Enflasyon hedeflemesi…

 Küreselleşmenin bir boyutu, hatta en önemli boyutu, küresel çapta finansal serbestleşmedir. Birçok yazar ve düşünür (örneğin, Arrighi) tarafından kapitalizmin yeni bir aşaması olarak algılanan finansal kapitalizm aşamasının üretici kapitalizm aşamadan çok önemli bir farkı, finansal dönemde enflâsyonun istenen bir politika olmaktan çıkmasıdır. Üretici kapitalizm aşamasında optimal enflâsyon iradî olarak istenen bir politika idi, oysa finansal aşamada sıfır enflâsyon hedeflenmektedir. Bunun nedeni, enflâsyonun finansal varlıkları hızla eritmesidir. Bu gelişme karşısında bir yandan merkez bankalarının ekonomideki işlevlerinde radikal dönüşümler yapılırken, diğer yandan da İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında uygulanmış olan talep yanlı politikalardan vazgeçilmektedir.

İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında Keynesgil refah politikası doğrultusunda, enflâsyon ile işsizlik arasında denge oluşturmaya yönelik Phillips-eğrisi yaklaşımı geçerli oldu. Bu yaklaşıma göre, hafif enflâsyon ile sosyal olarak kaldırılabilir düzeyde işsizlik ekonomik dengenin sağlanmasında anlamlı politika olarak görülebilir. Böylece, optimum enflâsyon ve büyüme oranı yanında, “doğal işsizlik” kabul edilebilir sosyal sorun olarak kabul edildi. Doğal işsizlik sorunu, sosyal önlemlerle radikal sosyal sorun olmaktan çıkarılıyordu. Bu yaklaşım, ekonomide para arzı artışının, faiz değişiklikleri yoluyla yatırımları ve milli geliri, oradan da istihdamı artıracağı görüşüne dayandırılmış idi. 1970’lerin ortalarına dek geçerli olan bu yaklaşım ve bu yaklaşıma dayalı uygulamalar, petrol şokları ile oluşan maliyet enflâsyonu karşısında geriledi ve fiyat artışlarının denetimi görüşü tüm ekonomilerin gündeminde birinci sıraya oturdu. Böylece, merkez bankalarının temel işlevi enflâsyonu denetlemek olarak belirlendi ve fiyat istikrarı hedefi, önce Yeni Zelanda’da uygulamaya koyuldu.

Yukarıda kısaca belirttiğim, enflâsyonun kontrol altına alınması amacının politikalar hiyerarşisinde birinci sıraya yükselmesinin nedenini biraz daha açmak gerekirse, şöyle bir açıklama yapabilirim. Enflâsyon, fizik emtianın ya da stokların değerini eritmeyip, tam tersine koruduğu, hatta bazen yükseltiyor olduğu halde, finansal araçların değerini hızla eritir. Bu nedenle, ekonomik güç odakları finansal alana kaydıkça sıfır enflâsyon talep edilir olmaktadır. Reel üretimin ağırlıkta olduğu dönemlerde de aşırı enflâsyon istenmiyordu. O dönemlerde de, yatırımcıların ileriyi doğru tahmin edebilmeleri ve iş sözleşmelerinin öngörülür ortamlarda yapılabilmesinin sağlanması için aşırı enflâsyondan kaçınılıyordu. Ancak, “sıfır enflâsyon” gibi kesin bir sınır koyulmadığı sürece, hem iş çevreleri hem de siyasiler daima enflâsyondan medet ummuşlar ve enflâsyonist politikaları desteklemişlerdir. Ancak, reel üretim aşamasında da enflâsyon ana sermayeyi eritir düzeye yükseldiğinde denetim altına alınması talepleri ağırlık kazanmaya başladı. Günümüzün finansal aşamasında artık sıfır enflâsyon hedeflemesi kesin politika amacı olarak ön plâna geçmiş bulunmaktadır.

Sıfır enflâsyon politikalarının teorik temelini, paranın dışsal değişken olduğu kabulü, yâni parasal değişmelerin reel ekonomiyi etkilemeyeceği ve para arzı artışlarının doğrudan fiyatlara yansıyacağı şeklinde ifade edilebilecek, moneterist görüş oluşturmaktadır.  Mesele böyle ortaya koyulunca, politikanın yürütülüşü de merkez bankasına havale edildi. Politikanın uygulanabilmesi amacıyla, hem bizzat merkez bankasının çalışma koşullarına, hem de politikanın uygulanışına ait bazı kurallar getirildi. Merkez bankasının çalışma koşulları arasında siyasal erkten bağımsızlık, şeffaflık ve hesap verebilirlik önemli kurallar olarak belirlendi. Bankanın siyasal erkten bağımsız olmasının ana nedeni, kamu açıklarının  merkez bankası kaynakları ile karşılanmamasının, yâni kamu açıklarının para tabanını genişletmesine yol açmamasının sağlanmasıdır. Bankanın siyasal erkten bağımsızlaştırılmasının diğer bir nedeni de, para politikasının salt hedeflenen enflâsyon amacına göre belirlenmesi ve senyoraj gelirlerine olabildiğince baş vurulmaması koşulunun oluşturulmasıdır. Merkez bankasının şeffaf olması da, risk faktörünü en düşük düzeyde tutabilmek için merkez bankasının belirli aralıklarla kamuoyuna ve ilgili kamu kuruluşlarına hem yürüyüş plânı hem de ileriye ait tahmin ve yorumları hakkında raporlar vermesi anlamına gelmektedir. Bankanın ileri dönemlere ait tahminleri ile reel işleyiş bulguları arasında oluşan farkların açıklanması ve iki veri arasında oluşabilecek farkları açıklayıcı ve alınmış olan kararlarla ilgili hesap verebilirlik de, bankanın güvenilirliğini yükseltici ve ekonomik riskleri azaltıcı önemli bir ilkedir. 

