AB süreci ve dış politika konularında çuvallayan AKP hükümeti, kamuoyu yoklamalarına göre hızla eriyordu. Parti tabanına ve seçmenine “biz değişmedik, davamızın arkasındayız” mesajı vermek ve hızla irtifa kaybeden partinin çıtasını yeniden yukarı çekmek gerekiyordu. Önce AİHM’nin türban davasıyla ilgili olarak Leyla Şahin hakkında verdiği karara “taraf” olunduğu partinin en yetkili ağzından, başbakan tarafından bir yurt dışı gezisinde dile getirildi. Böylece “Ulema” tartışması da başlamış oldu. Ardından kimlik tartışmaları geldi. Alt kimlik – üst kimlik tartışmalarına paralel olarak bu kez de içki yasağı ve kırmızı sokak tartışmaları, tartışmaktan akıl sağlığını yitirmiş olan plaza kalemşörlerine can simidi olarak sunuluyordu.
AKP bunu hep yapıyor. Bir adım ileri, iki adım geri. Takiyye yapıyorlar, değiştiler, ülkeye çağ atlatıyorlar, reformistler, Müslüman demokratlar derken; sık sık beslendiği köklerine dönen ve partiye yakın akademisyenlerin, akıl hocalarının Osmanlıcılık soslu referanslarıyla, ayakları yerden kesilen siyasi anlayış, tıkandığı yerde hırçınlaşarak ülkeyi gerilimin eşiğine getiren gündem kazalarına yol açıyor. Başbakan televizyonlarda içki yasağını dile getiren sorulara muhatap olunca “Biz Anayasayı uyguluyoruz. Bir tane mağdur olan yok” diyor. Anlaşılan halkın gözü önünde konuştuklarıyla, partililerine kapalı kapılar ardında söyledikleri farklı şeyler. İşgüzar belediye başkanları, meclis üyeleri sırnaşık açıklamalarla hiçbir şey olmamış havasında konuşurlarken, başbakan “yok öyle şey!” diye kestirip atıyor.
İçki yasağı ve kırmızı bölgeler konusunda en çok tartışılan illerden biri de Antalya olmuştu. Tartışmanın ülke gündemine sıçramasıyla birlikte “şimdilik” geri adım atıldı ve karar rafa kaldırıldı. Ancak bu geri adım daha sonra atılacak başka “ ileri ” adımların sıçrama tahtası olacak. Asıl tartışılması gereken konu da bu. Antalya ve ilçelerinde ekonomik ve sosyal yaşamın neredeyse tek belirleyicisi olan turizm ve “ buna turistler ne der? Avrupa’ya rezil olacağız!” anlayışı, bu kararda da en önemli kriter oldu. Ve medya, içinden turizm geçen her konuda olduğu gibi bu konuda da işin sadece bu kısmıyla ilgilendi. Oysa Antalya’da yaşananları sadece turistlerin gözüyle bakarak anlamak mümkün değildir. Seksenli yıllarda Alanya’nın gözden uzak kumsallarında “cevazı alınmış” siyah donlarıyla denize giren cemaat gençlerinin bir çoğu bu gün Antalya turizminin “ efsane” işadamları oldular. Turizmin getirdiği- getireceği nimetleri bölüşmenin fetvaları alındı. Buna göre; turistlerin yaşadığı bölgelerde her türlü ticaret yapılır, her türlü dolap çevrilir ve asla günaha girilmez. Bir maskeli balo havasında yaşanır her şey.
Gündüzleri Ray-ban, Versace, Gucci arası “cool” takılan, Faust’tan pasajlar alıntılayan cemaat abileri, geceleri mahallenin başı açık kızının cep telefonuna küfürlü tehditler savururlar. Her yanı kırmızı bölge ilan edilen kentin, artık her yanı açık alandır. Çünkü cemaat evlerinde, sohbet dergahlarında icazet alınmıştır. Her yer “Dar-ül harptır” artık. Siyasetin kuralı da buna göre işler. Ortadaki turizm pastasından pay almanın yolu budur. Antalya’da kazanılacak, Aksaray’da, Konya’da “hizmet” e harcanacaktır. Kırıkkale’den, Yozgat’tan, Ankara’dan ihaleci yandaşlar gelir; örneğin büyük bir hastanenin ya da bir kamu binasının temizlik, inşaat, hafriyat işleri dışarıdan gelen bu ihalecilere bırakılır. Her ihaleci ne kadar yemesi gerektiğini bilir. Ne kadar yedirmesi gerektiğini de. Cemaat okullarına, yurtlarına, hücre evlere diyet ödenir, konu kapanır. Yapılan ticaret, “domuzdan bir tüy koparmak” la eşdeğerdir.
