. Halklar ve uluslar için emperyalizmden ve dış baskılardan uzak olmak mihenk taşıdır. Türkiye halkı için bağımsızlık daha da anlamlıdır. Kurtuluş savaşı verilmişve bağımsız bir devlet kurmayı başarmış bir ulus, bağımsızlığın kıymetini en fazla bilen bir ulusdur.

Denizler, zorlu ve özverili uzun yolda kaybettiğimiz önemli ulusal devrimci önderlerdir. Mahir Çayan ve arkadaşları da bağımsızlık yolunun öncüleridir. Onların ortak özelliği, sadece sosyalist olmaları değil. Onların Ortak özellikleri, Amerikan Emperyalizmine karşı Bağımsız Türkiye idealinin öncüleri olmalarıdır. Onları bu ideallerden ayrı düşündüğümüz zaman, onların bir değeri kalmaz, anlamsızlaşırlar.

12 Mart önsesinde ve sonrasında, pek çok devrimci önder emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı mücadele içinde yaşamını yitirdi. Ağır işkenceler gördü. Sakat kaldılar. Emperyalizme karşı mücadele edenler ağır bedeller ödediler ve ödemeye devam ediyorlar. 12 Mart ve 12 Eylül’ün Mamak Askeri Cezaevi, Kartal Cezaevi. Sansaryan Hanı, Ziverbey Köşkü, günümüzün Silivri, Hasdal Cezaevleri, hep aynı cezaevleridir.

12 Mart’ın en baskıcı ve karanlık günlerinde, pek çok devrimci yaşamları pahasına, hayatlarını hiçe sayarak, Denizlerin kurtarılması için eylemler yaptılar. Bu eylemlerin en büyüğü , en fazla sansasyon ve kanlı olanı kuşkusuz Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere eylemidir. Kızıldere eyleminin temel talebi, “İdamların durdurulması” istemiydi. Bu eylemden önce uçak kaçırma ve Jandarma Genel komutanı Kemalettin Eken’in kaçırılması girişimi gibi pek çok eylem denemeleri oldu. Bütün bu eylemler, “Üç Fidan’ı kurtarmaya yetmedi.

“Üç fidan’ın” idam öncesinde başlayan zamanı yaşadım ve yakından tanık oldum. Denizler kaldıkları hücrelerinden havalandırmaya çıktıklarında, Benim kaldığım Mamak Askeri Cezaevi 6. Koğuşunun penceresi Denizlerin çıktığı havalandırma Avlusuna bakıyordu. Buradan Denizlerle sık sık konuşma olanağı buluyorduk. Onlar kendileri için yapılan eylemleri eleştiriyor ve hiç bir eylemin kendilerini kurtarmaya yaramıyacağının biliyorlardı. “Bizi asacaklar” diyorlardı. O koşullarda onları asılmaktan kurtaracak tek yol, askeri cunta tarafından onlara dayatılan “nedamet getirme” isteğinin karşılanmasıydı. Denizler bu isteği her defasında şiddetle şiddetle ve nefretle reddettiklerini yakından bilenlerdenim.

Asılmadan bir hafta önce, tüm hukuki yollar tükenmiş ve her an asılmaları bekleniyordu. Denizler de, asılmadan bir hafta once son hazırlıklarını yapma kararı aldılar. Genç kuşakları bilmesi açısından bu hazılkık önemlidi!

Denizlerin en önemli hazırlıkları, “yemek yememe boykotu” oldu. “Yemek Yememe Boykotun” nedeni, KAHRAMANCAYDI ! İdam edilen herkes beyaz idam gömleği ile idam sehpasına çıkarılır. Denizler, idam ipinin boyuna geçirilmesi ve vücudun boşlukta kaldığı ilk 15 saniye içinde bilincin gittiğini ve kontrolsüz kalan vücudun, vücuttaki atıkları bırakması endişesi, idama karşı her bakımdan yüksek bilinci gerktiriyordu. İşt o bilinç, vücut atıklarının beyaz gömleği kirletme endişesiydi. Bu olasılık sonucu, Denizler, bir hafta önceden “yemek yememe” kararı aldılar. İdam gömleğinin kirlenmemesi için alınan önlem, soylu bir düşüncenin eseri değise, başka ne olabilir?

Darağacına çıkartılmadan once, “Üç Fidan”, imam da Kabul etmedi. Usüllere göre, İdam edilmeden önce, hükümlülere son kez kez dini telkin yapılır. Aynı yöntem “Üç Fidan” içinde uygulanır. Mamak Askeri Cezaevine gece yarısı imam yollanır. İmam, Denizler’le konuşmak ve onlara son öğütlerini vermek ister. İmamın öğütlerinin özü, “idamın alın yazısı olduğunu, alın yazısının değişmeyeceğini” bildirmekdir. Denizler imamın öğütlerini dinleme gereği duymazlar. Çünkü, savundukları düşünceler ve yaptıkları eylemlerin bedel ödemeyi gerektirdiğini, “bu bedeli ödemek için yola çıktıklarını” bildirirler. Bu bağlamda İmamın nasihatine ihtiyaçları yoktu. Denizler, “ülkenin bağımsızlığı için fedakarlığı göze almanın gerekli olduğunu biliyorlardı ve imamla görüşmeyi kibarca reddetmişlerdi. O dönemin yandaş ve kana susamış basını olayı çarpıtarak yazmıştı.

Denizler, Mahirler ve diğerleri için çok kitap yazıldı. Yazılmaya da devam edecek. Onlarla ilgili yakın tanıkları çok güzel eserle de yazdılar. Örneğin, Denizlerin avukatı saygın hukukcu, Halit Çelenk, Mamak Askeri Cezaevinin tutuklusu ve gönüllü raportorü olan saygıdeğer yazar Erdal Öz, sıcağı sıcağına bu konuları yazıları ile belgelediler.

Ülkemizin en kutsal mücadelesi olan bağımsızlık mücadelesi, daha pek çok yeni kahramanlar yaratarak, başarıya ulaşacak. Bağımsızlık mücadelesi, zorlu ve zorlu olduğu kadar bedelleri de gerktiren bir mücadeledir. “Mevzu olan vatansa”, vatan için yaplacak olan fedakarlıklarda “teferruattır” . 06.05.13

847790cookie-checkDenizlerin anısına

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.