Duygu seline kapılmak gibi bir şey. BUİKA

Hiç bir bilgim yoktu. Sadece bir fotoğraf çekmişti beni konser salonuna. Konser boyunca da şaşkınlığım artmıştı. Kimdi bu kadın. Bu ses nereden geliyor diye.

Şarkılarını dinlerken bazen bu caz, bazen bu flamenkoya daha yatkın, ama şimdi galiba bir fado söylüyor. Güney Afrika’dan, ABD’ye giden kimliği ile müzik yapmak isteyen bir sanatçı mı? Ya da küçük bir adadan, Okyanus’dan denize vuran bir yolcu mu? Güney Afrikalı mı, Güney Amerikalı mı, yoksa İspanyol ya da Portekiz’den mi geliyor. Her şarkı ile adeta yeni bir yelken açıyordu.

Şarkılar, sanki doğaçlama, sahnede yazılıyor, notalaşıyor ve bir rüzgar gibi esiyor.

Bunları, bu kadar zaman geçtikden sonra, yine aynı duygulkarla yazıyı kuruyorum. İş Sanat’ta ki konserinden çıktıkdan sonra bir CD’sini almıştım hemen, sonra başka CD’leri de geldi Türkiye’ye, İstanbul’a daha sonra bir çok kez geldi. Ama ben ilk dinlediğim zaman hissettiğim duyguları hep anımsadım ve taşıdım.

Sahnede bir çekiciliğ. yok. Ama sesi ile duyguları ile sizlere dağlar aşırtıyor, okyanusları geçiriyor ve havalarda uçuyosunuz.

Onun için yazının başlığına, “Duygu seline kapılmak gibi bir şey” diye yazdım.

İstanbul’da ki bu ilk konserinden sonra izleyemedim başka. Yıllar geçti, bu kez Ege kıyısında izleyeceğim. 11. D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali’nin. Marina’da ki üçüncü gecesinin konuğu. Konser için kapıya geldiğimde, fazla bileti olan var mı diye soranları görünce, daha da şaşırdım. Herhalde altıbin kadar bilet bitti ve konseri izlemek isteyenler var.

Türkiye’de bu kadar sevilmesinin nedeni bence, sahnede kendi olması, duygularını şarkılarıyla alabildiğine özgür yansıtması ve sizi, şarkılarının yolculuğuna arkadaş yapması. Sıcak bir sevimlilik. Seyirciyi kavrayan bir gülümseme ve renk renk alabildiğine çarpıcı bir ses.

İlk konseri, CD’leri ve şimdi Ege kıyısında, sıcak bir yaz akşamının serinliğinde dinleyeceğim. Biraz farklı. Küçük orkestrası ile adeta doğaçlama yapar gibi söylediği şarkıları, bu kez nasıl yorumlayacak.

Çünkü, arkada bir senfoni orkestrası var. Şarkılar, orkestra için yeniden düzenlenmiş. Kendi küçük orkestrası da var önde, ama yine de orkestraya uymak zorunda. Özgürlüğünü, şarkılarının özgürlüğünü, duygularının uçuşunu, tam yansıtabilecek mi?

Orkestra, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası. İlk kez BUİKA ile sahnede yer alıyor. Onun şarkılarının orkestra düzenlemesi ile yine BUİKA’ya eşlik edecek. Orkestrayı ise yönetecek olan TONI CUENCA.

Tekrar BUİKA’ya dönelim. MAYORKA’lı. Sesi, denizin dalgaları arasından geliyor bazen. Puslu bir havada değil, sahnede ama, “puslu” bir ses, buruk, adeta süzülerek size geliyor. Gelirken duygularla aydınlanıyor bazen, bazen de ağlamaklı, ama kısa sürüyor, sonra bir coşku seli gibi, çağlayandan dökülüyor adeta.

Kendi küçük orkestrası, akada Senfoni Orkestrası ve önde BUİKA.

Bir iki şarkıdan sonra, son söyleyeceğim hemen dilime taklılyor. Yok. BUİKA, özgür kendi orkestrası ile koşarak söylesin şarkılarını. Orkestraya uyma zorunluluğu, adeta özgürlüğünü kısıtlıyor gibi. Değişik bir deneme, ama BUİKA ve şarkıları bir senfoni orkestrası eşliğinde söylenecek konumda değil. O daldan dala atlamalı, arada doğaçlama yapıp, kendisini kaptırıp gitmeli, ya da küçük orkestrası gel buraya diye kolundan çekip yeniden getirmeli onu.

BUİKA, özgürce şarkılarını söylemeli. Bu şarkılar her söylediğinde farklı da olabailir. Olsun. Böylesi güzel. O kalıpların insanı değil. O an ki duygularını, önceden oluşturduğu şarkılarla yenide yoğuruyor adeta. Onun özelliği o.

Neredeyse bir buçuk ay olacak konseri izleyeli. O zamanki duygularım da, şimdi ki duygularım da aynı.

Müzik kendi kulvarında gelişmeli hep diye, bir yorum içinde olmak da istemiyorum. Ama BUİKA’nın şarkıları farklı. Bu farklılığı, onun en büyük özelliği. Başta da söyledim. Müziğini bir kalıp içinde değerlendiremezsiniz.

Bazen Fado, bazen Flamenko, bazen caz ve farklı farklı hep. Bu farklılık da, onun yaşamından ve yaşam sürecinde ki gelişmelerden kaynaklanıyor. Avrupalı, Afrikalı, Güney Amerikalı, ABD veya adalardan. O adaların sesini bu gezintilerle yoğurarak, o bölgelerin özelliklerini kendi duygu potasında eriterek bizlere sunuyor.

Bir konser salonun da, hatta küçük bir caz kulübünde onu dinlemek ve izlemek farklı.

Açıkhava da ve bir senfoni orkestrası eşliğinde dinlemek. Olmamış gibi bir değerlendirme içinde değilim. Bu tür değerlendirme, ayrıca beni de aşar.

Ben ilk dinlediğimde ki, duyduğum duygu yoğunluğunun gelişiminin, kontrol altında tutulduğunu hisseder gibi oldum. O yüzden ilk izlenimlerim ağır bastı.

Konserin broşüründe, “BUİKA ile Senfonik Bir Akşam” tanımlamasını yapmışlar. Doğru bir tanımlama.

İlk kez, bu konser ile tanısaydım, belki farklı bir yazı ve değerlendirme orataya çıkacaktı.

Beni bağışlayın. Ben BUİKA’yı bir caz kulübünde, gecenin ilerleyen saatlerinde, kendi küçük orkestrası ile dinlemek ve onun duygu seline kapılıp gitmeyi tercih ediyorum.

Ankara. 28 Eylül 2015. Pazartesi. [email protected]

1576200cookie-checkDuygu seline kapılmak gibi bir şey. BUİKA

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.