‘Eski fotoğraflar’

Büyük şehrin kozmopolit kalabalığından o anda sıyrılır, mimarı olduğum, içimdeki billur köşke sığınırım. O kısacık zaman diliminde; Minyatür sevgileri, sırçadan umutları özenle üzerine yerleştireceğim, iğne oyası dantellerle bezeli, minicik köşe rafları hazırlarım köşkümde… Sayfaları pelurdan, cildi ipekten, hiç yazılmamış boş kitaplara, kuş tüyü kalemlerle geçerim, öğrendiğim her iyiyi, karşıma çıkan her kötüyü… İşte, o ‘bir’ saatte, antika satan dükkanlara girerim. Asırların tozunu ciğerlerime çekerim. Yıllanmış şarap lezzetinde eski kitapları, sayfaları sararmış renkleri solmuş eski dergileri, bir eksper nezaketinde yudum yudum tadarım. Eski fotoğraf albümleri bulurum belki, bir konsolun lavanta kokan çekmecesinde. Albümü yavaşça çeker çıkarırım yerinden, tek bir toz zerresini dahi üflemeden. Ellerim, tarihe bulanır, silkelemem. Usulca kaldırırım yüzündeki örtüsünü, içinde uyumakta olanları uyandırmadan, oturanları rahatsız etmeden, düşünenleri ürkütmeden.


Moshe Bey ile Rita Hanım el ele poz vermiştir, gözleri birbirlerinin gözünde, nefes dahi almam o anı bozmamak için. Ester hanım, çocuğu Margos ve Migirdiç Bey, birbirlerine sarılmış, mutlu bir aile tablosundayken ziyarete giderim onları. Bedia teyze uRumeli şalvarı altında, ipek bürümcük gömleği, sırma işleme yeleği sırtında, gümüş tepside kahve sunar Hüsmen Agasına, yarı belinde temenna ile, gözlerim yaşarır, anneannemi hatırlarım, dedemin şorkasını… Eleni hanım sahnede kanto yapar, kaşı kaş gözü göz eteklerde fırfırlı nağmeler, hoplaya zıplaya girer fotoğrafın karesine, müziğin ritmini duyarım. Mizampili saçlı, kiraz dudaklı, ince belli güzel kadınlar görürüm, buğulu gözleriyle yumuşak meltem kıvamında yanaklarını okşayan briyantinli erkeğe, öpülmesi için elini uzatan… Utanırım bakmaya, o özel anı, aralarında paylaşsınlar isterim, usulca kaçırırım gözlerimi. Açarım sayfaları, pelur kağıtlar uçuşur aralarda, yakalayıp parmaklarımın arasında inceliğini hissederim, o fotoğraflarda yaşanan hayatların nilüferli bir gölde yansımaları kadar saydam oluşunu görürüm. Bir saray fotoğrafına girerim belki, bir canlandırma olsun, gerçek olmasın, olsun varsın… Limonluğunda gönlümü almasına izin verdiğim sultanıma, hünkarıma altın yaldızlı porselen fincanlarda çay ikram eder cariyesi bendeniz, kızarırım, ateş basar… Harem dairelerinden birinde son bulacak latifelerin ardındaki dokunuşları yaşarım, aşık olurum bir kez daha devletluma! Başka bir sayfanın köşebentlerine sıkıştırılmış bir karede, kendimi Lebon’a doğru kırıta kırıta yürür bulurum, Beyoğlu’nun Beyoğlu olduğu o muhteşem zamanlarda… Yanımda afilli bir Rum delikanlısı, ufukta görünür Çiçek Pasajı, kulağımda usta Salah Birsel’in kalem cızırtısı: “Kayikaki kayikaki, putapayis yali yali, Vre Hristaki!” İşte gözlerimi kapattıran o an, tüm o fotoğrafları, tüm o yaşamları, ruhlarıyla içime aldığım o an, ne büyülüdür yarabbi, beynimin her kıvrımına yerleştiririm o anıları, o fotoğrafları. Bendeki ben ile kaynaştırırım onları, yeniden yaşarım kaybolmuş o yaşamları… An gelir, biter yüzler, biter mekanlar, biter kareler. Asırları sündürür ve bitirir fotoğraf albümü, açtığım gibi ağır ağır kapatırım kapağını, bir ritüele döndürüp de zamanı… Albüm kapağının kabartmalarında parmak uçlarımı dolaştırırım, hafifce hissederim bitişin boşluğunu, son bir derin nefes ve bütün o yaşanmışlıklarıyla artık benimdir fotoğraf albümü…


Ruhdövenim ben, zamandöven, asırezen, fotoğraf sarhoşu, bibeden…


Vakit geldi, büyülü anlar sahnesinin perdesi iniyor, ruhlar, yaşanmışlıklar, gitti gidiyor… Benim yakalayabildiklerim ise bende yeniden canlanıyor, ruhlanıyor, duyguları palazlanıyor, benim bana yarattığım, zamanı olmayan dünyamın insanları, soluk alıyor.


Benimle, ben yaşadıkça…

714870cookie-check‘Eski fotoğraflar’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.