Sıfır enflâsyon hedeflemesinde doğrudan merkez bankalarının görev ve politikaları yanında, gelişmiş malî piyasaların ve etkin çalışan bankacılık kesiminin işlerlik kazanması da vazgeçilemez koşullardandır. Malî piyasaların gelişmişlik düzeyi ve derinliği ile, kamu kesiminin borçlanma gereksinimi ve faiz haddi arasında çok yakın bir ilişki vardır. Malî piyasaların derin olduğu durumda, aşırı faiz şokları oluşmadan kamu kesiminin borçlanma gereksinimi karşılanabilir. Böylece, faiz haddi oynamaları salt merkez bankası politikalarının sonucu olunca, banka da bu aracı etkin kullanma olanağına kavuşmuş olur.
Kapitalizmin finansal aşamasında hedeflenen sıfır enflâsyon politikasının etkin uygulanabilmesi açısından, bankacılık kesiminin de güçlü malî yapıya sahip olması gerekli bir koşuldur. Banka kesiminin kırılgan malî yapı içinde çalışıyor olması, açık pozisyonların yüksekliği  en ufak bir  dış veya iç tetiklemede ekonomide kur ve/veya faiz şoku oluşturarak, reel kesimin işleyişini ve fiyatlar genel düzeyini etkileyebilir.

Finansal küreselleşme aşamasında dünya ile bütünleşen Türkiye’de bir yandan IMF dayatmaları ile bankacılık ve para alanında zorunlu önlemler almaya zorlanırken, diğer yandan da G – 20’ler oluşturularak, bu gurup içine alınarak, uluslar arası sermaye için emin ve ehlileştirilmiş bir piyasa ortamı olarak hazırlanmaktadır. 

Finansal küreselleşme aşamasında merkez bankasının kur veya faiz denetlemesi alternatifleri ekonominin gelişmişlik düzeyine göre belirlenir. Diğer bir ifade ile, ekonominin içinde bulunduğu üretim alt-yapısı ve gelişmişlik düzeyine bağlı olarak Merkez Bankası kur veya faiz alternatifleri arasında seçim yapmak durumundadır. Her iki aracın aynı anda denetlenmesi söz konusu olamaz. Günümüzde başat finansal yapılarla içiçe çalışan reel ekonomi koşullarında alternatifler arasındaki tercih çok karmaşık olmakla beraber, özellikle gelişmekte olan ekonomilerde etki ve uygulanabilirlik açılarından en uygun politika faiz denetimidir. Faiz denetiminin öne çıkarıldığı durumlarda kur dalgalanmaya bırakılır. Faiz denetiminin ağırlık kazanmasının ağırlıklı nedeni, aşırı borçlu gelişmekte olan ekonomilerde kur üzerinde, dış ticaret dengesinden de öte,  faizlerin etkili olmasıdır.  Böylece, dalgalı kur rejimi ile döviz şoklarına karşı esneklik sağlanır, faiz haddinin denetlenmesi yoluyla da aşırı kur dalgalanmalarının önüne geçilmeye çalışılır. Merkez Bankası’nın dış şoklara karşı ekonomiyi koruyabilmesi, bir yandan dış şokun gücüne, diğer yandan da dış şokun içe yansıma şiddetini belirleyen iç koşullara bağlıdır. Merkez Bankası’nın şok önlemede önemli bir aracı da, acil durumda devreye sokmak üzere, döviz stoku bulundurmaktır. Ancak, dış şokun şiddeti yüksek ve iç koşulların elverişli olmadığı durumlarda döviz stokları hızla eriyebilir ve kriz önlenemez boyutlara yükselebilir.

Görülüyor ki, söz konusu politikaları tümü enflâsyonu dolaylı yoldan denetlemeye yönelik olup, enflâsyonun alt-yapısını oluşturan üretim yapısı ile ilgili değildir. Moneterist politikaların özelliği, ekonominin reel dengelerini piyasa güçlerine bırakmak, parasal muslukları olabildiğince denetim altında tutmaktır.

_____________

* Prof. Dr.

1594520cookie-checkEnflasyon hedeflemesi…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.