Elif!.. Elif*..

İsveç’e gitme hazırlıklarını sürdürürken Adana’da, Elif’le de vedalaşmak istedim. Günübirlik Kız Kalesi’ne giderken Gülseren’i de çağırdı. Yolda, Elif’e şakayla; “Gülseren, hep böyle bekçi gibi tepemizde mi olacak; kendimi gardiyan gözetiminde ziyaretçi gibi hissediyorum” dediğimde, “Arkadaşıma laf yok; O, benim koruyucu meleğim, namus bekçimdir” dedi. Kız Kalesi’nde, avuçlarındaki taşları tek tek denize doğru fırlatırken, “Demek sen de gidiyorsun!” diye yineledi.

“Evet, gidiyorum!”

“Tükenmeye, yok olmaya gidiyorsun!” dedi, “12 Eylül’den öncesi olaylarda 5 bin devrimci öldü. Onlar dövüşerek öldüler. Ancak hiç kimse, yurtdışına giderek oralarda yitenlerin hesabını tutmadı. Sizin kaybınız bir başka acı!” Sustum!…

Yüzüme hüzünle bakarak sözlerini sürdürdü: “Gidenlerin ülkeyi terk etmesi, sinsice hazırlanmış başka bir bitirme planı sanki. Bilinmez ülkelerin, bilinmedik köşelerinde, kiminiz kalpten, kiminiz kanserden, kiminiz beyin kanamasından gideceksiniz… Öldüğünüzü kimse duymayacak. Başucunuzda ağlayanınız olmayacak, tabutlarınız gelmeyecek, oralarda kalacaksınız….” Avucuyla kumları topladı, öbek haline getirdi, başucuna da küçük bir gazoz kapağı yerleştirdi. Gülseren sordu: “Ne bu?” Beni gösterdi: “Onun mezarı!…” Gözlerimi yakalamaya çalıştı: “Gitmesen olmaz mı?” dedi. “Gitmeliyim!” dedim. “Biliyorum, ülkenin durumu hiç de iç açıcı değil” dedi, “12 Mart’ın acılarını çabuk atlattık. Ancak 12 Eylül’ün travmasından bir türlü kurtulamadık. 12 Eylül’ü de çabuk atlatacağımızı sandık, ama öyle olmadı. 12 Eylül, kurumsallaştı, etkileri belki de daha on yıllarca sürecek. Ancak kaçmak çözüm mü? Siz, kaçtınız, kurtuldunuz diyelim. Peki, ya geride kalanlar ne olacak; bizler ne olacağız?” Havayı biraz yumuşatmak istedim: “Olmazsa siz de gelirsiniz!” “Hayır!” dedi, “kesinlikle hayır! Kim giderse gitsin, ben gitmem! Ömrümün sonuna dek bir devrimci olarak yaşayacağım ve bu ülkeden ayrılmayacağım.”

Ertesi sabah, Avukat Ziya Yergök ve Ali Şahin’le aynı kattaki bürosunda buluştuk. Gülseren: “Elif, senin ahkâm kesmelerinden bıktık. Ali’yi bugün de Baraj yolunda gezdirelim. Gideceği ülkelerde bu güzellikleri bir daha bulamaz” dedi. Yol kenarındaki bir gözlemeciden onlara gözleme aldım, kendim yemedim. Aksi bakışlı gözlemeci köylü kadını, gözünü bana dikti: “Herif! Karılara gözleme yediriyon, kendin niye yemiyon?”

Adanalılığım tuttu: “Ben, yemesini değil, karılara para yedirmesini seviyom teyze!” dedim. “İyi pok yiyon” dedi, “sen bu kafayla daha eşeği çok boş sürersin!..”

Şaşırdım, ne yanıt vereceğimi bilemedim Yanaklarım kıpkırmızı oldu. Elif’le Gülseren gülmekten yerlere yattılar; “Köylü kadınla kafa bulmaya çalışırsın ha, aldın mı ağzının payını!” dediler…

Elif, Baraj gölünün durgun sularına bakarak Kavafis’in o ünlü şiirini okudu: “Yeni bir ülke bulamazsın/ Başka bir deniz bulamazsın/ Bu şehir ardından gelecektir/ Sen aynı sokaklarda dolaşacaksın yine/ Aynı mahallede yaşlanacaksın/ Aynı evlerde ak düşecek saçlarına/ Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda/ Başka bir şey umma/ Bineceğin gemi yok/ Çıkacağın yol yok/ Ömrünü nasıl bitirdinse burada, bu köşede/ Öyle tüketeceksin demektir yeryüzünde de…”

Gece, “Gidip de gelmemek, gelip de görmemek var” diyerek, hüzünlü bir vedalaşma ile ayrıldım… İsveç’e geldikten sonra, ilk yıllarda on, on beş kişiyle mektuplaşırdım. Sonraki yıllarda yazıştığım arkadaş sayısı bire, ikiye düştü. Sonunda bir tek Elif kaldı. O, bana Türkiye’nin hallerini yazıyordu; ben, ona İsveç’in yapay güzelliklerini anlatıyordum. İkimiz de, söylememiz gereken asıl şeyi birbirimize söyleyemedik gibi geliyor bana… Bir gün okuldan döndüm, 10 Temmuz 1991 akşamıydı. Osman İkiz, İsveç Merkez Radyosu Türkçe Yayınlar Servisi’nde akşam haberlerini okuyordu: “İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi Başkanı Avukat Elif Tuncer, yönetim kurulu üyesi arkadaşları Yusuf Üzüm, Hasan Üzüm, İmam Turan ve Celal Ölçmez’le birlikte, Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır Şubesi Başkanı Vedat Aydın’ın cenaze törenine giderken Urfa yakınlarında geçirdikleri trafik kazasında öldüler!..” O an “Elif!” diye bir çığlık bile atamadım; atsam bile sesimi kim duyardı sanki. Arkadaşım Mustafa Doğan’dan sonra Elif Tuncer’i de trafik kazasında yitirmiştim… Elif ve dört arkadaşı, Adana’da, annemle babamın da bulunduğu Buruk Mezarlığı’nda yatıyorlar…