Antalya, AKP’nin vadesi uzun kredi kartı gibidir. Sahilleri yabancı yatırımcılara kiralayıp, bu alışveriş karşılığında biriktirdikleri “Bonus” larını sınırsızca harcayan bürokratlar kentidir. Kentle yolu kesişmeyen bürokrat neredeyse yok gibidir. Kaş’ın dağ köylerinden, Alanya kıyılarına kadar bütün coğrafyayı parselleyen bürokrat ve yeni yetme siyasetçi tayfası, dünyanın bu en kışkırtıcı güneşine kavuşmak ya da mülkünü elden çıkarmak için emekliliğini bekler. İnsana “ Waooovvv!” dedirtecek türden yatırımların başkenti, yaşanılanları anlamakta “Ta(h)mince” zorlanacağınız, semalarında Moskova- Antalya arası uçan halıların süzüldüğü binbir gece masalları diyarıdır Antalya! İç bölge kentlerinin kurduğu turizm düşlerinin Akdeniz’e uzanan verendasıdır. Turizm sadece turist için yapılmaz burada. Siyaset de siyaset için… Kapısından içeriye devletin değil ama hükümetlerin girebildiği dev otel lobilerinde gösterişli bir fon ve masalsı sofralar eşliğinde; akıl almaz siyaset pazarlıkları ve ülkenin en büyük özelleştirme ihalelerinin kulisleri yapılır. Başbakan’ın dış gezilerine işadamı taşıyan uçakların tılsımlı kontenjanına her zaman en az beş kişilik bir ekiple eşlik eder kentin işadamları. Bu güneşli kentin koynuna kurulan hamakta salınan iç bölge kentlerinin yöneticileri Antalya’nın “arka bahçesi” olma düşleriyle uyanırlar. İstisnasız bütün iç kentlerde yüzlerce proje üretilir. Turizm büyülü bir sözcüktür. Öyle büyülüdür ki, Burdur valisi aynı anda yirmi bin kişiye “teke zortlatması” oynatarak, aklını oynatmaya ramak kalmış kitleleri turizm beşiğinde sallayıp uyutmuştur. Küçük ilçelerin, beldelerin sokaklarında, kahvelerinde, hükümet konaklarında ve muhasebeci bürosundan bozma parti merkezlerinde; hiç bir cümle turizm cümlesinin yarattığı etkiyle boy ölçüşemez. Akla gelen, gelmeyen her şey; din ya da seks, bu devasa turizm sepetinde yan yana sunulur. Bu yüzden, dinler bahçesiyle, egzotik Uzakdoğu’nun masajcı kızları ve simetrik Rus güzelleri zaten her şeyin dahil olduğu bu rüyaya ekstradan ilave olurlar.
Antalya, bir “komisyonlar” kentidir. Kentte her gün “işgüzar” komisyonlar kurulur. Sokaklarda başı açık, mini etekli kadınlara, üniversite kentlerinde öğrencilerin yaşam biçimlerine, içki servisi yapan mekanlara, komşu gözetlemelerine, jurnalciliğe ve ahlak zabıtalığına kadar uzanan bir çok konuda muğlak ifadeler ve dolaylı yaptırımlarla sokak kabadayılığının yasallaştırılması üzerine saatlerce tartışılır. Yerel yönetimlerin yetkilerini genişleten yeni yönetmelikler de bu düzenlemeleri biçimlendirecek olan zihniyetin elinde zamansız gelen bir iktidar gücü olarak sosyal dayatma aracı haline gelir. İçki yasağı tartışmalarının sürdüğü dönemde Antalya İl Genel Meclisi bünyesinde kurulan ve içki yasağının da aralarında olduğu çeşitli düzenlemeler hakkında rapor hazırlayan komisyonun adı: “Çeşitli İşler Komisyonu” ydu. İl Genel Meclisi Başkanının adı da; “Antalya’nın Başbakanı!” Bu yüzden Antalya; Türk turizminin başkenti ve üretmeden kalkınma düşleriyle kavrulmuş yurdum neferlerinin “çeşitli işlerinin” rivierasıdır!