Aradan 19 yıl geçti… Elif’i hiç unutmam! Ona adressiz mektuplar yazdığım olur; ulaşır mı, ulaşmaz mı, bilemem…

[email protected]

___________________

*Cumhuriyet Gazetesi Pazar Yazıları sayfasında da yayımlanan bu yazıya gelen yorumlardan bir bölüm sunuyorum:

Sevgili Ali Haydar,
Elif’in anısını rahatsız edici hiçbir şey yazmamışsın. Yüreğini ne güzel anlatmışsın. Dün yazını okudum ve ağladım. Bugün sabah uyandığımda kahve ve sigaramla beraber yazını tekrar okudum ve yine ağladım. Elif’i tanıyan herkesten telefon aldım. Okuyan herkes duygulandığını ve ağladığını belirtti. Ben hep Adana’daydım. Hala öğretmenlik yapıyorum. Hem Elif hem kendi adıma seninle buluştuk. Önemli olan bu değil mi?
Sevgiler…GÜLSEREN TURAL

Ali Haydar merhaba,

Arkadaş, bir gittin, pir gittin.Hiç gelmiyor musun Türkiye’ye ve Adana’ya? Yoksa biz mi görmüyoruz?.Yazını okuduk eline sağlık.Çok iyi olmuş. Elif’i hiçbirimiz unutamıyoruz.Gerçekten yeri doldurulamayan çok değerli bir arkadaşımız, meslektaşımız ve komşumuzdu.Kardeşleri ile bazen görüşüyoruz.Ali beyin de selamı var.Yazıyı o da okumuş,biraz önce konuştuk.Görüşmek dileği ile selam ve sevgiler.

Av.ZİYA YERGÖK( Adana eski Milletvekili)

Sevgili Ali Bey,

Bu günkü yazın beni çok etkiledi. Çok şeyi birarada söylüyordu. En önemlisi, pişmanlık ,oralara boşuna gitmiş olmayı kendi kendine itiraf etme veya edememe. Belki bir gönül ilişkisi .Gidenin, uzaklık ve zamana rağmen yerinin doldurulamayışı gibi. Elif hanımı tanımayı çok isterdim. Öyleleri artık çok az ve gittikçe azalmakta. Sevgilerimle.

DR. TEKİN M. ORMANCIOĞLU

Değerli Ali Haydar,

Elif!.. Elif!.. başlıklı duygu yüklü yazınızı, seksenli yıllara sürüklenerek, içim kanayarak okudum.Usta işi. Elif’,i Tek- Gıda İş Sendikasına gidip gelirken görürdüm. Tanışmam mümkün olmadı ama aydınlık, ilerici ve devrimci olduğunu biliyordum. Size yeni çıkan ve Çukurovanın o yıllarını anımsatan “Giritli Gelin’le Felsefeci Halil- Berfin Yayınları” adlı romanımı göndermek ve merhaba diyerek elini sıkmak istiyorum. Adresinizi bekliyorum. Selamlar, sevgiler.

YILMAZ ÜNLÜ

Merhaba Ali Haydar Bey…Bugunku yazınızla ilgili bu mesajı gönderiyorum. Ama öncelikle şunu söylemeliyim, yaklaşık 4 ya da 5 yıldır Cumhuriyet okuyorum /okumaya çalışıyorum. Sizin her yazınızı gördüğümde yüzümde olmasa da içimde bir tebessüm oluşuyor, ,eski bir tanıdığa rastlamış gibi. Sizi hiç tanımıyorum,ne yaparsınız ne edersiniz. Sadece yazılarınızı okudum şimdiye kadar. Neyse konuya geleyim. Bugünkü yazınızla ilgili muhtemelen onlarca mesaj alacaksınız. Yazınız o kadar içten ve yapmacıksız geldi ki bana… ve söyledikleriniz… Biz sadece mücadele ederken hayatını kaybedenleri hep anımsıyoruz ve bi şekilde başka şekilde bedel ödeyenleri es geçiyoruz bunu gözümüze sokmadan öylesine yalın anlatmıssınız ki. 1 mayıs tan bi iki hafta önce Nihat Behram izmirdeki kitap fuarına gelmişti –İzmir’de yaşıyorum ben- o da yurtdışında yaşıyor olmaktan rahatsızlığın bi cümle arasında ve öyle önemsiz bir şey anlatır gibi söylemişti….. Yazınızı okuyunca bunu anımsadım galiba….. Daha çok gencim ve fazlaca duygusal davranıyorum belki de…. Bi şekilde 17 yaşımdan beri mücadelenin bi ucundan tutmaya çalışıyorum…. Çok şey başarmadım yada başaramadım……. 3 yıldır kendimde olan dönüşümün farkındayım ama… sözün özü siz o kadar çok şey yaşamışsınız ,o kuşaktan bi takım çok hoş olmayan şey yapan ,mücadeleyi baltalayanlar olmasına rağmen sizin gibiler iyi ki varlar……Ne diyeceğimi de pek bilmedim ama:) size bi şeyler yazmayı çok istedim.. neyse çok uzatmayım sevgiler…

SELİME YILDIRIM

648180cookie-checkElif!.. Elif*..

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.